Kırkıncı Hocanın babası: Benim oğlum evliya, evliya, siz anlayamıyorsunuz

Kırkıncı Hocanın babası: Benim oğlum evliya, evliya, siz anlayamıyorsunuz

Merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi‘nin yanında Arapça ve İslami ilimler tahsil eden Musa Şekerci hocamızla yaptığımız röportajın ikinci bölümü…

Salih Okur/cevaplar.org

EFE HAZRETLERİNİN FETVA VERMESİ

Hocamdan duyduğuma göre, Alvarlı Efe hazretleri kendisinden bir meselede fetva istendiğinde yanında Solakzâde Sadık Efendi varsa, önce fetvayı verir, sonra Sadık Efendi’ye dönerek “öyle değil mi müftü efendi” diyerek fetvayı tasdik ettirirmiş. Bu da onun ilminin derinliğini gösteriyor.

HOCAMIN HOCALARI

Hocam ilk Arabi ilimlere Serçemeli Mustafa Efendi‘de okumaya başlamış ama Mustafa Necati efendi kısa bir süre sonra Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğinden, asıl hocalığını Tifnikli Hacı Faruk Efendi‘den almış. Daha sonra o vefat edince, Ağrı’da Molla Nadir Efendi‘den ikinci icazetini almış. Ağrı’dan döndüğünde, ilmini tamamlamış olmasına rağmen bir yandan talebe okuturken, Erzurum müftüsü Solakzâde Sadık Efendi‘yi de bırakmamış. Bize ders okuttuktan sonra müftülükteki Fetvahane’de Sadık Efendi’den dersler alıyordu.

Hocam Solakzade Efendi’yi çok seviyordu. Bir gün “bugün rüyamda merhum Solakzâde Sadık Efendi’yi gördüm. Pazuları öyle beyaz öyle beyaz idi ki. Sağ pazusuna yapıştım, güzelce öptüm” dedi. Sadık Efendi’yi çok seviyor, çok da methediyordu. “Ona denk şu an kimse yok” diyordu.

Bir keresinde de şu hatırayı anlatmıştı; Solakzade Sadık Efendi bir sene hacca gidecekmiş. Medine’de mücavir olan Sadık Efendi’nin talebesi Serçemeli Mustafa Necati Efendi merhum da oradaki hocalara; “hocam gelecek” diye müjde veriyormuş. Sadık Efendi gelmiş. Hocalar onu görüp, ilminin büyüklüğünü müşahede edince Necati Efendi’ye demişler ki; “Hocam gelecek” diyordun, biz de senin gibi bir hoca zannetmiştik. Şöyle demen lazım gelirdi; “Bir deniz geliyor ki, içinde boğulursunuz.”

musasekerci.jpg
(Musa Şekerci hoca)

Nadir Efendi’yi çok takdir eder, “müstesna bir insan” derdi. Onunla alakalı bir hatıra anlatayım. Eski Kümbet’in bir penceresi vardı. Pencerenin önünde de iki kişilik bir kanepe vardı.

Bir gün merhum Nadir Efendi Erzurum’a gelmişti. Biz Kümbet’te beş altı arkadaş ders okurken İnam hoca ile Molla Nadir Efendi de pencerenin önündeki kanepede oturuyordu. Çok acaip bir alimdi. Bir kelimede takıldık. Orada bulunduğu yerden hemen müdahale etti düzeltti, izah etti.

Orada İnam hocaya hocamla alakalı demiş ki; “Bu zatı ben okuttum ama bunun bir aylık manevi mahsulatını bana verseler bana yeter” demiş. Bunu bize sonradan İnam hoca merhum nakletti.

