Kefenim kar baharı intizar

Vedat Kuşulay’ın yazısı

Bad-ı hazanda “Yeni bir Nevbahar için bir kez daha Sonbahar” ile başlayan sonbahar temalı yazımıza “kış” teması ile devam etmek istedim. Bir coğrafyacı olarak aşina olduğum bir konuyla nesri mesleğime böyle yakın kıldım.

Kışı bize en güzel tasvir eden imgelerden biriydi kuşkusuz kar. Kimilerine kefeni, kimilerine saflığı, kimilerine ise kirliliği setreden beyaz bir örtü gibiydi. Çneşe, yaşlılara ölüm imgesiydi. Zengin için kayak, board; fakir için yakacak, soğuk ve çile. Haberciler için beyaz esaret. Şoförler için kapanan yollar, zincir ve temkin.

Adeta insan nüfusu kadar kar algısı vardı. Biri diğerine zıt, yekdiğerinin algısını asla kabul etmeyecek azametli zıtlıklar.

Ben bu zıdlıkları anlamlandırmaya çalışırken meleklerin gökten indirdiği kar taneleri müşkilimi izale etti. Mümkündü. Zıt, muhalif ve farklı olsakta aynı orkestranın farklı enstrümanları gibi bir ahenk tuturmak, bir senfoni sergilemek mümkündü. Nasıl mı? Sorusuna fısıltıyla cevap verdi eskortluğunu meleklerin yaptığı bir kar tanesi: “Milyarlarcayız birimiz diğerine benzemiyor ama hepimiz yeryüzüne beyaz bir örtü örtmek için ilerliyoruz ve ilerlerken de birbirimize zarar vermiyoruz” dedi.

Tefekkür ufkundaydım. Melekler bir bir indiriverirlerken gökten kar tanelerini selefin üstadları benden önce kara bakıp neler yazdı, neler tefekkür ettiler acaba diye biraz bakındım kitaplara…

Yahya Kemal;

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.

Karın sessizliğini uzun bir hasretin, cevapsız akıp giden zamanın senfonisine benzetmişti. Bu senfoniyi kulak değil yürek dinliyordu.

Cenap Şahabettin mısralarında da ayrı bir hüzün vardı:

Karlar,
Ki semâdan düşer düşer ağlar!

Ahmet Muhip Dranas da o coşkulu ve heyecanlı dizelerinde kara yer vermiş ve kar onda derin izler bırakmıştı:

Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte,
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte,
Kar yağıyor üstümüze, inceden.

Ve her mısrasında hüzün sızan Cahit Sıtkı Tarancı ise suskunluk yüklemişti kara anlam olarak. Diğer tüm şair dostlarının aksine karı, kuşun kanatlarına benzetmiş hüznü çağıranın kar değil kanatları yolanlar olduğunu söylemişti bize.

Esiyor tane tane yine beyaz bir rüzgar.
Söyleyin hangi kuşun kanatları yolundu?
Yine hangi ağaçtan döküldü bu yapraklar?
Yağan beyaz bir sükut, bir mahşerdir sanki kar!

Daha yazılacak çok cümle vardı karla ilgili. Şairlerin de çok mısrası…

Ancak herzamanki gibi hüzün, umutsuzluk ve keder akıyordu. Ölümle yüzleşememenin verdiği bir ızdıraptı bu. Zaman zaman onlar gibi algılamıyor değildim.

Evet nasıl sonbaharın rengiydi sarı ve ihtiyarlığın hüznünü takınmıştı. Aynen öylede kış da ölümün beyaz kefeni olan karı giymişti. Sonbaharın uğultusu bile yoktu kışta. Büsbütün ölüm sesizliğiydi kar ve kış.

Tefekkür ufkumu kainattaki her sırrın keşşafı olan Kur’an’a yönelttim. “Onlara ne gök ne yer ağlamadı” (Duhan:29) diyordu. Yani mefhumu muhalifiyle (aksi ile kanıt) kainattaki mübarek zatların ardından göklerin ağladığını ifade ediyordu... Gök bu yıl ne çok ağlamıştı... Ne çok acı vardı. Her gün aldığımız binlerce ölüm haberi. Çile, ızdırap ve işkence altındaki binlerce masum. Her vicdanlı ferd gibi gökler de ağlıyordu. Sesizce ağlıyordu. Yerde yatan evladının üstüne ağlayan bir anne gibi sessiz, usulca, edeb dersi vererek ağlıyordu.

Firakın verdiği hüzündü bu. Visalin varlığını bilmese büsbütün çileden çıkardı çünkü. O zaman “Bu da geçer yahu” demeliydik...

Hadiselerin ardındaki güzelliği görmeliydim...

Bir cerrahın çocuğumu iyileştirimek için bıçakla onu kesip biçmesine nasıl razı oluyorduysam. Kışın bir cellat gibi baharı getirmek için kainatı öldürmesini sevmeliydim...

Azraili sevmeliydim...

Tanzimat sonrası edebiyatına, şairlerine, yazarlarına değil, Azrail ile karşılaşacağı güne Şeb-i Arus (Düğün gecesi) diyen Mevlana’ya kulak vermeliydim...

Zalimlerin hesap vereceği, büyük mahkemenin kurulacağı günü intizar etmeliydim. Bedenin yorgunluğundan, dünyanın meşakkatinden sıkılan ve sevgiliyi bekler gibi ölümü bekleyen ihtiyar gibi sevmeliydim karı, sevmeliydim kışı ve sevmeliydim ölümü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum