Karakolda yaptığımız Nurculuk
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin ile yaptığımız röportajın 9. bölümü
Röportaj: Abdurrahman Iraz, Mehmet Ali Bulut, İhsan Atasoy, Nurettin Huyut / Risale Haber
Teknik Yönetmen: Abdülkadir Özsoy
9. BÖLÜM
(1. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
(2. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
(3. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
(4. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
(5. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
(6. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
(7. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
(8. BÖLÜM için TIKLAYINIZ)
GİTTİKÇE ÜSTADI DAHA ÇOK BÜYÜTÜYORUM
Gaziantep’ten önce Urfa’yla ilgili sorumuz var. Rıdvaniye Medresesinde ilk dersi yaptınız, ondan biraz bahseder misiniz?
İlkin Emniyet Oteli diye bir otelde kaldık, sonra caminin meşrutasında yaptık. Medrese olarak ders yapıyorduk, polisler geriden bakıyorlardı biz ders okuyorduk.
Şimdi Urfa’da kaldınız, Rıdvaniye medreselerinde ders yaptınız, o odalar bugün Nur medresesi olarak hizmet veriyorlar. En son ne zaman gittiniz? O günleri nasıl hatırlıyorsunuz? Nerdeyse elli yıl geçti. O mekânları görmek size nasıl bir duygu verdi?
Ben şimdi oraları ziyarete gidince Üstadımızın verdiği haberlerin çıktığını hatırlıyorum, Risale-i Nurun dünya çapında genişlediğini hatırlıyorum. Üstadımızın öyle lalettayin bir âlim olmadığını gözümüzle görüyoruz. Üstadın hakikaten söylediklerinin hep doğru olduğunu, doğru çıktığını, anlıyoruz. Üstadımızın hakikaten kıymetini biz bilemedik, keşke o zamana dönsek de, Üstad’ın yanında Üstaddan ayrılmadan Üstad ile daima hizmet etsek diye düşünüyorum. Katiyen Üstadın büyüklüğünü anlıyorum. Gittikçe Üstadı daha çok büyütüyorum. Dünyanın halini görüyoruz, dünya hadiselerini görüyoruz gittik dünyanın bazı yerlerine, gezdik, gördük hep oralarda Nur hizmeti başlamış yani bu üstadın kerameti değil de nedir?
POLİS BİZİ ADIM ADIM TAKİP EDİYOR
Size “Urfa’dan gidin” dedikleri zaman siz de Urfa’ya en yakın olan Gaziantep’e gittiniz?
Gaziantep’i seçtik. Gaziantep’te Saçaklı Mahallesi diye bir mahallede eskiden otobüs garajı vardı, orada bir gecekondu bulduk, bir köylünün evi. Orayı tuttum otuz beş lira aylığı, orada kalıyorduk. Yine Risale-i Nurla ilgileniyorum. Risale-i Nur neşroluyor, resmen Ankara'da basılıyor. Bize kitaplar geliyor, yine herkesle ders yapmıyoruz, fakat kitap veriyorum, gidiyorum konuşuyorum, o şekilde hizmetimizi sürdürüyoruz.
Bir taraftan polisin de beni takip ettiğinin farkındayım yani, oranın muhtarı geldi ilkin yanımıza, “ben de sizdenim” dedi. Birisi geldi “Selamün aleyküm ve aleyküm selam “ben de demokratım, ben de sizdenim” dedi. “Nasılsınız? İyi misiniz?” “İyiyiz sağol” dedik. “Kitap versek okur musunuz?” “Okurum” dedi. Verdik ona Küçük Sözleri. Almış Küçük Sözleri doğru emniyete gitmiş. Bir daha geldi, Uhuvvet Risalesini verdik, almış emniyete götürmüş vermiş kitapları, yani takip edildiğimi anlıyorum. Dışarıya gitsek kiminle görüşsek polis bizi adım adım takip ediyor. İşte böyle üç buçuk ay geçti zannediyorum, orda bir kitapçı vardı. İhtilalden evvel zannediyorum Risale-i Nur neşrediliyordu. Bir gün Abdulkadir Özsimitçi. Türkeş’in kitaplarını sattığı için onu öldürdüler, tam evine girerken Antep’te arkasından geldiler vurdular. Hem Nur talebesiydi hem de Türkeş’in kitaplarını satıyordu. Solcular vurdular onu.
