Kalp ayağına çelme

Tasavvuf ve tarikat gibi ince meselelerin gündeme gelmesi hayra alâmettir. Reaksiyonel refleks gösterilmesi bilmediğini bilmeyenlerin ve kendilerini bilir zannedenlerin ön yargılı yaklaşımıdır.

Bu alanda söz sahibi sayılabileceklerin değerlendirmelerinden ziyade düz mantıkla ve cahil cesaretine sahip olanların tepkileri anlamlı sayılmaz..

 

Hedefi biraz daha netleştirip ve konuya “sivrice” bir öz eleştiri yapmak isterim. Müzakereye medar olan husus “Tarikat mi?...Cemaat mi?... Zamanı mı değil mi?..” üzerinedir.

 

Cemaat de tarikat da eş zamanlı ve birlikte faaliyetlerini sürdürebilir. Zaten fiili durum da böyledir.

 

Geçmişte bin yıllık derinliği olan tarikat geleneğini, İslâm’ın bir medeniyet olarak, fert ve toplum hayatına yansımasında, “Âhlâk-ı İslâmiye Hakâik-i imaniyeyi, Terbiyey-i İslâmiye”yi dem ve damarlara yerleşmesi ve hayata yansımasında tarikat kumrunun çok büyük payı vardır.

 

1925’te Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile başlayan ceberut dönemde resmi ideolojinin şedit yasakları başlıyor. “Allah” demenin yasaklanması, bir gecede bir milleti cahil eden harf inkılabı, Kur’an öğrenmenin ezanın yasaklanması gibi büyük bir dini musibet dönemi yaşanmış. Böyle dehşetli bir zamanda ve yasaklı yasaların labirentleri arasından geçerek imanı kurtarma hizmeti elbette en öncelikli bir vazifeydi. İman meselesi en öncelikli meseleydi.

 

Üstad Bediüzzaman’ın “Zaman Tarikat zamanı değil hakikat zamanı…” sözünü “Ne maksatla? Ne Makamda? Nerede? Ne zaman?” söylediğini dikkate almak lazım.

Tarikatın ritüelleri, iç disiplini ve günümüz deyimiyle prosedürleri ile cemaatlerin faaliyet şekilleri biri birine mâni değildir. Ancak kesin bildiğimiz bir şey var ki, Allah’a imanın gereği vazifelerini yerine getirmenin ötesinde ek olarak belirli bir metod ve normlar dahilinde evrad ve ezkârın müşterek yapılması olarak biliyoruz tarikatı. Hedefi ve maksadı ise kalp ayağı ile Muhabbetullaha muvaffak olmaktır. İlim, fazilet ve kemâlat olarak bir şeyhin vesile kabul etmek olarak biliyoruz.

 

Tarikata mensubiyetin ön şartı iman ve itikat noktasında tereddütsüz teslimiyettir

Risale-i Nur’un hâkikat mesleği ise muhatap bütün insanlardır. Hem inanlar hem de inanmayanları muhatap alıyor.

 

İnananların tereddüt ve şüphelerinin izale edilip imanın tahkiki dereceye eriştirilmesidir. Tahkiki imana sahip olanların marifette mertebe kazanması esastır. Bu sürecin son basmağı yoktur.

 

Seyr-i süluk süreci, İman-ı billah, Marifetullah, Muhabbetullah ve Lezzet-i Ruhaniye şeklindedir. Tarikat yolunu da zikrullah ile muhabbetullaha vasıl olma şeklinde bir süreç biliyoruz. Şeyh makamında olan faziletli kişi uzun ve çileli bir süreçten kazandığı ilim ve marifeti ile müridlerini tenvir etmektedir.

 

Gerek tarikat gerekse cemaatin hizmet ve ubudiyetleri mensuplarından teşekkül eden şahsı mânevi ikliminde ve ortamında gerçekleşiyor. Her grup kendi meslek ve meşrebinin revacı için himmet ve hamiyetini ortaya koymaktadır. Grupların kemiyet (sayı) ve keyfiyetleri (kalite) ile birbirleri arasında güçlerinin karşılaştırması kendileri tarafından olmasa bile hariçten bakanlarca yapılmaktadır.

