Necmettin TURİNAY
Maraş’ta Muharrem iftarı
Maraş Milli Mücadele’deki kahramanlığını tekrar gösterdi. O gün nasıl, beklenmedik bir vakitte, Sütçü İmam tavrını icad edebilmişse, bugün de aynı yaratıcılığını tekrar etti ve Alevisi ve Sünnisiyle el-bir ederek tarihin paslı kilidini zorlamayı denedi. Kim ne demiş, ne yapmış demeden, çarşı-pazar bir olup kardeşliğin beyaz bayrağını göndere dikti.
İşte Anadolu insanının çözüm bulma yöntemi diye buna denir. Ya bir iftar saatinde salonlarda, ya da bir yağmur duası vesilesiyle uçsuz-bucaksız ovaların ortasında pilâv döner, çorba kaynatır, helva karar ve kavim kardeş bir olurlar!.. İçlerindeki ufûneti boşaltır da, birbirinin yüzüne öyle bakarlar. Bir de bakarız ki çatılmış kaşlar yumuşamış, gerilmiş alınlar rahatlamış, muhatabının üzerine ok gibi saplanan bakışlar da, sanki bir kucaklaşma davetiyesine dönüşmemiş mi?
Şartlarını aşmak, tarihin tutsağı olmaktan çıkmak buna denir işte!.. Yani tek tek insanın veya toplumların aşkınlığa ermesi gibi bir şey bu!.. Belki de asıl hürriyetimizi böylesi zamanlarda duyuyoruz. İnsan olduğumuzu, ezelde de aynı nefesten üflenmiş ney’ler olduğumuzu hatırlamak değil de nedir bu?
Dolayısıyla mübarek Muharrem’in tarihsel acılarından, çağdaş bir kardeşlik üretmek!.. Bunu da yapsa yapsa Anadolu’nun tarihsel tecrübesi icra edebilirdi. Belki her yerde yapılması icabeden, bu uhuvvet denemesine, işte görüyorsunuz Maraş önderlik etti. O tok sözlü, hemen her şeye ve duruma karşı da biraz mesafeli duran ve tepeden bakan Maraş’lılar!.. Yani öyle anlaşılıyor ki, bu onların ruhlarına sinmiş bir alicenaplık halidir. Tepeden bakmak, belki biraz da ayrıntıların üstüne yükselmek gibi bir tutum!..
Onun için Maraş’ı ve Maraş’lıları tebrik ediyoruz.
Fitneyi körüklemek, insanlığı ifsad etmek ne kadar yanlış bir tutum ise, böylesi bir güzelliği Maraş ufuklarından Anadolu’nun bütününe teşmil de aynı derecede harika bir tablo!..
Son zamanlarda yaşanan Alevilik tartışmalarının şiddetine bakın, bir de dönüp Maraş’ın sergilediği tutuma bakın!.. Anadolu insanının ferasetini de burdan çıkarın.
Gerçekten yakın tarihte olsun, uzak ve derin tarihimizde olsun, din ve mezhep adına kırdığımız kalpler, açtığımız yaralar az değildir. Kırılmış kalpler kolay kolay yerine gelmediği gibi, açılmış yaralar da zaman içinde kabuk bağlasa bile kolay kolay şifa bulmuyor. İçimizde çöreklenmiş sızılar olarak öylece duruyor. Çünkü onlar şuurumuzdan ziyade, şuur altımızda kendilerine bir yer ediniyorlar. Onun için de kolay kolay izalesi mümkün olmayabiliyor.
Fakat büyük ruhlu ve büyük aşklı bazıları da çıkıyor ki, onlar bunun bir yolunu buluyor ve aşıyorlar. Nitekim onlardan biri olan Aşık Veysel, büyük ruhunu iki kapılı bir Anadolu Hanı’na bunun için döndürmedi mi? O, “İki kapılı bir handa/Gidiyorum gündüz gece” derken, bizi de bu kervana davet etmiyor mu? Yıllardan beri biz hepimiz, Alevisi ve Sünnisiyle onun kurduğu hanların yolcusu değil miyiz?
Düşünün ki en sert ve haşin bir Maraş’lı olduğunu bildiğimiz Necip Fazıl’a ne demeli? Necip Fazıl gibi birisinin, Tarihte Din Mazlumları’nı yazarken, Seyyit Rıza’yı da destanlaştırarak yazmak, nasıl olup da hatırına gelmiş? Dahası düğün değil bayram değilken, yani şimdiki gibi Alevilik ve Sünnilik tartışmalarının fazlaca gündemde olmadığı bir tarihte, Seyyit Rıza’yı yazmak ihtiyacını duymak!.. Onu böyle bir kişiyi yazmaya sevkeden hiçbir sebep ve mecburiyet yokken!..
İşte ancak büyük ruhlar, böyle şeyler yapabilir. Çünkü onlar şarta ve zamana bağlı olarak değil de, tarih önünde veya Büyük Allah’ın huzurunda imiş gibi öyle söyler ve yazarlar. Yani Alevi’ye ve Sünni’ye işmar çakmak ihtiyacını duymadan yazarlar.
Burdan çıkan sonuç nedir öyleyse?
İlk çıkardığımız, kestirme sonucu söyleyelim: Çünkü Necip Fazıl da bir Maraş’lı!.. Maraş’lılardan beklenen de böyle bir aşkınlık değil midir? Dolayısıyla Necip Fazıl da kendine ve irsiyetine yakışanı yapmış olmaktadır.
Kuşkusuz bulduğumuz kestirme çözüm, Maraş’lıların da nefsini okşamaya müsait. Fakat böyle bir izahla iktifa edilebilir mi?
Elbette hayır!.. Çünkü zikrettiğimiz o isimler ne Sivas’ın, ne de Maraş’ın dar hudutlarına hapsedilemez. Onlar bütün insanlık adına nümûne-i imtisal teşkil edecek şekilde, mürebbi ve önder tabiatli kişilerdir. Aynen Seyyid Nesimi, Niyazi Mısrî, Yunus Emre veya Fuzuli ayarında!..
Nitekim ben şahsen, Maraşlı Aşık Mahzuni’yi de öyle görürüm. Fakat bir isim daha zikredeceğim ki şaşıp kalacaksınız: O da Bediüzzaman Said Nursi’den başkası değil!.. Ona bir seferinde, Hz. Ali-Muaviye ihtilâfını soruyorlar. Verdiği cevabı okuduğumda, gözlerim faltaşı gibi açılmış, ben de neye uğradığımı şaşırmış kalmıştım. Sonra da Bediüzzaman Hazretleri’nin, özellikle de On İki İmama ilişkin yüksek, vukuflu izahlar!.. Onlar ne kadar içten ve aşklı ifadelerdir öyle?
Dolayısıyla bu hakikate sırf Aleviler için değil, çok bilmiş bazı Sünniler için de işaret ihtiyacını duydum.
Yeni Akit
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.