İhtilal günlerini hatırlıyor musunuz?
İhtilal biz Urfa’dayken oldu.
“HEY NERDESİNİZ?” DİYE BİRİ BİZE ÇAĞIRIYOR BAKTIM SUNGUR ABİ GELMİŞ
Gaziantep’te o zaman kimler vardı?
Abdulbaki Özsimitçi’yi bilirim, ondan sonra Nazım Gökçek, Ali İhsan Genç, Feyzi Allahverdi vardı, Birecikli. Lise talebesiydi bunlar. Necmettin Şahiner vardı. Bunlar gibi çok gençler bizimle alakadardılar. Mehmet Kaya vardı, Kilis’ten gençler vardı. Gelip giderlerdi. Velhasıl orada da aynı hizmetlere devam ettik. Risale-i Nuru okuyorduk okutuyorduk, kitap veriyorduk.
Üç buçuk aydan sonra ne oldu?
İşte bu Abdulkadir Özsimitçi dedi “kavaklığa gidelim orda bir kahvaltı yapalım.” Hep derdi “burada kapalı duruyorsun.” O da geliyor, çekinmiyor, cesur bir yapısı var. Kitapları gizli kapaklı satıyordu. Kavaklığa gittik kahvaltı yaptık. Kavaklık diye bir yer vardı oralar hep değişmiş şimdi şehir olmuş, velhasıl orda bir duvarın arkasında, yeşillik bir yer, kahvaltı yaptık baktım “heey nerdesiniz?” diye biri bize çağırıyor. Baktım Sungur abi gelmiş, Allah Allah “nerden geldin yav?” dedim. “Siz nerdesiniz, zor bulduk sizi” dedi. Bir cip ile Yusuf isminde bir sakallı şoför Diyarbakırlı vardı yanlarında bir de Rıdvan vardı, Kastamonulu biraz yarı meczup, ondan sonra bir bavul kitap arabaya koymuşlar, Lem’alar yeni basılmış…
ÇOK İYİ KİTAPLAR AMA SİZİN BUNDA BİR GAYENİZ VAR
Neyse orada hoş beş ettik, çay içtik. Dedik “şehre gidelim, dershaneye gidelim.” Bizi de cipe aldılar, dershaneye gidiyoruz, şehre giriyoruz, tam girişte polis noktası var, sakallı şoför de yanımızda, polis geçerken “dur” dedi. Sakallı şoförü görünce ehliyet sordu, çıkardı ehliyeti gösterdi, cipin içine baktı bir bavul “bu bavulda ne var?” dedi. “Bu bavulda kitap var” dedik. Hemen Rıdvan isimli arkadaş Allah rahmet eylesin. “Dini kitap var” dedi. “Ya ne kitabı bir tane bana gösterir misiniz?” dedi. Bir tane gösterdik Lem’a’lar. Aldı baktı “Risale-i Nur mu? Tamam, yasak…” Hemen aldı bizi götürdü emniyete, pazar günü bizi beklettiler, emniyete aldılar. Bizi birinci şube, polis komiseri, “siz burada niye duruyorsunuz?” diye sordular. Dedik “Bu Risale-i Nurda ne var, Risale-i Nura niye bu kadar yasak gözüyle bakıyorsunuz?” Ama hiç aldırmıyorlar. “Bunda sizin bir gayeniz var. Gayeniz nedir?” sual sual üstüne. “Ben sizin muhtara verdiğiniz kitaplarınızı okudum, hiç bir şey yok bu kitaplarda, çok iyi kitaplar ama sizin bunda bir gayeniz var?” “Gayemiz” dedik “millet daha iyi olsun, dindar olsun dindarlığın idaresi mi kolaydır yoksa dinsizlerin idaresi mi daha kolaydır? Biz dine hizmet etmek istiyoruz bunu da Allah rızası için yapıyoruz. Başka bir gayemiz yok?” diyoruz ama tın yok… “Yok, sizin başka bir gayeniz var? Ama bilmiyorum nedir?”