Grup ve sayı söz konusu olunca sosyolojinin ve siyasetin ilgi alanı olması kaçınılmazdır.

 

Hariçten bakıldığında ve gruplar arası açıktan veya üstü kapalı bir rekabetin konusu siyaset üzerinde etkin olma meselesi çatışmaları netice vermektedir. Yani mesele mesleki değil dünyevidir.

 

Bundandır ki, Üstad Bediüzzman ısrarlar “elimizde nur var siyaset topuzu yok, yüz elimiz olsa nura ancak kâfi gelir…” diyor.

 

Risale-i Nur hizmetinin asli gayesi, “önce kendi imanımızı sonra muhtaç olan insanların imanını kurtarmak” olarak özetlenir.

 

Risale-i Nur cemaatinin diğer cemaat ve gruplardan farklı olarak siyasete sadece prensip olarak bir tavır ortaya koymalarıdır. Bu yaklaşım siyasetle hizmeti dine hizmetle eşit gören kesimler tarafından tam anlaşılamamıştır. Bu siyasete mesafeli yaklaşımı siyasetle organik bağ olarak telakki etmişlerdir. Halbuki vakıa öyle değildir.

Siyasi görüş bahanesi ile özellikle Milli Görüş camiası Risale-i Nur’dan mahrum kaldıkları maalesef vahim bir durumdur. Siyasi mülâhazalarla Risale-i Nur a uzak dururken bugün İslâm dünyasının gündeminde olumsuz algılamalara sebep olan “siyasal islâm” düşüncelerinin etkilerinde kalmışlardır. Önceleri İhvan-ı Müslümin, bir zamanlar Kaddafi daha sonraları Humeyni’yi rol model almak gibi savrulmalar yaşamıştır. Bu gün için rota rayına girmiş sayılabilir.

 

Kollektif özeleştiri

 

Dini cemaatlerin ve tarikat olarak bilinen dini eksenli grupların siyasetle münasebetleri ve mesafe ayarı pratikte gerektiği gibi olamıyor. “Dini cemaatler maksatta ittihat etmelidir. Meslek ve meşrepte ittihad mümkün olmadığı gibi caiz de değildir. Nemelazımcılık kapısını açar” diyor Bediüzzaman Said Nursi.

Bu sözün gereği teoride kalmış pratiğe tam olarak yansıdığını söylemek zor.

 

İkinci bir husus hiçbir grup kolektif öz eleştiri yapma cesareti ve erdemini de gösterememiştir.

Siyasi gruplar tabiatı gereği öz eleştiri yapabilmektedir. Örneğin “Milli Görüş gömleğini çıkarmak” gibi bir strateji değişikliği sağlıklı bir özeleştiridir. Sonrası gelen siyasi başarıdır.

 

Fertlerin de tekâmülünde “nefis muhasebesi” esastır. Keza endüstriyel işletmeler de yaptıkları anketlerle aldıkları “geri bildirimlerle” hatalarını düzeltmekteler ve strateji geliştirmektedirler.

 

Her ne hikmetse dini cemaat ve tarikatların gerek kendi içlerinde gerekse ortak platformlarda “nerede hata yapıyoruz?” gibi bir sualin cevabını arama yoluna gittikleri söylenemez. Kendilerini beğenen “kolektif bir enaniyet”in tezahürü olarak herkesin kendi meşrebini beğendiği meşrep taassubunu netice vermektedir. 

 

Son söz; tarikat ve cemaatlerin “maksadları ilây-ı kelimetullahtır.” Sıkıntı üreten husus ikincil gizli ajandalarıdır. Çatışmaya neden olan hususlar uhrevi değil dünyevi konulardır.

 

Tarikat meselesinin gündeme gelmesi her ne sebeple olursa olsun olumlu bir gelişmedir. Kalbin arayışlarıdır. İman ve islâm dairesi içinde kalbî yöneliş hem fert hem toplumsal hayat için hem dünyevi hem uhrevi kazanımları olacaktır. Düz mantıkla refleks tepkiye gerek yoktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum