Kürt sorununa Said Nursi önerileri
İrfan Dergisi'nin Aralık ayı kapak konusunu "Kürt meselesine Üstad Bedîüzzaman’dan çözümler."
Cemal Erşen’in yazısı:
Kürt meselesine Üstad Bedîüzzaman’dan çözümler
İslamiyet Cahiliyet Milliyetçiliğini kökünden kazımıştır. Müslüman olduklarında Habeşli bir köle ile Kureyşli bir efendi arasında fark kalmaz. (Hadis, Keşfu’l Hafâ, 1-127)
Ey insanlar! Şübhesiz ki biz, sizi bir erkek ve bir dişiden (Âdem ile Havvâ’dan) yarattık. Birbirinizi tanımanız için de sizi, milletler ve kabîleler kıldık. Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en tak¬vâlı olanınızdır. (Ayet, Hucurat, 15)
Günümüzde ‘Doğu Meselesi ya da Kürt Meselesi’ olarak anılan problem ne yazık ki yıllardan beri memleketimizin kanayan bir yarası durumundadır. Bu gün bu meselenin çözümü noktasında bütün düşünce sahiplerinin bir şeyler üretmeye başlaması ve olumlu yaklaşımlara girilmiş olması da sevindirici bir durumdur.
Biz de fikrî plandaki bu çözüm çalışmalarına Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’nin fikirlerinden istifade ederek yapacağımız bir hulasa ile katkıda bulunmaya çalışacağız. Çünkü kendileri doğu medreselerinde yetişmiş, doğunun problemleri için fikirler üretmiş, son devrin büyük bir İslam âlimidir.
Öncelikle, sosyolojik ve tarihi açıdan bir durum tesbiti yapacak olursak; bölgede asırlardan beri İslâmî ilimler okutulan medreselerin çoklukla bulunması ve yöre halkının mâlî yönden bu medreseleri daimâ destekleyip talebelerin ihtiyaçlarını karşılamaları, Kürt halkının din ve din eğitimi konusundaki hassasiyetlerini göstermektedir. Bu bölgede din duygusu kalplere oldukça hâkim durumdadır.
Tarih açısından ise Üstad Bedîüzzaman’ın tabiriyle Türkler ve Kürtler eskiden beri cihat arkadaşıdırlar. (1) Asırlardır bir arada ve kardeşçe bir uyum içinde yaşamışlardır. Ta Malazgirt savaşında Alpaslan’a asker vermişler, 1500’lü yılların başlarında İran ve Osmanlı arasında kaldıklarında meşhur Kürd âlimlerinden İdris-i Bitlisi’nin gayretiyle Yavuz Sultan Selim’in tarafını seçerek Osmanlı’ya savaşsız ve gönüllü olarak bağlanmışlardır. Bunun gibi tarih boyunca yaşanan pek çok hadiseler Türkler ve Kürtlerin iki kardeş millet olduklarına şahittirler.
Bütün bu tarihi geçmişe ve olumlu taraflara rağmen yaklaşık bir asırdır uygulanan yanlış politikalar ve batılıların içimize attığı fitne tohumları sebebiyle Türk-Kürt kardeşliği ciddi bir şekilde ne yazık ki yaralar almış durumdadır. Fakat bu yaraların kapanmaması için de hiçbir sebep yoktur ve doğru politikalar takip edildiği takdirde gayet kolay kapanacaktır inşaallah.
IRKÇILIĞIN ZARARI
Üstad Bedîüzzaman’a göre doğudaki problemin asıl kaynağı maneviyattan uzak eğitim anlayışı ve ırkçılık derecesindeki olumsuz milliyetçi yaklaşımlardır. Bunun çaresi olarak da din eğitiminin ve İslam kardeşliği duygusunun geliştirilmesi gerektiğini savunur.
