Cezmi HUYUT
Laikler, sivrisineler ve eşekler
Başlığa bakıp sakın laik kesimi veyahut laik geçinen insanları sinek veya eşek ile mukayese etmek veya onlara benzetmekle hakaret etmek niyetinde olduğumu kimse söylemesin.
Böyle düşünene hakkımı helal etmem, O’nu affetmem.
Bizim kitabımızda küfür ve aşağılama, tezyif ve tahkir yoktur.
Bunlar basit, fikri ve ilmi ve kuvvetli dayanağı olmayan aşağı insanların silahıdır. Kâfire bile kafir demeyiz zira tahkiri işmam eder, köre kör demediğimiz gibi…
Biz imanımızı, inancımızı ve davamızı ilim ile bürhan ile ispat ve muhatabın anlayışına göre izah etmekle kendimizi vazifeli biliriz.
Şimdi gelelim başlığa ve ne demek istediğime.
RisaleHaber’i takip edenler hemen her gün Üstad Bediüzzaman’ın hayatından hatıralarından enteresan, ibretamiz kesitlerle karşılaşırlar.
Bu hatıralar, Kur’an’ın dersiyle ve Resul-i Ekrem (ASM) talimiyle yetişen bir insanın hayata ve olaylara, çevresine ve varlıklara bakış açısını ortaya koymaktadır.
Hakiki bir Müslüman’ı tarif etmektedir. Yüksek Kur’an ahlakının meyvelerini ve bunların neler olduğunu ortaya koymaktadır.
Gerçek bir Müslümanın, dünyaya, insanlığa, çevreye, diğer hayvanlara ve eşyaya nasıl bakar ve bu bakış açısı kendisine ve etrafına ne kazandırır ne kaybettirir? Sorusuna fiilen en güzel cevabı vermektedir.
Sayfaları alabilecek misallerden işte bir kaçı.
Talebelik yıllarında çorbasının suyunu içip tanelerini karıncalara vermesi…
Van’da Erek dağında inzivada iken talebesi Molla Hamid’in kertenkele öldürmesi üzerine, “Bu hayvanı sen mi yarattın? Sen mi rızkını veriyorsun? Senin arazinde mi geziyordu?” diyerek bu yanlışı düzeltmesi konusunda aklına kapı açarak nasihat ederek düzeltmesi…
Benzer bir hadise, camide kavurmalarını yiyen köpeği dövmek isteyen talebesi Molla Resul’ü yine ikna edici nasihatlerle bu yaptığından vazgeçirmesi.
Van’dan sürgüne giderken, kendilerini karda arabayla çeken öküzlerden birinin ayağının kanaması üzerine “öküz efendinin ayağı kanıyor” deyip yaya yürümesi.
Barla’da, sürgün hayatında eşeğe, eşek dedirttirmeyip “bu çalışkan hayvanlara işlek deyiniz” diye eşeğin ismini tashih etmesi,
Mazlumen atıldığı hapishanelerde kendisini idamla yargılayan ve ağır ithamlarla itham eden savcının küçük kızını bahçede oynarken görmesi üzerine savcıya bedduadan vazgeçip dua ile mukabelede bulunması,
Hapishanede ki idamla yargılananları, Kasap Tahiri gibi canileri Risale-i Nurlarla terbiye edip tahtakurularını bile öldüremez hale getirmesi.
Yine, hapishanede çamaşır ipine konan sinekleri kovalamak isteyen talebesine “sineklere karışmamasını” emretmesi… Evinde fareleri öldürtmeyip onlara yem vermesi...
Yirmisekiz sene kendisini süründürenleri, idamla yargılayanları, zindanlarda kendisine yer hazırlayanları acip bir alicenaplıkla affetmesi…
Bütün ömrü hapishanelerde, zindanlarda, sürgünlerde menfalarda geçirenler kızmayıp “dünya zevki namına bir şey bilmiyorum” demesine rağmen hapishaneleri Medrese-i Yusufiyeye çevirmesi...
Sürgün dağlarını Yıldız Sarayına değişmem, dünyevilerin dünyasına “beş para ehemmiyet vermem” demesi…
Mendil içinde hediye diye getirilen kilolarca altınlara dönüp bakmaması, fevkalade nasdan istiğnası…
İzzet-i İslamiye’yi korumak adına Rus Kumandanının karşısında ayağa kalkmaması, Hurşit Paşanın idam tehditlerine, diğer kumandanların hiddetine beş para kıymet vermemesi...
İkbal, makam ve mevki tekliflerini elinin tersi ile reddetmesi ve Mustafa Kemalin bir köşkle beraber, şark umumi vaizliği, 300 banknot maaş ve milletvekilliği tekliflerine hayır demesi…
Hayatı boyunca hiç kimseden hatta en sevdiği talebesinden bile hediye almaması ve kimsenin minnetine girmemesi, bir ekmeği yetmiş parçaya bölüp on beş günde yemesi...
Bu milletin imanı, huzur ve saadeti için “bir Said değil bin Said feda olsun,” diyerek ömrünü davasına adaması, başkasının yanlışına günahına ağlaması…
Vesair vesair, denizden bir damla ile, bahirden birkaç katre ile iktifa edelim, zira arife işaret yeter…
Şimdi başlıktaki kelama geleyim. Sahi bu memlekette birinci sınıf vatandaş olan ve laikim deyip memleket asayişini ve memleketin terakkisini ve hakiki insan olmanın yolunu kendi anlayış ve terbiye sistemlerinde gören ve gösteren beyaz Türkler, laikler bu vatanın 1.sınıf vatandaşları…
Sizin en büyük önderlerinizde, liderlerinizde, akıl hocalarınızda, mangalda kül bırakmayan ilim adamlarınız da, kanaat rehberleriniz de, fahri hocalarınız da, feylesoflarınız da, devlet adamlarınız da bürokratlarınız da, yandaş basınınız da yazar ve çizerleriniz de:
Sinek ve tahta kurularını ve kertenkeleyi öldürtmeyen, eşeğe işlek diyen, cani ve katilleri bir nasihatle faydalı hale getiren, zindanları saadet saraylarına ve medrese-i nuriyeye çeviren, kilolarca altını kibarca reddeden, teklif edilen makam ve mevkilere sırtını çeviren, bir kilo pirinçle bir buçuk ay idare eden, kırk yamalı palto ile gezen, kendisini idam etmek isteyenleri affeden, maaş almayan, aldığı maaşı millete meccanen dağıtan, kendisini ve fedakar talebelerini millet ve vatana feda eden, buna karşılık hapishane hapishane dolaştırıldığı halde hiç şikayet etmeyen, dünya zevki namına bir şey bilmeyen, günahkar olanlar için ağlayan, kendi rahatını, huzurunu terk eden, buna menfaatsız, maaşsız çabalayan ve bu yolda hayatını vakfeden ve hiç evlenmeyen, bir tek laik adamınız var mı? Gösterebilir misiniz?
Hodri meydan ey laik ve çağdaş geçinenler, en münevver meyvenizi gösteriniz?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.