“BENİM OĞLUM EVLİYA AMA SİZ ANLAYAMIYORSUNUZ”

Hocamın babası merhum Hacı Celal amca bana bir şey anlatmıştı. Biz kendisine “hacı baba” derdik. Medine-i Münevvere’de Erzurum Ribatının altında bir mescid vardı. Serçemeli Mustafa Efendi orada sohbet ederdi, namaz kıldırırdı. Hacı Baba da Erzurum ribatına yerleştiğinden, devamlı oradaydı.

whatsapp-image-2024-11-24-at-14-13-11.jpeg
(Serçemeli Mustafa Efendi)

Mustafa Necati Efendinin cemaatinden biri bu siyasi meselelerdeki ihtilaflardan dolayı hocamın aleyhinde konuşuyormuş. Bir konuşmuş, iki konuşmuş, üç konuşmuş. Bir gün Hacı Baba orada oturmuş, Mustafa Necati Efendiye de “hocam az otur” demiş. O da oturmuş. Cemaat çıkınca Hacı Baba o aleyhte konuşan adama; “Sen niye benim oğlum hakkında böyle konuşuyorsun? Sen Türkiye’deki şartlarda yaşayan bir adamla Medine’deki şartlarda yaşayan bir adamı bir mi tutuyorsun? Benim oğlum evliya, evliya! Siz bilmiyorsunuz benim oğlumu, anlamıyorsunuz, ben ne yapayım? Kalkmış bu cemaate benim oğlum aleyhine konuşuyorsun. Peki ne kazanıyorsun?” demiş. Mustafa Efendi de bu sözler üzerine bir söz diyememiş.

-Ama hocam hocasının aleyhinde tek kelime konuşmamıştır?

-Yok yok. Sadece; “Allah selamet versin, Mustafa Necati Efendi Medine’nin gözüyle Türkiye’yi seyrediyor ve yanılıyor” demişti.

OSMAN BEKTAŞ HOCAMIN DERSLERİ

Eskiden medreselerde her türlü ilim okutuluyordu. Mesela talebe nahiv okuyorsa hoca onu okutuyor, fıkıh okuyorsa onu okutuyor, mantık okuyorsa onu okutuyor, tefsir okuyorsa, onu okutuyor. Buranın medrese hocaları öyleydiler. Hocam öyleydi mesela, kim hangi ilmi okuyorsa, onu okutuyordu.

Hocalar hep öyleydi. Mesela müftü yardımcısı merhum Osman Bektaş hoca fıkıhta müstesna bir adamdı. Ama bununla beraber “ben tefsir bilmem” demiyordu yani.

Mesela ben askerden sonra Yukarı Mumcu Camiinin yanındaki medresede kalıyordum. Osman Bektaş Hoca merhum Halis Emek hoca ile aynı binada oturuyorlardı. Akşamla yatsı arası Osman Bektaş Hoca Yüksek İslam Enstitüsü talebelerine ders veriyordu. Biz de bir gün dinleyici olarak gittik. Gittiğimizde Medarik tefsirinden Lokman Suresini okutuyordu. Derse başlamadan önce o sayfayı şöyle baştan sona bir süzer, sonra; “haydi azizim, başlayın” derdi. Sonra bir izaha girişirdi ki sorma. Fıkıh alimiydi ama tefsiri de böyle anlatıyordu.

Onlar hep gittiler Salih kardeş, hep gittiler. Yerleri de dolmadı, dolmadı…

Osman Efendi ile alakalı bir başka hatıra daha aklıma geldi; Osman Bektaş Hoca Alipaşa Camiinde ikindi namazından sonra vaaz ediyordu. Ama müthiş vaaz ediyordu. İlmi konuşuyordu, sıradan bir şey değil yani.

Osman Efendi bir vaazında bir hataya düşmüş, “Cennet, Cehennem hali hazırda yok, sonra yaratılacaktır” demiş. O sırada cemaat arasında bulunan Erzurum vakıflarından merhum Nureddin Yaşar kardeş de bunu reddetmiş. Sonra Kümbet’e hocamın yanına gelmiş. Hocam da ona Osman Hocaya neler söylemesi gerektiğini belletmiş.

whatsapp-image-2024-11-24-at-14-10-42.jpeg
(Solakzâde Sadık Efendi)

Bir gün namazı kıldırdıktan sonra Alipaşa Camiine gittim. Vaaz bitti. Merhum Nureddin kardeş hocadan izin istedi, ayağa kalktı. “Hocam, siz Cennet ve Cehennemin sonradan halk edileceğini söylemiştiniz” dedi. Ve bu işin öyle olmadığını üstaddan deliller getirerek anlatmaya başladı. Ama sanki otomatik makina gibi konuşuyor. Herkes dinliyor, kimsede çıt yok. Osman Bektaş hoca da kürsüde. Ben de minberin altına oturmuş dinliyorum. Nureddin konuşmasını bitirdi. Bektaş hoca da Allah için, hiç tepki göstermedi.