Menfî milliyetçiliğin, yani ırkçılık derecesine varan ve diğer Müslümanlara olumsuz ve dışlayıcı duygular besleyen milliyetçi yaklaşımların İslam dünyası için ne kadar zararlı olduğunu şu şekilde tarif eder:
“Evet menfî milliyetçiliğin, tarihte pek çok zararları görülmüş. Mesela Emevîler, bir parça milliyetçilik fikrini siyasete karıştırdıkları için, hem diğer İslam milletlerini küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. (… ) Şimdi ise, birbirine en çok muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi baskısı altında ezilen İslam milletleri içinde, milliyetçilik fikriyle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman gibi görmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez!” (2)
Üstad’a göre, doğuyu ayağa kaldıracak, problemlerini çözecek, gelişmesini sağlayacak şey din duygusudur. Yalnız onun doğudan maksadı sadece Anadolu’nun doğusu değil, Avrupa’ya göre doğu olan bütün İslam dünyasıdır. Şöyle anlatır:
“Peygamberlerin çoğunun doğuda ve Asya'da gelmeleri ve çoğu felsefecilerin batıda ve Avrupa'da ortaya çıkmaları, kaderin bir işaretidir ki; Asya'da din hâkimdir. Felsefe ikinci derecededir. Kaderin bu işaretine binaen, Asya'da (İslam dünyasında) hüküm süren (yönetenler) dindar olmazsa da din lehine çalışanlara ilişmemeli, belki teşvik etmelidir.” (3)
DOĞU İÇİN DİN EĞİTİMİNİN ÖNEMİ
1921 yılında Ankara’da, Millet Meclisi’nde, doğuda kurmayı planladığı, fen bilimlerinin din ilimleri ile birlikte okutulacağı Medresetü’z-Zehra adındaki üniversitesi için milletvekilleri ile görüşmüş ve onların imzaları ile kendisine bu iş için maddî destek sözü verilmişti. Bu toplantı esnasında batı taraftarı bazı vekillerin sorularına verdiği cevab, Üstad’ın doğu meselesine nasıl baktığını ve çözüm önerilerini göstermektedir.
Onların; “Yalnız; sen, medrese usulüyle, sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun; hâlbuki şimdi batılılara benzemek lâzım.” demeleri üzerine Bedîüzzaman; “Doğu vilayetleri, Âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmündedir. Fen bilimleri yanında, din ilimleri de lâzım ve çok gereklidir. Çünkü: peygamberlerin çoğunun doğuda, felsefecilerin çoğunun batıda gelmesi gösteriyor ki; doğunun yükselmesi dine bağlıdır. Başka vilâyetlerde sırf fen bilimleri okuttursanız da, Şarkta her halde; millet, vatan menfaati için, din ilimleri esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türke hakikî kardeşliğini hissedemiyecek. Şimdi, bu kadar düşmanlara karşı yardımlaşma ve dayanışmaya muhtacız.” (4)
Ne yazık ki, Üstad’ın yaptığı bu teklif, sonraki yıllarda toplumda yaşanan büyük çalkantılar sonucunda hayata geçirilmemiş ve onun ikaz etmiş olduğu gibi, kardeşlik duygusunda büyük yaralar açılmıştır.
Aynı konuşmasının devamında milliyetçi yaklaşımların bu vatandaki diğer İslam milletlerine mensup kimselerde birlik beraberlik duygusunu nasıl yaraladığına kendi başından geçen bir hadiseyle örnek verir:
“Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, fedakâr ve gayet zeki o talebem, dinî ilimlerden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: "Dindar bir Türk, elbette fâsık (din ve ahlakı bozuk) kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır." Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sadece maddî fen bilimleri okumuş (İstanbul’da). Sonra ben -dört sene sonra- (Rusya’daki) esaretten dönünce onunla konuştum. Milliyetçilik bahsi oldu. O dedi ki:
- Ben şimdi, inançlı ve yaşayışı bozuk da olda bir kürdü, dindar bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de:
- Eyvah! Ne kadar bozulmuşsun dedim. Bir hafta çalıştım, onu kurtardım. Eski hakikatlı hamiyete (İslam kardeşliği fikrine) çevirdim.
