Hüseyin YILMAZ
12 Eylül, TSK ve 'Kürt açılımı'
Yüzlerce hücresini labirentlerle birbirine bağlayan bir yeraltı zindanındayız. Hücreler zifirî karanlık, sadece ana koridorları ölüm renkli zayıf bır ışık aydınlatıyor. İnsanlar üstüste yığılmış vaziyette, Nazi kamplarına rahmet okutan bir sefãlet ve vahşet saltanatını kurmuş...
Önünde bulunduğumuz hücrede çırılçıplak, saçı sakalı birbirine karışmış bir genç çığlık çığlığa kolbastı oynuryor, ya da horon teper gibi kıvranıp duruyor. Bütün vücudu ihtilaçlar içinde, mosmor kesilen boynundan fırlayacakmış gibi kabaran şahdamarları patlamak üzere. Gözleri yuvalarından fırlamış, ısırmaktan dili parçalanmış ve ağzı kan içinde. Mihmandarımız asker, “Burası disko, dansediyor!” diyor. Filistin askısındaki genç, tenasül uzvundan elektiriğe bağlanmış; o çıldırırcasına ızdırab içinde bağırırken mühendis edãlı elektrikçileri kahkahayla gülüyorlar. Geçiyoruz...
Şimdi bir başka hücreye misafiriz, kalabalık bir hücre... Ortalığı pis bir lağım kokusu doldurmuş. Hâlbuki bir asker hücredekilere elindeki tasa daldırdığı kaşıktan sırayla yiyecek birşeyler ikram ediyor. Mihmandarımız sormamıza fırsat vermiyor:
“Çorba!” diyor... “Kürtler az önce ağız dolusu kusturulan arkadaşlarının çorba kıvamındaki kusmuğunun tadına bakıyorlar.” diye devam ediyor. Kokuya ve mahkûmların dehşet içindeki vaziyetine daha fazla dayanamayıp mihmandarımızı ãdeta sürükleyerek uzaklaşıyoruz...
Ve bir başka hücrenin önündeyiz... Nereden estiğini kestiremediğimiz buz gibi bir rüzgar doldurmuş hücreyi. Tazyikli bir su, bütünüyle çıplak insanların vücutlarına kamçı gibi iniyor... İçeridekiler sıtmaya tutulmuş hastalar gibi zangır zangır titriyorlar. Mihmandarımız anlatmaya devam ediyor: “Banyo vakti, tertemiz ve buz gibi su ile duş alıyorlar!” diyor. Hâlbuki kışın ortasındayız, köpekleri donduran bir zemherir hüküm sürüyor... Titremeye başladığımızı gören mihmandarımız yürüyor, biz de takib ediyoruz.
Şimdi de kalabalık bir mahkûm grubunun ortasındayız. Yanıbaşımızda bir lağım logarından yükselen iğrenç bir koku burnumuzun direklerini kırıyor. Bacaklarından asılarak beline kadar logara indirilen mahkûmun boğuk hırıltıları yükseliyor, mosmor kesilen bacakları çırpınıp duruyor. Neden sonra zebanileri adamı yukarı çekiyorlar. Belinden başına kadar her tarafı insan pisliği içinde, ne kadar necaset yuttuğu belli değil; nefes alamıyor. Altmışına mediven dayamış bir köylü karşımızdaki. Mihmandarımız daha fazla merakta bırakmıyor: “Lağımcı!” diyor... “Hergün şehrin lağımı bu noktada tıkandığı için dalıp temizlik yapıyorlar!” Bir kahkaha patlatarak yürüyor...
Nihâyet hemen bütün mahkûmların seyrettiği bir hücrenin önündeyiz... İçeride otuz yaşlarında, tamamen çıplak bir mahkûm var. Bir zebani, makatından soktoğu copu hoyrat hareketlerle çevirdikçe adam çığlıklar atıyor. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş, mahcubiyetten bakacak yer bulamıyor. Besbelli ki parçalanan makatının acısını bastıran daha ağır ve acı bir mahcubiyetin dehşetini yaşıyor. Ve mihmandarımız son bir defa bilgilendiriyor: “Bir Kürt Beyi! Makatından uyuz kapmış, doktor tavsiyesiyle cop tedavisi görüyor!”
Burası 12 Eylül Darbesi denilen ve insanlık târihinin en dehşetli zulumlerinden birine imza atan, emir komota zinciri ile hareket eden Türk Ordusu’nun Diyarbakır hapishânesi... Naklettiğimiz anekdotlar, burada mahkûmlara revã görülen zulüm ve işkencelerin bütünü yanında devede kulak. Arşivleri okumaya tahammül gösterebilecekler için malzeme sınırsız.
İşkencecilerin maksadı, Kürtleri bu dehşetli zulümler ile kin ve nefretle doldurup şiddetin askeri yaparak, PKK’nın saflarına itmek. Ta ki palazlanan PKK ile mücadele adı altında, ellerindeki cehennemî silah ve askerî güçle Kürtleri imha etsin ve zulümlerine amme efkârı nezdinde meşruiyet kazandırsınlar. Gördükleri dehşetli zulüm karşısında kin ve nefretle dolan Kürtlere açık bırakılan tek kapı, şiddetle intikam yemini eden PKK safları olur. Ve bu iğrenç tezgâh 40 bin civarında cana, milyonların bağrını yakan acılara, tiriliyon dolarları bulan paraya, otuz yıllık bir kayba ve dehşetli bir bölünme tehlikesine malolur.
Bugün 12 Eylül! Orta Çağın topyekün zulümlerine rahmet okutan meş’um bir darbenin sene-i devriyesi. TSK’nın emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği bu darbenin yıl dönümünde bir şey bekliyorum: Genelkurmay Başkanlığı’nın tam kadro olarak Anıtkabir meydanında toplanıp 12 Eylül başta olmak üzere bütün darbeleri tel’in, darbecileri suçlu ilân etmesini... değil. Bu kadarını yapamazlar, yapmazlar... Hiç değilse, bundan sonra asla darbe yapmayacaklarını, dolayısıyla arkasına sığındıkları iç tüzük maddesini değiştireceklerini, meclisin de gerekli kanunî değişiklikleri hemen yapmasını taleb ettiklerini ilân etmelerini...
Ama etmezler, etmeyecekler... Asker güdümlü bu heyulâ devlet, bütün unsurları ile darbe üretmeye devam edecek... Şimdilik ışık sızdıran aralık tek necat kapısı, AB kapısı... Batı bizi çok mu sever? Ne münasebet! İki asırlık dehşetli trajedimizin senaristidir O... Maruz kaldığımız zulmü icrã edenler, onun temsilcileri... Ama şartlar değişmiş, bundan sonraki menfaatlerinin devamı öyle iktizã ettiği için kapıyı aralık tutuyorlar. Daha iyisini hakkedinceye kadar sığınmaya mecburuz, aksi takdirde daha çok darbeler görür, daha çok acılar çekeriz...
“Kürt Açılımı” yapanların birinci mükellefiyeti, Evren başta olmak üzere bütün darbecileri yargılamak, ölmüşlerinin de kabirlerini açıp kemiklerini ülke sınırlarının dışında bir çöplüğe atmak olmalı. Aksi takdirde bu yapı ve bu sistemle yol almak, imkânsız... Yine de ümitsiz değilim. Değilim, zirã zulüm ãbãd olmaz. Zirâ, zaman, bir hatt-ı müstakim üzere hareket etmiyor... Gece ve gündüzün birbirini kovalaması, zamanın biricik oyunu... Bu karanlık geceyi günün aydınlığı kovacaktır. Şüphesiz...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.