HOCAMIN OSMAN BEKTAŞ HOCA İLE TAVÂLİ OKUMASI

Hocamdan bir kaç defa dinlemiştim. Demişti ki; “Merhum Solakzâde Sadık Efendi’den okurken arkadaşlar “ya biz aramızda bir Tavâli okuyalım” dediler. İçlerinde merhum Osman Bektaş Hoca da vardı. (Tavâliu’l Envar, Kadı Beyzâvi’nin Kelam ilmine dair yazdığı demir leblebi bir kitap.) Okumaya başladık. Ben bu kitabı Ağrı’da iken hocam Molla Nadir Efendi‘den okumuştum. Güzel de anlıyordum.

Okumaya başladık, ama arkadaşlar kitabı anlayamıyorlardı. Osman hoca da anlayamıyordu. Bir kaç gün sonra arkadaşlar dağıldılar, Osman Bektaş hocayla ikimiz kaldık. Osman Bektaş dedi ki; “Azizim Mehmed Efendi (onun hitap tarzı öyleydi, hep öyle söylerdi) kitaba devam edelim. Sen bana bunu okut. Herkes bilsin ki sen benden okursun, ben de bileyim ki ben senden okurum.” Böylece kitabı baştan sona kadar beraber okuduk.”

HOCAMIN HALİS EMEK HOCAYA DEDİKLERİ

1973’de hocamlar Medrese-i Yusufiye’ye alındığında hocamı hapishanede ziyarete gitmiştim. Merhum Halis Emek hoca da gelmiş, tevafuken karşılaştık.

Daha Halis hoca bir şey konuşmadan hocam ona; “Hocam, bu işin yolu buradan geçer” dedi. Yani dine hizmeti göze alanlar böyle sıkıntıları da göze alabilmelilerdi. Sonra konuşacaklarını konuştu, her şeyi anlattı. Halis efendiye söyleyecek bir söz kalmadı. O, hocama teselli vermek için gitmişti, ama gerçek teselliyi hocam ona verdi yani.

DARU’L HARP NEDİR KİTABI

whatsapp-image-2024-11-24-at-14-14-03.jpeg
(Halis Emek Hoca)

Hocamdan duyduğumu aktarayım. Daru’l Harp Nedir kitabı çıkar çıkmaz merhum Halis Emek hocaya kitabı almış götürmüşler. Halis Emek siyasi meselelerden dolayı o zaman hocamla ihtilaf halinde. Götürenler de Halis Emek’ten hocama reddiye bekliyorlar. Okumuşlar, baştan sona kadar dinlemiş. Sonra; “Mehmed Efendi’nin burada payı yok ki, kitap ne demişse o da onu yazmış. Dikkat edin, oraya kendinden bir şey koymamış. Biz bunu nasıl reddelim, reddi olmaz ki bunun, doğrusunu yazmış adam” demiş.

Bu vesileyle bir şey aklıma geldi. Şiddetli bir kış günüydü. Ev telefonu çaldı. Açtım. Karşımdaki şahıs selam verdikten sonra kendisinin Diyanet İşleri Başkanlığında -şimdi hatırlayamıyorum- bir daire başkanı olduğunu söyledi. “Buyurun hayrola” dedim. Dedi ki; “Yurt dışına hoca, din görevlisi göndereceğiz. Bu Daru’l Harp meselesi ortalığı kasıp kavuruyor. Kırkıncı Hocamın “Daru’l Harp Nedir” diye bir kitabı varmış. Bu kitabı bu göndereceğimiz hocaların eline vermezsek, bunlar orada perişan olurlar. Yarın sabah elli tane bu kitaptan göndermenizi rica ediyorum” dedi. “Aha şu anda Erzurum’da göz gözü görmüyor hocam” dedim. “Valla hocam ne yaparsan yap, bu kitaplar gelecek” dedi. Kalktım, Erzurum Kültür Vakfı Yayınevine gittim. “Uşaklar hele bir arayın” dedim. Aradılar, depolara filan baktılar. Elli kitabı tamamladık, gönderdik.

Devam edecek

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.