Mirza DİYAR
Kulluğun şerbetiyle varlığın zevkine erenler
“Size gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az konuşmayı isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi…” diye devam ediyor vasiyeti. Şeb-i Arus’undan önceki son sözleriydi belki de bunlar. Varlığına anlam kazandırmak için, nefsiyle ve tağutlaşmış nefislerle mücadele ile geçen bir ömrün sonunda bütün mücadelesini böyle özetlemiş o koca insan. İnsanlığın üstadına manevi bir talebe olma bahtiyarlığına ermiş, bu talebeliğiyle nicelerine üstad olmuşlardan. “Hamdık, piştik, yandık” sözü hepimizin diline yerleşmiştir ya, benliğindeki cevheri, iman ateşiyle yakıp etrafını aydınlatan erenlerden Mevlana Celaleddin (r.a)
****
“Her şey akar tarih, yıldız, insan ve fikir. Oluklar çift birinden nur akar birinden kir.” İmtihanın bir gereğini böyle anlatmış Necip Fazıl. Bazen akan kir öyle bir bulandırır ki alemi, en keskin gözler, en mudakkik gönüller körleşir hakikatlere. İşte böyle bir zamanda ortaya çıkmış müceddid-i elfi sani. İslamiyete hücumların iyice arttığı, hatta bunun Cihangir Şah tarafından Din-i İlahi diye isimlendirilip, sistemleştirildiği dönemde, büyük mürşit İmam Rabbani en karanlık kalplerde, en bulanmış gönüllerde iman nurunun parlamasına vesile olmuş, akılları şüpheden izale etmişti.
****
“Dünya padişahlığı nihayet bütün dünyaya hakim olmaktan ibaret, insan ömrü ise en çok yüz sene kadardır… Ebedi sultanlık ve saadet yanında yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki insan onunla sevinip mağrur olsun…” Sultan Sencar’a gedalığın kıymetini anlatan bir bahtiyar. Öyle bir gedalık ki, o gün nice sultanlar onlara gıpta ile bakarlar. Sultan olup da nefsin gedası olacağına, rabbine kul olup ahiretin sultanı olmayı nasihat eden gönüller sultanı İmam Gazali.
****
İşte Üstad’ın Mesnevisinin başında bahsini ettiği üç ismi yadettik. Kalp, ruh ve akıl gözleri açık olarak ehli istiğrakın akıl gözünü kapadığı yerlerde gözü açık gezenler diye tarif ediyor üstad onları. Ebedi mürşit Kur’an ın dersiyle ketum nefislerin şeytani ilhamla alemde ektiği isyan ve şüphe tohumlarına karşı önce kendi nefislerinde başlattıkları manevi mücadeleyi, bağırlarından taşan iman ateşiyle çevrelerine ulaştırarak kulluğun anlamına, varlığın zevkine ulaşanlar…
Ne kadar benzer, ne kadar aynı hayatlar. Nereden baksan bir kaynaktan ders aldıkları o kadar belli. Büyük üstadın manevi meclisine misafir oldukları ne kadar açık.
Hayatındaki en büyük inkılabında, Kur’an ın yol göstericiliğiyle gittiği yolda gördüğü ayak izlerinin sahipleri onlar. Ve o inkılap hengamesinde ortaya çıkan ilk meyve Mesnevi-i Nuriye. O meyvenin binbir çeşit rengine, tadına varmaya devam edelim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.