İsmail BERK
Konya ve Risale-i Nur
Konya, Selçuklu ruhunu Anadolu merkezine merkez yapmış ve o ruhu karşılamış bir şehirdir. Şehri taçlandıran maneviyat şemsiyesi, büyük sultanlara gönül tacını giydirmiştir. Bu vadide akan irfan ve ilim havzası, tekkenin sufi asaleti ile günümüze dek gelen ehl-i sünnet çizgisindeki Kur’an yolunun yolcularını taşımıştır.
Asr-ı Saadet’ten günümüze rehberlik veren irfan öncülerinin son halkasında, Hazreti Mevlana’dan Bediüzzaman’a nakleden çağın reçetesi vardır.
Her çağ kendi dokusunu nakşetmiştir. Her dönem kendi kabiliyetini okumuştur. Her ihtiyaç, yeni müçtehitlere kapı aralamıştır.
İlahi takdirin serfiraz ettiği bu büyük zatlar, mana alemindeki beraberliklerini zaman farkıyla ve muhatap farkıyla değişen muhteva ve tarzlarını ümmete takdim ederler.
Aynı isimle farklı mevsimlerin idrakine mesneviler sunan Hazreti Mevlana ve Bediüzzaman, ikisi de “Bende-i Kur’an’dır.”
Konya’da Mevlana’nın Şemsi, Said Nursi’nin Zübeyir’i vardır.
Bu vadide Mevlevilik mecra bulurken, çağımızda Nurculuk eş değer manaları farklı bir ekolle ortaya koymuştur.
İkisi de ehl-i sünnet yolcuları, hakikat aşıklarıdır.
”O çok yaralı Eski Said’in kalbine geldi ki: “Üstad-ı hakikî Kur’ân’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur” diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl‑i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş”(Mesnevi-i Nuriye, 16).
Mevlana’daki ilahi aşkın sembolizmi, Bediüzzaman’da aşka merhem olacak şefkat olarak tezahür eder.
Konya, iki imparatorluğun İslam şehridir. İslam’ın kalbine giden yolların başkentlerinden biridir. Bediüzzaman ve talebelerine ev sahipliği yapması, sehavetinden ziyade vazifedarlığındandır. Ruhun insicamına iklim arayanlar, hakikatin cazibesine mevleviyane pervane arayanlar ve tasavvufun o engin havuzunda yıkanırken, çağın tefekkür ihtiyacı ve manay-ı harfi ile tevhide açılan akıl ve kalp pencereleri tefekkür havuzu ile birlikte beraberce Kevser-i Kur’an’a akmışlardır.
Mevlevilik ve Nurculuk, tasavvuf ve tefekkür, aşk ve şefkat, Mevlevi ve Nurcu, Mevlana ve Bediüzzaman birbirini besleyecek ve kucak dolusu kalbi ve akli buluşmaya vesile olacak şahikalar umdesi taşıyorlar.
Konya bu anlamıyla manidardır.
Bediüzzaman Konya’yı Anadolu’nun parlak bir medresesi olarak görür ve “Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, çoktan beri beklediğim bir ciddî yardım, Konya ulemasından görülmeye başladı. Evet, Risale-i Nur medreseden çıkmış, ilim içinde hakikate yol açmış, hakikî sahipleri ve taraftarları medreseden çıkan hocalar olduğuna binâen, umum Anadolunun eskiden beri parlak ve faal bir medresesi Konya şehri olduğundan, o mübarek medresenin şakirtleri kendi malları olan Risale-i Nur’a sahip çıkmaya ve sarılmaya başladığını Sabri’nin mektubundan anladım ve buraya, Konya’ya yakın geldiğime ruh u canımla memnun olup, bana gelen bütün sıkıntılara sürurla mukabele edip tahammül ediyorum”(Emirdağ Lahikası, 171) sözleriyle Konya’yı gönül dünyasında müstesna bir yere koyar.
“Isparta kahramanları gibi, Konya’nın mübarek âlimleri Risale-i Nur’a sahip çıktıklarından, daha dünyaca, vazife-i Nuriyeye bir endişem kalmadı. O mübarek ve kuvvetli ellere Risale-i Nur’u emanet edip rahat-ı kalb ile kabrime gidebilirim” (Emirdağ Lahikası, 171) diyerek bu beldeye ne kadar güvendiğini beyan eder.
Bediüzzaman üstadlarını sayarken bunlardan birinin de Mevlana Celaleddin-i Rumi olduğunu ve Mevleviler’den bir kısmının Risale-i Nurlar ile imana ve Kur’an’a hizmet ederek birer “Nur Kahramanı” olmalarını da beklediğini ifade etmektedir(Emirdağ Lahikası, 277).
Bediüzzaman “Mevlana bu zamanda olsaydı Risale-i Nur’u yazardı. Ben Mevlâna’nın zamanında yaşasaydım Mesnevî’yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevi tarzında idi; bu zamanda ise Risale-i Nur tarzındadır”(Necmettin Şahiner, Son Şahitler, 1/318) diyerek “Kardeşlerim, Kalbime ihtâr edildi ki; nasıl ki, Mesnevi-î Şerif, şems-i Kur'ân'dan tezâhür eden yedi hakikattan bir hakikatin aynası olmuş, kudsî bir şerâfet almış; Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin lâyemut bir mürşidi olmuş. Öyle de, Risâle-i Nur şems-i Kur'âniyenin ziyâsındaki elvân-ı seb'ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nûru birden aynasında temessül ettirdiğinden -inşâallah- yedi cihetle şerîf ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak”(Lem’alar, 353) müjdesini vermektedir.
Mesnevi-i Şerif’le Farsça’ya uzanan aşk dili, Mesnevi-i Nuriye ile Arapça’ya ulaşan tefekkür dilini temsil eden şaheser üslup, mana ve derinlik iklimleridir.
Bugün, burada bu gönül sultanlarının izinde, çağımıza bakan veçhesiyle zamanın öğüttüğü, helaket ve felaketlerin savurduğu ve devr-i sabıkın zulüm ettiği yakın dönemin mücahitleri, muvahhitleri, talebeler ve Nur hareketinin aksiyon ihlas ehlini münhasıran anıyoruz.
Konya’nın irfan tarlasından çiçek açmış, birer çekirdek gibi meyvelerini müşahede ettiğimiz bu Nur talebesi ve Saff-ı Evvel Ağabeyleri, bir panelle anmak elbette yeterli değildir. Ama bir vefa destisi olarak gönüllere inecek bir yudum su kabilinden size sunuyoruz.
Konya’nın diğer manevi büyükleri ile birlikte ileride ayrıca bir sempozyum yapmak, elbette ajandamızda yeri olan bir mevzudur.
Üçler Kabristanı’nda Said Nursi’nin canından bir can olan kardeşi, muhterem alim ağabeylerimizden Abdülmecit Nursi Ağabeyin olması bile Bediüzzaman’ın bu şehirdeki hatırası, mirası ve kalıcılığıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.