Kur'an'ın nüzulü ve Bediüzzaman'ın Kur'an tarifi

Ramazan Risalesi, Kur’an’ın indirilişi ve insanın ona muhatap olmasıyla, o aya uygun bir safiyet, saygı ile davranmasını anlatır.

Hacer-ül Esved’in Kabe’de yerine konulması

Mekke’de Kabe’nin onarımı ve Hacer-ül Esved’in Kabe’de yerine konulmasından sonra Onun (asm), Allah hakkında düşünmeye, O’na nasıl iman ve ibadet edileceğini araştırmaya başlamıştı. Putlara hiç ilgi göstermeyen Hz. Muhammed (sav) aklı ve hisleriyle putlara tapmanın faydasızlığı sonucuna varmıştı. Olasılıkla tek ilah inancına dayanan Hz. İbrahim’in (as) dini üzerine olmaya çalışan az sayıdaki insanlar gibi düşünüyordu.

Resulullah’ın (sav), Nur Dağında Hira mağarasında inzivaya çekilmesi

Vahiy gelmeden önce neyi ve nasıl yapacağını bilememenin üzüntüsünü yaşıyordu. Dış dünya ile bütün ilgisini keserken inzivaya çekilmekten hoşlanmaya başladı ve nübüvvetinin birkaç yıl öncesinden itibaren her Ramazan ayında, dedesi Abdülmuttalib ve diğer bazı Kureyşlilerin yaptığı gibi Nur Dağında Hira mağarasında münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Yiyeceği tükenince şehre iniyor, fakirlere yardımda bulunuyor, Kabe’yi tavaf ediyor ve evden yiyecek alarak tekrar mağaraya dönüyordu.

Zaman zaman Hz. Hatice’yi (r.a) de yanına alıyordu. Hz. Aişe’nin (r.a) rivayetine göre Resulullah (sav) bu zamanda bir ara “sadık (doğru) rüyalar” görmeye başlamış, altı ay devam eden bu düzenli olarak birbirini izleyen değişmelerle gelişip oluşmasında gördüğü rüyalar aynen çıkmıştır.

Esselamü aleyke ya Resulallah

Kaynaklarda ayrıca Hz. Peygamber’in bu dönemde kendisini “Esselamü aleyke ya Resulallah (Sana selam olsun ey Allah’ın elçisi)” şeklinde selamlayan sesler duyduğu, etrafına dönüp bakınca kimseyi göremediği için merak içerisinde kaldığı, bu seslerin ağaçlar ve kayalıklardan geldiğine dair rivayet edilir.

İlk vahiy

Hz. Muhammed (sav)’in Hira’da bulunduğu 610 senesinin Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi, bazı rivayetlere göre Pazartesi günü sabaha karşı Cebrail (a.s.) gelerek ona Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildiği haberini verdi. Bu ilk vahyi Hz. Peygamber şöyle anlatmaktadır:

“O gece Cebrail bana geldiğinde “Oku!” (İkra’) dedi. Ben okumasını bilmiyorum dedim. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) beni dayanabileceğim son noktaya kadar sıktı. Ardından beni bırakıp tekrar “Oku!” dedi. Cevaben yine “Ben okuma bilmem” deyince tekrar son noktaya kadar sıktı ve “Oku!” dedi. Ben “Ne okuyayım?” diye cevap verince Cebrail (a.s.) beni üçüncü defa nefesim kesilinceye  kadar sıktı ve bıraktı ve sonra şu ayetleri okumaya başladı: “Yaratan Rabbının adıyla oku. O insanı bir embriyodan yarattı. Oku! Senin Rabbin en büyük kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediklerini belleten odur.” (el-Alak 96/1-5)

Bu olanlardan sonra heyecanlanıp korkuya kapılan Hz. Muhammed (sav), Nur dağından inerek evine gitti. Ve yatağına yatarak evde eşi Hz. Hatice’den (ra) üstünü örtmesini istedi ve uyandıktan sonra başından geçenleri anlattı.

