Himmet UÇ
Markar Esayan ve Bediüzzaman’ın Ermeniler konusundaki fikirleri
Bediüzzaman, Münazarat isimli eserinde çok kültürlü ama yüzyıllardan beri uzlaşmış, kaynaşmış Osmanlı toplumunun birliğini temin edecek çareler üretir. Bu eser aslında Osmanlı toplumunun anayasası, aynı zamanda da daha sonraki devletin de anayasayı olmalıydı. Bu eserde ırklar, dinler ve milletler topluluğu olan Osmanlı’nın devamını sağlamaya gayret ettiği gibi, daha önce kimsenin yapmadığı bir şekilde de imtizacın felsefesini yapar. Eser aynı zamanda bir siyaset felsefesidir.
Ne Ahmet Cevdet, ne Namık Kemal, ne Mithat Efendi ne başkaları bu eserin düzeyinde bir imtizaç ve ittihad felsefesi yayınlamamıştırlar. Hepsi hakikatın bir ucunu tutmuş, taammüm ettirmiş ama Osmanlının yüzyıllarca çabalayıp birbirine dini ve ırkı ne olursa olsun kaynaştırdığı toplumu bir arada tutma felsefesi yapamamışlardır. Osmanlı yıktırıldığı gibi coğrafyasındaki milletler de frenk mantıklı ideolojilerle birbirine düşman edilmiştir. Osmanlı coğrafyasını dağıtanlarla Osmanlılık ve birlikte yaşama şuuru da modernizm adı altında berheva edilmiştir. Bugünkü halimiz onun sonucudur.
Osmanlılık felsefesini biraz Namık Kemal yapar:
Vatan Şarkısı
Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır
Serhadimize kal´a bizim hâk-i bendedir
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz
Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu geçmez ovamızda dağımızda
Her gûşede bir şir yatar toprağımızda
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz
Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın
Cennet kapusu can veren ihvâna açılsın
Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın
Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz.
Bu yüzden Bediüzzaman halefi olan Namık Kemal için “selefim” der, haklı olarak.
Bediüzzaman Said Nursi, Osmanlıyı oluşturan sınıfların hiçbirini terkibi bozacak şekilde eleştirmez, çünkü bunlar birlikte yaşamayı başarmışlardır, bu büyük bir iştir. Yeni devletin kültür mimarları bir devlet kurmuşlardır ama birlikte yaşama şuurunu topluma kazandıramamışlardır. Hem dini hem de ırki, ayrıştırıcı, aşağılayıcı tutumlarından dolayı bugünkü uzlaşmaz ve kaynaşmaz toplum ortaya çıkmıştır.
Bediüzzaman, Münazarat eserinde Osmanlıyı oluşturan Rum ve Ermeniler hakkında beyanlarda bulunur. Gerek Ermeniler ve gerek Rumlar birlikte yaşamamızı sabote etmemişler bizden biri gibi yaşamışlardır. Osmanlı’da birçok devlet adamı Ermeni asıllıdır. Hatta Haydarpaşa Garı Fransız konsorsiyumu ile açılırken bakan Fransızca konuşmuş, ulaştırma müsteşarı ona “Burası Osmanlı ülkesidir, burada Türkçe konuşulur“ diyerek ihtarda bulunmuştur.
Bediüzzaman iyi bir gözlemcidir. Hem dini, hem siyasi, hem tabiat olaylarını keskin gözlemlerle tesbit eder ve eserlerinde kullanır. İçinde bulunduğumuz tabiatı, arkadaşlarımızı, ağaçları, meyveleri, çiçekleri, bir bütün tabiatı eserlerinde seyretmeye, görmeye, bakmaya davet eder. Pencereler Risalesi bir tabiat, ilim ve kozmik evren sinemasıdır. En çok tekrar edilenler, “bak, gör, seyret, düşün, fikret” kelimesidir.
Şeyh Sadi şöyle der: “Yazın ne yiyelim, kışın ne giyelim derken geçti gitti ömür.”
Bediüzzaman’ın Ermeniler hakkındaki fikirlerini geçtiğimiz gün vefat eden Markar Esayan okumuş ve çok hayret etmiş. “Bugünün Türkiyesi Bediüzzaman‘ın bu görüşlerinin çok gerisindedir” demiştir. Milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan, hepsi onun dengeli, entelektüel bir aydın olduğunda ittifak etmiştir. Erdoğan’ın onun vefat merasimine gidişi beni duygulandırdı. Demek ki birlikte kuvvet var.
Bediüzzaman’ın en kızdığı tekebbürdür. Osmanlı’da başka milletlere tekebbür yoktur herkes ne olursa olsun kardeş kardeş yaşarlar. Şöyle anlatır:
“Sual: Neden tekebbür küçüklük alâmetidir?
Cevap: Zira, herbir insan için, içinde görünecek ve onunla nâsı temâşâ edecek bir mertebe-i haysiyet ve şöhret vardır. İşte, o mertebe eğer kamet-i istidadından daha yüksek ise; o, o seviyede görünmek için tekebbür ile ona uzanıp tetavül ve tekebbür edecektir? Şayet kıymet ve istihkakı daha bülend ise, tevazu ile tekavvüs edip ona eğilecektir.
