Misafir Kalem
Babam Merhum Mustafa Sungur’un 12. Vefat Yıldönümü Anısına…
Muhammed Nur Sungur
Hz. Üstad Bediüzaman’ın en büyük ve en mühim eserlerinden birincisi 130 parçadan müteşekkil kitapları olan Nur Risaleleridir.
İkinci eseri de, etrafında pervane olup halkalaşan Saff-ı evvel ve Saff-ı Sani talebeleri ile Risale-i Nurlarla tanışıp yeni bir hayata başlayan ve her biri birer iman ahlak ve fazilet abidesi haline alan nur talebeleri, Nur cemaatleridir.
Merhum babam Mustafa Sungur da Hz. Bediüzzaman‘ın "Benim tarz-ı hareketini bilen" ve “Hayatım hayatınla devam edecek” dediği en mühim bir vekili ve varisiydi, tıpkı Ayet’ül Kübra gibi Haşir Risalesi gibi tevhid hakikatlerini dur durak demeden gezip dolaştığı her yerde ilan edip okuyan ve anlatan bir talebesiydi.
Üstadının rahle-i tedrisine gencecik bir Anadolu delikanlısı olarak girmişti. Nur Risaleleri ve Üstadı ile tanışmadan evvel Köy Enstitüsü’nü bitirip formatlanmış, gençliğinin bütün enerjisiyle Cumhuriyet devrimlerinin yılmaz ve yaman bir savunucusu olarak hizmet vermek üzere öğretmenliğe başlamıştı.
Babam dindar bir aileden gelmesine rağmen enstitüde okurken “Bazı muallimler tarafından bize dinsizlik dersi verilmişti” diyerek ateizm telkinlerine maruz kaldığını ve zihninde bazı şüpheler oluştuğunu anlatırdı.
Maalesef o yıllarda okullarda “Biz dini toprağa gömdük” diyerek kasten binlerce vatan evladının iğfal edilmesine sebep olan dinsizlik propagandası ile “Din bizi geri bıraktı” yaveleri, öğrencilerin körpe zihinlerine işleniyordu.
Babam merhum Üstad Bediüzzaman’ın adını ilk defa “Kastamonu’da bir hoca varmış cenneti ve cehennemi görerek kitap yazarmış” diye okuldayken duyuyor. Son sınıfta stajyer öğretmenliği sırasında muallim Şevket Bey’den Bediüzzaman‘la ilgili senakâr ifadeler duyunca da merakı artıyor.
Köyde öğretmenliğinin ilk yıllarında bir gün komşu köyümüzün hatibi İbrahim Yakut Efendi, İnebolu Nur Talebelerinin teksirle çoğaltıp yeni harflerle bastıkları “Ayet-ül Kübra” risalesini “Sungur! Sen kitap okumaya meraklısındır. Bak al bu kitabı oku” diye babama veriyor. Babam hakikaten kitap okumaya meraklı. Talebeliği sırasında Köy Enstitüsü’nde 250’den fazla hocalarının verdiği maddeci ve materyalist felsefeye dair kitapları okuduğunu anlatırdı.
İlk defa eline geçen Ayet-ül Kübra risalesinin “Kainattan hâlikını soran bir seyyahın müşahedatıdır” diye başlayan birkaç sayfası yıllarca süren formatlama işlemini iptal etmeye kafi gelecekti. “Okuduğum satırlar bende adeta şimşekler çaktırıyordu; Çölde susamış birinin suya kavuştuğu andaki duyduğu sevinç ve süruru yaşıyordum” diyordu. Eğitim-öğretim süresince okuduğu maddeci felsefe kitaplarının tesirinde kalıp zihninde şüpheler oluşan babam o günleri anlatırken “İlk defa okuduğum Ayet-ül Kübra risalesinin satırlarından mis gibi kokular geliyordu. Onları hava gibi teneffüs ediyor su gibi içiyordum. Sanki ezelden ebede kadar uzanmış hudutsuz bir kâinat ve zaman, benim için diriliyordu. İmanın dersleri ile bütün zaman ve mekânlara sahip oluyorum gibi bir saadet bir huzur buluyordum. Sonraları anladım ki bu hakikat-i imaniyenin nuru ve tecellisidir. İşte Risale-i Nurlar hep bu hakikat-i imaniyeyi insana kazandırdığı nur ve saadetleri beyan etmektedirler” diye ifade etmişti.
Merhum Babam “Faniden bakiye ulaşmanın manasıdır” diye tarif ettiği bu yeni hayat halinin saikiyle Risale-i Nurları hava gibi teneffüs edip su gibi yudumlarcasına okuyup yazmaya başladı. Nur risaleleriyle meşgul oldukça Üstad Said Nursi'ye hayranlığı da artıyordu. Hayatında meydana gelen değişikliği Üstad Nursi’ye yazdığı mektuplarda “Ben eski sefahat ve dalaletimden kurtuldum” ifadeleriyle dile getiriyordu. Üstad’dan gelen mektuplar ve kendisini görme iştiyakının, ruhunu saran heyecanını teskin etmeyince 1947 yılının Eylül ayında Emirdağ'a ziyaretine gidiyor.