Hz. Hatice (ra) “Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmeyecektir. Çünkü sen akrabanı gözetir, doğruyu söyler, âcizlerin elinden tutarsın; yoksullara yardım eder, misafirleri ağırlarsın; haksızlığa uğrayanların yanında yer alırsın” diyerek samimi duygularını dile getirip teselli etti ve kendisine inandığını söyledi. Ardından Hz Hatice, Hz. Peygamber’i, kendi amcasının oğlu olan Kitab-ı Mukaddes’i bilen yaşlı bir Hıristiyan olan Varaka b. Nevfel’e götürdü. Onu dinledikten sonra kendisine gelen meleğin bütün peygamberlere vahiy getiren melek olduğunu söyledi. Ardından da şunları ekledi: “Sana yalancı diyecekler; kötü davranacaklar. Sana savaş açıp bu şehirden çıkaracaklar. Ben o günlere ulaşırsam Allah için sana yardımcı olacağım.” Varaka sözlerini bitirdikten sonra ona doğru eğildi ve alnından öptü. Hz. Peygamber, hem Hz. Hatice’nin desteği hem de Varaka’nın bu açıklamalarından epeyce rahatlamıştı

Vahyin Kesilmesi

Hz. Peygambere (asm) ilk vahyin ardından bir süre vahiy gelmedi. İlk vahyin zorluğu ve yükü şimdilik tam ortadan kalkmamışken vahyin kesilmesi Hz Muhammed’i (asm) düşünmeye ve endişeye sevk etti. Sık sık Nur Dağına Hira mağarasına gidiyor ve Cebrail’in (a.s.) gelmesini bekliyordu fakat günler geçtiği halde Cebrail (a.s.) gelmiyordu. Hz. Peygamber (asm) bu dönemde Allah’ın kendisini terk ettiği zannına kapılarak üzüntülü, endişeli günler geçirdi. Kaynaklarda “fetretü’l-vahy” adı verilen bu devrenin müddeti hakkında birkaç aydan başlayıp üç yıla kadar varan süreler zikredilmiştir. Ancak üç yıl rivayetinin aşağıda işaret edilecek olan üç yıllık gizli davetle karıştırıldığı, vahyin kesinti süresinin üç yıldan çok daha az olduğunu söylemek mümkündür.

Peygamber (s.a.v) bir gün Nur Dağında Hira mağarasından geri dönerken Cebrail’i tekrar gördü, yine kaygılanarak ve heyecanla evine gidip yatağına yattı. Ve Cebrail (a.s) evinde de karşısına çıkarak Müddessir suresinin ilk ayetlerini okudu. (74/1-5) Bu ayetlerde artık ilahi mesajları insanlara ulaştırma zamanının geldiği belirtilmekte, bu görevi ifa ederken her şeyden önce yüce Rabbine güvenmesi istenmekte, ayrıca maddi ve manevi kirlerden uzak durması talimatı verilmekteydi.

Cebrail (as) Peygamber’e (s.a.v) abdest almayı ve namazı kılmayı öğrettiği. O’nun da Cebrail’den öğrendiği şekliyle Hz. Hatice’ye (ra) öğretip evlerinde birlikte namaz kıldıkları rivayet edilmektedir.

Hikmet-i nüzul Allah yağmuru buluttan gönderiyor. Kitapları semadan, Peygamberleri semadan, bereket semadan, ışık semadan, meyveler ağaçtan, bitkiler topraktan, insana ulaşıyor. Ama vahiy bir büyük melek vasıtasiyle ve bir peygambere gönderiliyor. İnsan hayatı için gerekli bütün nimetlerin esası olan suyu gönderiyor, sonra onun dünyasını aydınlatıyor ve güneşle yiyeceklerini pişiriyor, akabinde onun Allah ve beşer ile ilişkilerini de düşünüp ilahi kitapları gönderiyor. Güneş ne kadar lazım ise Kur’an daha büyük ve elzem.

Bediüzzaman Ramazan‘da Kuran’ın yeni nazil oluyor gibi dinlenmesini talep ediyor. Bunu an-ı nüzul kelimesiyle ifade ediyor.

