Kürtlere meşrûtiyet dersi verdim

Kürtlere meşrûtiyet dersi verdim

Günlük Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

 

Alemlerin Efendisine salât ve rahmet olsun (Duâ).

 

Emmâ ba'd, ehl-i hamiyetin nazarına arz ediyorum ki:

 

Vaktâ Meşrûtiyetin ikinci yaşında, İstanbul, temsil ettiği asırdan tarihvârî bir nazar ile göçüp, kurûn-u vustâya karşı aşağıya inmekle, aşâir-i Ekrâdın içinde cevelân ile bahardan güze bir rıhlet-i sayfiye, güzden bahara bilâd-ı Arabiyeden bir rıhlet-i şitâiye ettim. Dağ ve sahrâyı bir medrese ederek meşrûtiyeti ders verdim.

 

Birden bana göründü ki, meşrûtiyeti gâyet garip bir sûrette telâkkî etmişler. Her tarafın şüphe ve suâlleri ağleb bir dereden gelmiş gibi gördüm. İşte, teşhis-i maraz için miftâh-ı kelâmı onlara verdim.

 

Dedim: "Siz suâl ediniz, ben de ona göre cevap vereyim."

 

Onlar istihsan ettiler.

 

Zîrâ Kürtlerin tabiat-ı meşrûtiyetperverânelerine binâen, dersi münâzara ve münâkaşa sûretinde okuyorlar.

 

Onun içindir ki, medreseleri küçük bir meclis-i mebusân-ı ilmiyeyi andırıyor.

 

İşte, tamamen lilfâide, suâllerini cevaplarımla musâfaha ettirerek şu kitabı yazdım; tâ birbirine muâvenette bulunsun. Hem de, görmediğim Ekrâd ve emsâline, şu kitap, bana bilvekâle onlarla konuşarak cevap versin; hem de, lisânları kalplerine tercümanlık edemeyenlere bedelen suâl etsin. Elhâsıl, şu kitap, tarafımdan cevap, onların cânibinden suâl etmek vazifesiyle mükelleftir. Hem de siyâset tabiplerine, teşhis-i illete dâir hizmet ile muvazzaftır.

 

Ey ehl-i hamiyet, anlayınız! Kürt ve emsâli, fikren meşrûtiyetperver olmuş ve oluyorlar. Lâkin, bâzı memurun fiilen meşrûtiyetperver olması müşküldür. Halbuki, akılları gözlerinde olan avâma ders veren fiildir. (Münazarat sh. 20)

 

Bediüzzaman Said Nursi

 

SÖZLER:

EMMÂ BA'DÜ : Bundan sonra.

EHL-İ HAMİYET : Karşılıksız fedakârlıkta ileri gidenler.

MEŞRÛTİYET : Bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi ile idâre edilen devlet sistemi.

MEŞRÛTİYETPERVER : Meşrûtiyeti seven.

KURÛN-U VUSTÂ : Ortaçağ.

AŞÂİR-İ EKRÂD : Kürt aşiretleri.

CEVELÂN : Gezme, dolaşma.

RIHLET-İ SAYFİYE : Yaz göçü ve yolculuğu.

BİLÂD-I ARABİYE : Arap beldeleri, illeri

RIHLET-İ ŞİTÂİYE : Kış göçü ve yolculuğu.

TELÂKKÎ : Anlama, anlayış, kabul etme.

AĞLEB(EN) : Çoğunluk(la), galib(en).

TEŞHİS-İ MARAZ : Hastalığın teşhisi, tanınması.

MİFTÂH-I KELÂM : Sözün anahtarı.

İSTİHSAN : Beğenme, güzel bulma.

TABİAT : Yaratılış, huy, karakter.

MÜNÂZARA : Karşılıklı konuşma, tartışma.

MÜNÂKAŞA : Tartışmak.

MECLİS-İ MEBUSÂNI İLMİYE : Seçilmiş İlim adamlarının toplandığı meclis.

TÂMİM : Genelleştirme, herkese duyurma.

LİLFÂİDE : Faydalı

MUSÂFAHA : İki elle yapılan tokalaşma; sevgisini gösterme, kucaklaşma.

MUÂVENET : Yardımlaşma, yardım.

EMSÂL : Misaller, denk ve benzerler.

BİLVEKÂLE : Vekil olarak.

CÂNİB : Yan, yön, cihet, taraf.

MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan.

TABİB : Doktor.

TEŞHİS : Şahıslandırma, şekil ve suret verme, seçme, ayırma, ne olduğunu anlama, tanıma; hastalığın ne olduğunu anlayıp bilme.

MUVAZZAF : Vazifeli.

EHL-İ HAMİYET : Karşılıksız fedakârlıkta ileri gidenler.

MÜŞKÜL : Zor, güç.