Bir ikindi vakti huzura vardığında kendisini manevi baba şefkati ile karşılayıp “Ceylan bir Sungur, Sungur bir Ceylan’dır” diyerek manevi evlatlığa kabul ediyordu. Bunu çok büyük bir iltifat ve mazhariyet sayan babam bir nur talebesi halet-i ruhiyesi içinde memlekete döndüğünde bu sevincini “Ben Nur Risalelerini tanıma ve bu nurani kervana dahil olma yolunda 4-5 kişiden istifade ettim ve feyz aldım” dediği insanlarla paylaşıyordu. (Bunlar; Hatip İbrahim Efendi, Ahmet Fuat hoca, Hıfzı Efendi, Osman Usta ve Mustafa Osman ağabeydi.) Bilahare Kastamonu’ya giderek Mehmet Feyzi Efendi, Çaycı Emin Bey ve o civarın diğer nur talebelerini ziyaret ederek hizmet kadrosuna katılıyor ve şevkle çalışmaya başlıyor.
Hz. Üstad'ı ziyaretinin üzerinden daha bir-bir buçuk sene geçmemişti ki Afyon hadisesi patlak veriyor. Üstad Bediüzzaman’ı ve 53 talebesini tutukluyorlar. O sırada daha 18-19 yaşlarında bir muallim olan merhum babamın bütün düşüncesi ne yapıp edip Afyon Cezaevinde mevkuf olan Üstadına ve etrafında halelenen talebelerine iltihak edebilmekti. Bunun için babaanneme “Ana ne olur, bana dua et! Medrese-i Yusufiye‘ye gideyim” diyordu. Kadıncağız bir mektep veya yüksek okul zannederek Medrese-i Yusufiye‘ye girmesi için oğluna “Ya Rabbi Mustafamı Medrese-i Yusufiye‘ye gönder!” diye dua ediyordu. Dualar kabul oldu babam cezaevi çatısı altında üstadına kavuştu. Halbuki o sırada genç bir muallim, yeni evli ve biri beşikte iki çocuğu var. Yıllar sonra o günleri büyük bir hasretle yâd ederken şöyle diyecekti merhum babam: “Afyon hapsi bizim için hapis değildi. Sanki Cennet bahçelerinden bir köşeydi. Zira Hz. Üstad‘la aynı çatı altında bulunuyor, hiç olmazsa haftada bir kaçamaklı ziyaret ediyorduk. Çok şahane günler geçirmiştik.”
Tabii babam hep müsbet manada hizmete bakan cihetiyle bunları söylüyordu. Oysa ki, Afyon hapsi hem Üstad, hem talebeleri için dayanılması güç ve çekilmesi müşkil işkence ve zorluklarla dolu kabus günleriydi. Hz. Üstad dönemin zalimleri tarafından soğuktan donup ölmesi için tek başına camları kırık kocaman bir koğuşa konulmuş ve zehirlenmişti. Talebeleri ise her gün çeşit çeşit işkence ve dayaklardan geçiriliyordu. Bir seferinde babama bu işkence ve yıldırmaları sormuştum. Bahsetmek istemiyordu, ısrar ettim. "Baba ne olur anlat" diye... Bir gün kaçamakla idare görmeden üstadın yanına gidip yardım ettiğini, fark ettiklerinde ise hapishane zebanilerinin falakaya yatırıp dövdüklerini, üç gün ayağa kalkamayıp yürüyemediğini anlatmıştı! Kim bilir daha neler, neler!
Babam Afyon’da altı ay ceza alıp mahkumiyetini tamamlayıp tahliye olduktan sonra asrın büyük çilekeş ve dertlisi Hz. Bediüzzaman’ın yanından vefatına kadar ayrılmadı. İman ve Kur’an hakikatlerinin neşri, neşv-ü neması bulması, tevhid davasının bayraklaşması yolunda hayatının sonuna kadar sebat etti. Hz. Üstad'ın diğer Saff-ı Evvel talebeleri gibi babam da bu davanın, bu hizmetin istikrarı ve Üstadlarından devraldıkları bu emaneti bihakkın yerine getirebilmek için durmadan çalıştı, çabaladı ve uğraştı.
Merhum babamın bütün hayatı, her şeyi Risale-i Nur idi. Hizmet mevzubahis olduğunda hiçbir mani tanımaz ve asla yorgunluk hissetmezdi. Gelen her davet ve çağrıya uzak-yakın büyük-küçük demeden icabet ederdi. Üstadının “Sungur sen fenafin nur olmaya mecbursun” iltifatına nailiyetin aşk ve şevki ile Türkiye’nin hemen hemen her yerini ve bir çok dünya ülkelerini dolaşarak tevhid ve nübüvvet derslerini okudu, okuttu ve anlattı. Üstadından tevarüs ettiği iman-Kur’an davası uğruna hizmetten hizmete beldeden beldeye koştu durdu.
Dostlar! Son olarak merhum babamın da pek çok defa derslerde okuyup okuttuğu şu duayı yapalım: “Ya Rabbi! Bizleri kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve Esrâr-ı Kur’aniye ile Kemal’i ferah ve sevinçle meşgul eyle... Amin inşallah.” (Şualar)
Ve şu dua ve niyaz ile Rabbimize yalvarıp bitirelim: “Ya Erhamerrahimin! Bu Resul-ü Ekrem’in (asm) hürmetine, bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve dar-ı saadette onun al-ü ashabına komşu eyle. Amin… âmin… âmin….”
Bir hürmeti Seyyid-il Mürselin Vel-Hamdülillahi Rabbil-Alemin…
Ruhu için EL-FATİHA.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.