Birincisi: Bir zaman dilimine göre ifade edilmeyen ezeli bir konuşan mütekellim olarak konuşuyor, yani Kur’an’dan önce de konuşmuştur. İşte O konuşanı düşünerek dinlemek.

Sonra bir dinlemek şekli: Resul-i Ekremden işitiyor gibi dinlemek. Ayeti ilk nakleden olarak, o anı muhayyileye mal etmek istiyor.

Sonra vahyi getiren peygambere nakleden, Hazret-i Cebrailden dinlemek.

Bediüzzaman burada bir terkip kullanıyor. Hüsn-ü istikbal, yani madem Kur’an bu kadar büyük bir zincirleme konuşmalar, birbiri ardı sıra kutsi intikal süresidir. Onu hüsn-i istikbal etmelidir. Güzel karşılamalıdır. Karşı çıkma, karşılama bir konuğu, gelen bir kimseyi karşılama. İslam tarihinde en güzel karşılama örneklerinden biri peygamberimizi karşılamaktır. Bu Talaal-Badru ‘Alaynā, ilahisidir. Bu ilahı Ensar’ın, 622’de Hicret tamamlandıktan sonra Medine’ye varan Peygamber Efendimiz (asm) için söyledikleri bilinen, İslam kültürünün 1400 yıllık en eski ilahisidir.

Tâleâl- bedru âleynâ
Min seniyyâti-il vedâ
Vecebe’ş-şükrü âleynâ
Mâ deâ lillâhi dâ’

Eyyühel meb’usü fînâ
Ci’te bi’l-emri’l mutâ
Ci’te şerrâfte’l- Medîne
Merhâbâ yâ hâyrâ dâ

Ente şemsun, ente bedrun
Ente nûrun âlâ nûr
Ente misbe hâssüreyyâ
Yâ hâbîbi, yâ Râsul

Ay doğdu üzerimize
Veda tepelerinden
Şükür gerekti bizlere
Allah’a davetinden

Sen güneşsin sen âysın
En nur üstüne nursun
Sen süreyyâ ışığısın
Ey sevgili ey râsül

Ey bizden seçilen elçi
Yüce bir dâvetle geldin
Sen bu şehre şeref verdin
Ey sevgili hoşgeldin

Kad lebisnâ sevbe izzin
Ba’de esvâb’r-rika
Ve rada’nâ sedye mecdin
Ba’de eyyâm-id dayâ

Kaalet ahmâru’d-deyâcî
Ku lli erbâbi’l-İslâm
Küllü nan yetba Muhammed
Yenbeğî en lâ yüdaam

Ve teâhednâ cemîan
Yevme aksümne-l yemîn
Len nehûne’l ahde yevmen
Vettehazne’s- sıdka dîn

Leste vallahi neziyyen
Mâ yukasihi’l i-bâd
Meşheden yâ necme emnîn
Zû vebâin ve vidâd

Kur’an–ı Mübin’in de geldiği ayın kutsiliğine göre karşılanması gerekir:

“Çünkü, Kur’ân, İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden gelmiş. Hem bütün âlemlerin Rabbi itibâriyle Allah’ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudâtın ilâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır. Hem semâvât ve arzın Hàlıkı haysiyetiyle bir hitâbdır. Hem Rubûbiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesâbına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vâsiâ-i muhîta noktasında bir defter-i iltifatât-ı Rahmâniyedir. Hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bâzan şifre bulunan bir muhâbere mecmûasıdır. Hem İsm-i Âzamın muhîtinden nüzûl ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan, teftiş eden hikmetfeşân bir kitâb-ı mukaddestir. İşte bu sırdandır ki, "Kelâmullah" ünvanı kemâl-i liyâkatle Kur’ân’a verilmiştir.

O Kuran-ı Azimüşşan, nasıl bir bahr-i Tevhiddir ve İ’câz-ı Kur’ân belâgattedir. Umum insan tabakalarının onda hakları var ki, i’câzında hisseleri bulunsun. Büyük zekalar da mutavassıt zekalar da avam da ondan hissesini almalıdır, ki öyledir.