İşte ey mebuslar (milletvekilleri)! O talebenin evvelki hali, Türk Milletine ne kadar lüzumu var. İkinci hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havâle ediyorum. Demek -farz-ı muhal olarak- siz başka yerde dünyayı dine tercih edip, siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de; her halde Şark vilâyetlerinde din eğitimine azamî ehemmiyet vermeniz lâzım.” (5)
KÜRDLER’İN SAADETİ TÜRKLER’LE BERABERDİR
Üstad Bedîüzzaman ayrılma düşüncesine de şiddetle karşı idi. Hususan Kürdler’in toplumsal huzurunun Türklerle beraber olmakta olduğunu şöyle ifade ediyordu:
“Emin olunuz biz Kürdler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, toplum hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş'et eder .” (6)
İstanbul’da bulunan bazı Kürdler’e hitaben 1908’de yaptığı bir konuşmasında ise şöyle diyordu:
“Bizim düşmanımız cehalet, yoksulluk ve ayrılıktır. Bu üç düşmana karşı sanat, bilim ve ittifak (birlik) silâhiyle cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette uyanık olmaya ve ilerlemeye sevkeden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup elele vereceğiz. Zira düşmanlıkta fenalık var, düşmanlığa vaktimiz yoktur.” (7)
ÇÖZÜM TEKLİFLERİ
1. Dikkatleri, bir buçuk milyar Müslüman’ın kardeşliğini ve manevi yardımlarını kazandıran İslamiyet milliyeti fikrine çekmek. Gerçek ve en büyük milliyetimizin İslâmiyet olduğunu; Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Laz gibi bütün Müslüman milletlerin en kuvvetli ve hakikatlı bağlarının ve milliyetlerinin, İslâmiyet'ten başka bir şey olmadığı düşüncesini kalplere yerleştirmek. (8)
2. Dışlayıcı tavırlar içeren olumsuz milliyetçi duygularla, ön yargılarla birbirimize yabani bakmamak ve birbirimizi düşman gibi görmemek. (9)
3. Hususan Doğu bölgemizde din eğitimine büyük ağırlık vermek, din ilimleri ile fen bilimlerini birlikte okutmak. Bu okullarda;
a- Kürtlerin bildiği, alışık olduğu ve onlara çekici gelen ve şevklendirici olan medrese ismi altında dini eğitim vermek.
b- Bu medreselerdeki eğitimin, Arapça, Türkçe ve Kürtçe’in üzerine bina edilmesi. Kendi ifadesiyle, “Lisan-ı Arabî vâcib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak.”
c- Bu eğitim kurumlarında Türklerin ve Kürtlerin güvenini kazanmış Kürt âlimlerini istihdam etmek veya mahalli dili bilen eğitimcileri kullanmak.
d- Bölge halkına uygun bir eğitim modeli sunmak. Bu da onları iyice tanımak ve kabiliyetlerini keşfetmekle mümkündür. Zira bir elbise, tek bir model herkese uymayabilir. (10)
Cenab-ı Allah en kısa zamanda bunun gibi bütün toplumsal yaralarımızın tedavi olmasını ve hakiki din kardeşliği duygusunun kalblere yerleşmesini nasib eylesin, âmin.
DİPNOTLAR:
1-29. Mektub, 6. Kısım
2-26. Mektub, 3. Mesele
3-14. Şua, Afyon Mahkemesi Müdafaası
4-Tarihçe-i Hayat
5-Tarihçe-i Hayat
6-Münazarat
7-Tarihçe-i Hayat
8-Hutbe-i Şamiye, Reddü’l Evham
9-26. Mektub, 3. Mesele
10- Münazarat
İrfan Mektebi
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.