KARAKOLDA NURCULUK YAPIYORDUK
İkinci gün alıp götürdüler bizi mahkemeye verdiler. O gün biz beş kişi idik, Nazım Gökçek de geldi. Arama yapıyorlar, medreseye gittik, kitapları arıyorlar, kitap bulacaklar, pencerenin üzerinde perde var, perdenin arkasında bir boşluk var kitapları oraya koymuştuk, ama oraya bakmadılar. Masanın üstünde yerde kaç kitap varsa onları aldılar götürdüler. Bizi polis karakolunda hapsettiler 15 gün. 15 gün içerisinde bizi mahkemeye vermişler. Jandarmalar silahları asıyorlardı başımızın üzerine, dışarıya gezmeye çıkıyorlardı. Polis karakolunda jandarmalar bizi bekliyordu. Polisler de bizim dostumuz. Ailesi hasta oluyor, başı ağrıyor bize geliyor şöyle böyle ne yapalım. Onlara Hastalar Risalesi bulursak veriyoruz. Nurculuk yapıyorduk işte, karakolda.
Netice on beş gün sonra hâkimin karşısına çıktık. Hâkim, ifademizi aldı serbest bıraktı. Mahkeme devam etti. Fakat peşimizi bırakmadılar. Polis geldi dedi yine “buradan gideceksin.” “Yahu ben vatandaş değil miyim? Niye gideceğim? Tanımıyorum sizi” dedim. Maraşlı bir polis, Şevketti ismi… “Kardeşim, sen ne yapıyorsun? Emniyeti tanımamak, polisi tanımamak. Emin ol süründürürler seni. Cebine bir uyuşturucu atarlar hapisten çıkamazsın. Polise karşı gelme. Gidiver. Şimdi ortalık iyi değil gidiver başka yere git. Nereye gidersen git buradan git” diye ısrar edince İstişare ettik düşündük. “Peki” dedik “gidelim”.
Tamda o sırada Ramazanoğlu, Maraşlı, Adana’daymış orda bir çeltik fabrikasına ortak olmuş, ona da demişler “sen Maraş’ta durmayacaksın.” O da Adana’ya gitmiş. Avukat Hüsamettin Akmumcu, ona da “sen Isparta’dan gideceksin” demişler. Yani şu meşhurları hep, kendi oldukları yerlerden çıkardılar. Adana’da toplandık. Bir gecekondu tuttuk. Adana’da başladık yine Nurculuk yapmaya. Ders okuyoruz, toplanıyoruz. Polisler de geriden geriye takip ediyorlar, farkındayız amma bir suçumuz yok bizim. Emre karşı muhalefet etmedik. İşte dört-beş kere Mahkemeye verdiler bizi,
BAYRAM TEBRİĞİ BASTIRDIK ONDAN DOLAYI MAHKEMEYE VERDİLER
Gaziantep’ten Adana'ya geçtiniz? Adana’da bu saydıklarınızın dışında kim vardı Risale-i Nur talebesi?
Maraşlı Mustafa Ramazanoğlu benim için Antep’e telefon etmiş ben sonra duydum, “burada dershane açmak istiyoruz buraya gelsin” diye. Oradan benim eskiden tanıdığım yerler vardı. Mesela Kuruköprü’de bir lokantacı vardı, Cebrail Yetiş diye bir zat vardı. Ondan sonra Hakkı Baba diye bir kahveci vardı, sonra gençlerden de vardı Ahmet İhsan Genç diye kitapçı vardı Antepli, Kitabevi açmıştı. O sonradan geldi zannediyorum.
Velhasıl gittik, iki kişi zannediyorum, Urfalı bir gençle gittik. Gece otelde kaldık. Türk Ticaret Bankası karşısında bir otel vardı. O Hakkı babanın kahvecilik yaptığı yerin hemen yanında bir otel. O otelde bir gece kaldık. Öyle bir sıcak vardı ki gece uyuyamadım. Sağa dönüyorum, sola dönüyorum, sabahı zor ettik. Öyle sıcak bir yer. Sonra gittik aradık bir gecekondu bulduk. İstiklal mahallesinde, gecekondu tek oda üzerinde bir oda daha var oraya yerleştim. Tek başıma kalıyordum. Sonra Mardinli birisi geldi Kızıltepe’dendi herhalde. Ahmet Bedevi derdik ona. Ahmet Bedevi karayağız bir genç. “Ben seni ziyarete geldim. Burada kalmak istiyorum” dedi. “Peki, kal” dedik. Yani onun da Risale-i Nurdan haberi var okuyor. İşte bazı işimize yarıyordu. Onunla kalmaya başladık.