Hem Kur’ân-ı Hakîm vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünkü, Kur’ân’ı nâzil eden Zât-ı Zülcelâl, mu’cizât-ı Ahmediye (a.s.m.) ile, Kur’ân vahiy olduğunu gösterir, ispat eder. Ve nâzil olan Kur’ân dahi, üstündeki i’câz ile gösterir ki, Arştan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bidâyet-i vahiydeki telâşı ve nüzul-ü vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur’ân’a karşı ihlâs ve hürmeti gösteriyor ki, vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.

Hem o Kur’ân, bilbedâhe mahz-ı hidayettir. Çünkü onun muhalifi, bilmüşahede, küfrün dalâletidir.

Hem, bizzarure, Kur’ân envâr-ı imaniyenin madenidir. Elbette envâr-ı imaniyenin aksi zulümattır. Çok Sözlerde bunu kati olarak ispat etmişiz.

Hem Kur’ân, bilyakîn, hakaikin mecmaıdır. Hayalât ve hurafat, içine giremez. Teşkil ettiği hakikatli âlem-i İslâmiyet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âli kemâlâtın şehadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi, âlem-i şehadetteki bahisleri gibi ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde hilâf bulunmadığını ispat eder.

Hem Kur’ân, bil’ayan ve şüphesiz, saadet-i dâreyne isal eder, beşeri ona sevk eder. Kimin şüphesi varsa, bir defa Kur’ân’ı okusun ve dinlesin, ne diyor?

Hem Kur’ân’ın verdiği meyveler hem mükemmeldir, hem hayattardır. Öyleyse, Kur’ân ağacının kökü hakikattedir, hayattardır. Çünkü meyvenin hayatı, ağacın hayatına delâlet eder. İşte, bak, her asırda ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel ve kâmil zîhayat ve zînur meyveler vermiş.

Hem hadsiz müteferrik emârelerden neş’et eden bir hads ve kanaatle, Kur’ân, hem ins, hem cin, hem meleğin makbulü ve mergubudur ki, okunduğu vakit, onlar iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.

Hem Kur’ân vahiy olmakla beraber, delâil-i akliye ile teyid ve tahkim edilmiş. Evet, kâmil ukalânın ittifakı buna şahittir. Başta ulema-i ilm-i kelâmın allâmeleri ve İbni Sina, İbni Rüşd gibi felsefenin dâhileri, müttefikan, esâsât-ı Kur’âniyeyi usulleriyle, delilleriyle ispat etmişler.

Hem Kur’ân, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir arıza ve bir maraz olmazsa, herbir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünkü itminân-ı vicdan ve istirahat-i kalb, onun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itminânı şehadetiyle onu tasdik ediyor. Evet, fıtrat, lisan-ı haliyle Kur’ân’a der: "Fıtratımızın kemâli sensiz olamaz." Şu hakikati çok yerlerde ispat etmişiz.

Hem Kur’ân, bilmüşahede ve bilbedâhe, ebedî ve daimî bir mucizedir. Her vakit i’câzını gösterir. Sair mu’cizât gibi sönmez, vakti bitmez; ebedîdir.

Hem Kur’ân’ın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki, birtek dersinde, Hazret-i Cebrâil (a.s.), bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbni Sina gibi en dâhi filozof, en âmi bir ehl-i kıraatle diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hattâ bazen olur ki, o âmi adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbni Sina’dan daha ziyade istifade eder.”

İşte bütün bu özellikleri sahip olan ilahi bir metnin geldiği ayda insanlar o aya hürmeten yemekten içmekten kesilip adi beşeriyetten içtinap edip, melekiyet kazanmalıdır. Çünkü çok kutsi bir metin dünyaya indirilmiştir. Bediüzzaman oruca ve Kur’an okumaya böylece teşvik eder. Oruca ve Kur’an’ın nüzuluna dikkat etmeyenleri tehdid eder, ayıplar.