Sual: Pekâlâ, kabul ettik ki hürriyet iyidir, güzeldir. Fakat şu Rum ve Ermenilerin hürriyeti çirkin görünüyor, bizi düşündürür. Reyin nedir?
Cevap:
Evvela: Onların hürriyeti, onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır. Bu ise, şer’îdir. Bundan fazlası, sizin fenalığınıza, divaneliğinize karşı bir tecavüzleridir, cehaletinizden bir istifadeleridir.
Saniyen: Farz ediniz ki, hürriyetleri bildiğiniz gibi size fena olsun. Lâkin, yine biz ehl-i İslâm zararlı değiliz. Çünkü, içimizdeki Ermeniler üç milyon olmadığı gibi, gayr-ı müslimler dahi on milyon yoktur. Halbuki bizim milletimiz ve ebedî kardeşlerimiz üç yüz milyondan ziyade iken, bunlar üç müthiş kayd-ı istibdat ile mukayyed olup, ecnebilerin istibdâd-ı mânevîlerinin taht-ı esaretlerinde ezilirler. İşte hürriyetimizin bir şubesi olan gayr-ı müslimlerin hürriyeti, bizim umum milletimizin hürriyetinin rüşvetidir. Ve o müthiş istibdâd-ı mânevînin dâfiidir. Ve o kayıtların anahtarıdır. Ve ecnebîlerin, bizim dûşümüze çöktürdükleri müthiş istibdâd-ı mânevînin râfiidir. Evet, Osmanlıların hürriyeti, koca Asya talihinin keşşafıdır. İslâmiyetin bahtının miftahıdır, ittihad-ı İslâm sûrunun temelidir.
Sual: "Ermeniler zimmîdirler. Ehl-i zimmet, zimmettarlarıyla nasıl müsâvi olur?"
Cevap: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevi zimmî-i muâhid (bunlar Osmanlı zamanı için geçerlidirler) nazarıyla bakıyorum.
Suâl: "Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyânet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde gayr-ı müslimlerle nasıl müsavi olacağız?
Cevap: Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir; hukuktadır. Hukukta ise, şah ve geda birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tazibinden men'etse; nasıl benî âdem'in hukukunu ihmal eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet İmam-ı Ali'nin (R.A.) âdi bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ı fahriniz olan Salahaddin-i Eyyubî'nin miskin bir Hristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim.”
İslam tarihinden bir nümune
Hazret-i Ömer (ra) hilafeti zamanında bir âdi Hristiyan ile mahkemede beraber muhakeme olmuşlar. Halbuki o âdi Hristiyan, Müslümanların hem mukaddes rejimlerine, hem dinlerine, hem kanunlarına muhalif iken o mahkemede onun o hali nazara alınmaması gösteriyor ki; mahkeme hiçbir cereyana âlet olamaz, hiçbir tarafgirlik içine giremez ki; Halife-i Rûy-i Zemin, âdi bir kâfirle muhakeme olmuşlar. (Emirdağ Lahikası-2 / 157-158)
“Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dostolmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır.
Birşey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Adem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi ’dır. Ömer Dilân Kabîlesi bin senedir yine Ömer Dilândır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silah ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî iyayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar.
İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.
Suâl: "Rum ve Ermenilerin hürriyeti bizi teşviş ediyor. Bir kere tecâvüze başlıyorlar, bir kere ’Hürriyet ve meşrutiyet bizimdir, biz yaptık’ diyorlar. Bizi me’yus ediyorlar?"
Cevap: Zannediyorum, tecâvüzleri eskiden sizden tahayyül ettikleri tecâvüze karşı bir teşeffi-i gayz ve bundan sonra sizden tevehhüm ettikleri tecâvüze karşı bir nümâyiş gibidir. Eğer tamamıyla îman etseler ki, tecâvüz sizden olmaz; adâlete kanaat edeceklerdir. Şâyet adâlete kanaat etmezlerse; hak, hakkın kuvvetiyle burunlarını kırıp iknâ ettirecektir. Hem de, "Meşrutiyeti biz istihsâl ettik" olan sözleri yalandır. Hürriyet ve meşrutiyet, askerimizin süngüsüyle, cemiyet-i milliyenin kalemiyle sahîfe-i vücuda geldi.
Sual: Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar. Nasıl olur?
Cevap: Saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gibi... Zira, meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. Gayr-ı müslim reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farz ediniz ki, memuriyet bir nevi riyaset ve bir ağalıktır. Gayr-ı müslimlerden üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz vakitte, millet-i İslâmiyeden aktâr-ı âlemde üç yüz bin adamın riyasetine yol açılıyor. Biri zayi edip bini kazanan, zarar etmez.”
Bediüzzaman’ın Ermeniler konusundaki fikirlerini Esayan Münazarat’tan okumuş. Biz de yorumsuz olarak dün öteye gönderilen bu önemli adamın hatırasına, Üstadın fikirlerini naklettik.
Azerilerle, Ermenilerin savaşı sırasında cereyan etmiştir ama bu fikirler hala içimizdeki Ermeniler için geçerlidir. Erdoğan’ın bir Ermeni vatandaşı ama elit bir vatandaşı milletvekili yapması da hala Osmanlıların politikalarının ülkemizde geçerli olduğunu göstermektedir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.