Yavaş yavaş derslere başladık. İhtiyat ediyoruz. Devamlı dersler, toplantılar oluyor. Mustafa Ramazanoğlu vardı çeltik fabrikasında ortak olduğu, Tevfik Paksu vardı senatörlerden Maraşlı, yani epey bir cemaat vardı Adana’da. Dersler devam ediyordu. Böyle bir kaç defa araştırma yaptılar. Arama yaptılar kitaplarımızı aldılar. Mesela bir bayramda Risale-i Nurdan bir kaç vecize yazmış bayram tebriği olarak bastırdık ondan dolayı Mahkemeye verdiler. Hatta tevkif ettiler. İşte başka zaman çeşitli vesilelerle hapsettiler. Mahkemeye verdiler en son bir mahkemeden bahsedeyim. Mahkemeye gidiyoruz, 500 kişi geliyor mahkemeye, 4-5 avukat müdafaa ediyor. Hâkimler “laikliğe aykırı hareket ediyorlar, laiklik laiklik diyorlar başka bir şey yok.” Bu defa bizim avukatlar savunmada “ne yapmışlar bu adamlar” diye bizleri savunuyorlar. Avukatlar çok güzel müdafaalar yaptılar.
‘GERİCİ YUVALARINI BASACAĞIZ BU AKŞAM’ DEDİLER
Bekir Bey'de var mıydı?
Evet, o da geldi bir kaç kere. Hüsamettin Akmumcu, Bekir Berk, Adıyaman’dan Dursun Kutlu'nun kardeşi avukat, İzmir'den Nejdet Doğan Atalay geldi. Bir kere dört kişi girdik içeri, dört avukat müdafaa etti bizi. Hakim bağırıyor, çağırıyor ama hapishanede diyorlardı ki, “o hâkimin sert oluşuna bakmayın, o sizin tarafınızdaysa sert çıkar sonu beraattır.” Velhasıl hapishanede epeyi hizmetler oldu. 1971’e kadar hadiseler devam etti. 1960’tan 71'e kadar Adana’da kaldım. En sonda 71 senesi 1 Nisanda bizi hapsettiler. Ne için hapsettiler? Cebrail isminde biri vardı geldi akşama yakın “polisleri konuşurken dinledim bana işittirmek için söylüyorlar ‘gerici yuvalarını basacağız bu akşam’ dediler. Sakın bu gün toplanmayın. Basacaklar burayı” dedi.
İKİNCİ GÜNÜ ZÜBEYİR ABİ VEFAT ETTİ DİYE BİR GAZETE YAZDI
71 Mart muhtırasından sonra mı?
Evet, o muhtıradan sonra, ben düşündüm şimdi dedim toplantı yapmasak da onlar mutlaka bir şey yapacaklar, hem bizim toplanmamız suç değil, kitap okumamız suç değil, bu kitaplar serbest, çok yerde beraat etti. Yüzlerce beraat kararı var. Ben dedim kimseye söylemeyeceğim. Sonuca katlanacağız artık. Cuma gecesi ders gecesiydi, gelen geldi, gelen geldi, 47 kişi olmuştuk. Yedisi çocuk kırk kişi. Hep devamlılar, geliyor onlara söylemedim. Baskın oldu…
Çetinkaya da var o sonradan geldi. Tam hadiseler oldu polisler geldi bizi götürüyorlar. Çetinkaya geldi, baktım uzaktan kardeşiyle geliyor. Sonra onları yakaladılar hapse attılar. Velhasıl o akşam, 1 nisanda, hapishaneye attılar. İkinci günü Zübeyir abi vefat etti diye bir gazete yazdı. Zübeyir abi duymuş hapse atıldığımızı. O bir ilaç kullanıyordu doktor falan dinlemiyordu. Maalesef o ilaçlarla, işte sebep Takdir-i İlahi, Allah Rahmet eylesin.
(Devam edecek)
YARIN: Türkeş broşürünün dağıtılmasını neden istemedim?