Yağmur ve Kur’an

Bediüzzaman yağmurun -ki hayatımızın direğidir- gelişindeki, nüzulundaki gayeleri anlatır, onlara bu kadar dikkat eder Allah.

“Nasıl yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince Rahmânî cilveler ve reşhaları miktarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve lâtif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halk ediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizamla gönderiliyor ve iniyor ki, fırtınalarla çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların muvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmâne işlerde ve bilhassa zîhayatta çalıştırılan basit ve câmid ve şuursuz müvellidülmâ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküp eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahmân-ı Rahîm hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle https://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/images/books/asa/b529.gif âyetini maddeten tefsir ediyor.

Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acîbe-i cevviye tam tamına https://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/images/books/asa/b530.gifve https://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/images/books/asa/b531.gif âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.

Evet, hiçten, birden harika bir gürültüyle cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvarî pamukmisâl ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor, "Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar" diye ihtar ediyorlar.

Ramazan Kur’an ayıdır. Bediüzzaman Kur’an ile ilgili izahlarını bütün eserlerine yaymıştır, eserlerinin ana umdelerindendir Kuran bahsi.

Onu tarif eder şumüllu cümleler ile. Kur’an’ın tarifi ve Bediüzzaman’ın anlatımları:

Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.

Ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.

Ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri.

Ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.

Ve sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikin miftahı.

Ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.

Ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.

Ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.

Ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası.

Ve zat ve sıfât ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı kātı’ı, tercüman-ı sâtıı.

Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbisi.

Ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyet’in mâ ve ziyası.

Ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi.

Ve insaniyeti saadete sevk eden hakiki mürşidi ve hâdîsi.

Ve insana hem bir kitab-ı şeriat

hem bir kitab-ı dua

hem bir kitab-ı hikmet

hem bir kitab-ı ubudiyet

hem bir kitab-ı emir ve davet

hem bir kitab-ı zikir

hem bir kitab-ı fikir

hem bütün insanın bütün hâcat-ı maneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddestir.

Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefa ve muhakkikînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, her birindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve her bir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semavîdir.

İkinci Cüz ve Tetimme-i Tarif

Kur’an arş-ı a’zamdan, ism-i a’zamdan, her ismin mertebe-i a’zamından geldiği için, On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi:

KUR’AN

Bütün âlemlerin Rabb’i itibarıyla Allah’ın kelâmıdır.

Hem bütün mevcudatın İlahı unvanıyla Allah’ın fermanıdır.

Hem bütün semavat ve arzın Hâlık’ı namına bir hitaptır.

Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.

Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir.

Hem rahmet-i vâsia-i muhita nokta-i nazarında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir.

Hem uluhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazen şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır.

Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddestir.

Ve şu sırdandır ki “kelâmullah” unvanı kemal-i liyakatle Kur’an’a verilmiş ve daima da veriliyor.

Kur’an kime inmiştir?

İnsan nevinin en meşhur ve namdar muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i imanı koca İslâmiyeti tereşşuh edip sahibini Kab-ı Kavseyn makamına çıkararak muhatab-ı Samedâniyeye mazhariyetle nüzul eden Hz Muhammed’dir.

Bediüzzaman’ın Kur’an ile ilgili harika tesbitlerine devam:

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân, semâdan nâzil olmuştur. Ve onun nüzûlüyle semâvî bir mâide ve bir sofra-i İlâhiye de nâzil olmuştur. Bu mâide, tabakat-ı beşerin iştah ve istifadelerine göre ayrılmış safhaları hâvidir. O mâidenin sathında, yüzünde bulunan ilk safha tabaka-i avâma aittir

O kitap şeriat-ı Garrâ zemine nüzûl etti; tâ ki; zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin, şu insâniyetten siyah lekesini izâle etsin; hem de, izâle etti.”

Bütün bunlar Kur’an ayında o tarifi insan iktidarının haricinde büyük metine saygılı bir durumda bulunmalıdır. Bu da oruçtur, Kur’an okumaktır. Eğer Alllah bütün ayı ayakta geçirmeyi emretseydi insan ayakta kalmalıydı ama din “eddinü yüsrün” mucibince kolaylıktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum