Prof. Dr. Abdullah YILMAZ
Mâzi Defterimden Portreler: Nusret Hocam
1990 yılıydı. Risale-i Nur hakikatleri ile daha yenice tanışmış, nurlu külliyatı henüz bitirmemiştim. Ders ve sohbet meclislerine özellikle talebe derslerine sektirmeden devam ediyordum. O derslerin birinde dediler ki; “Gelecek hafta cumartesi günü Ağrı’ya gideceğiz, Nusret Hocamızı ziyaret edeceğiz.” Daha önce sohbetler esnasında birkaç defa ismini duymuştum, Nusret Hoca’nın. Âlim ve velî bir zat olduğunu söylemişlerdi.
Heyecanla bir haftanın geçmesini bekledim. Söyledikleri saatte medresenin önünde hazır kıta bekliyordum. Talebelerden ve cemaatten ağabeylerden müteşekkil 15-20 kişilik bir grup minibüse bindik. Bir saat süren yolculuk boyunca benden hariç herkes dudakları kıpır kıpır bir vaziyette hatalarına, günahlarına ve kusurlarına tövbe istiğfar ediyordu. Niye böyle yaptıklarını sorunca, hepsi birden tuhaf jest ve mimiklerle bendenize baktılar.
Beni tanımayan birkaç kişi Nusret Hocayı daha önce ziyaret edip etmediğimi sordu. Hayır deyince; “Belli oluyor. Hocamı ziyarete gitmeye niyetlendiğin anda kalbini, ruhunu ve bilumum hissiyatını tasfiye, tezkiye ve tathir etmelisin. Yoksa oturur oturmaz Nusret Hocam kalp gözüyle hepimizin kalbine, ruhuna nazar edecek ve her birimize ayrı ayrı hak ettiğimiz nasihati, dersi verecek.” dediler. Rabbim affetsin, söyledikleri o an için bendenize pek mümkün gelmemişti. Kıssalarda ruhum ürpererek, gözlerim yaşararak okuduğum, dinlediğim ve artık mazide kaldığını düşündüğüm bir hadiseden bahsediyorlardı.
Sarı boyalı, alt katı medrese olan 2-3 katlı bir binanın önünde yolculuğumuz hitama erdi. İçeriye girdik. Başında bembeyaz bir sarık; sırtında ayak bileklerine kadar uzanan kalınca bir kumaştan kahverengi ve ön tarafı işlemeli ihtişamlı bir cübbe; yüzünde mütebessim bir çehre; gözleriniz buluştuğunda yüreğinizin derinliklerine işleyen bir bakış; zaten irice olan cüssesini daha da ihtişamlı gösteren bir karıştan uzun sakalıyla sanki asırlar öncesinden tayy-i zaman ile bugüne gelivermiş bir asr-ı saadet Müslümanı ayakta karşıladı bizleri. Onu görür görmez bütün benliğimi kuşatan hürmet, haşyet, haşmet ve muhabbet hisleri ile doldum.
Yüzünü kaplayan mütebessim edasıyla tek tek hepimizle musafaha etti, güçlü ve uzun kollarıyla göğsüne bastırdı. Bir çekyata oturdu. Biz gençler karşısına dizüstü oturduk. Grubumuzun ekseriyetini ismen tanıyordu zaten. Hepsinin tek tek halini hatırını -ismiyle hitap ederek- sordu. Biz birkaç tıfl-ı nevresideye sıra gelince, kendimizi tanıttık. Ortamdaki manevî havanın ağırlığından önüme eğilmiş başımı ve dizlerimin üstünde tuttuğum ellerime odaklanmış gözlerimi kaldırıp ismimi söylemek için yüzüne baktığım anda gözlerimiz karşılaştı. O gözlerde öyle bir bakış vardı ki emin olun, röntgen ne ki manevi bir tomografi cihazı misillü; kalbimin, ruhumun en gizli, en derin ve en karanlık yerlerine nüfuz ediyordu.
O an anladım; milletin yol boyu niye tövbe, istiğfar ve nedamet ettiğini. Ve o an anladım; o gözlerin sadece görüneni görmediğini. Ve o an anladım; ruhumuza nüfuz edebilecek ulvi nazarların sadece mazide ve kıssalarda kalmadığını. Bütün benliğimi bir ürperti, bir heyecân, bir halecân kapladı. Ruhum ve kalbim aklımın erdiği ilk günden o ana kadar yapageldiğim cem-i cümle günahlardan, hatalardan, kusurlardan ve yanlışlardan tövbe, nedamet ve istiğfarla dolu bir ubudiyet haletine büründüler.
Dinleyeni derinden etkileyen, kalbe ve ruha nüfuz eden bir ses tonu ve konuşma üslubu vardı. Risale-i Nur’un ve Nur talebelerinin şahs-ı mânevîsinin ehemmiyetini ısrarla nazara veren, arada ülkenin ve şehrin içtimai meselelerine atıfta bulunan, uzunca sayılabilecek bir musâhabede bulundu.
İkindi namazını cemaatle kıldık, çay ve ikramlardan sonra tekrar kucaklaşarak vedalaştık ve eve döndük. O gün, benim için, yıllarca sürecek derin hürmet ve muhabbetle dolu bir tanışıklığın, dostluğun ve dava arkadaşlığının başlangıç günü oldu.
O sene yaz tatilinde bir defa daha ziyaretine gittim. Tabii bu defa tecrübeliydim. () Yol boyunca tövbe, nedamet ve istiğfar ile kalp ve ruhumu tasfiye ve tathir niyet ve gayesiyle dudaklarım kıpır kıpırdı.
Üniversiteye başladıktan sonra, yaz tatillerinde memlekete her gidişimde fırsatını bulur bulmaz Hocamı ziyaret ederdim. 3. sınıfın yaz tatilinde babamın babasının amcaoğlu -Söylerken çok uzak zannediyor insan! Ama eğer şarkın herhangi bir kasabasında yaşıyorsanız o akrabanız, diğer akrabalarınızla kıyaslandığında, sizin en yakın akrabanız sayılır- vefat etmişti. Önce büyüklerle taziye evine gittik, sonrasında da ilk fırsatta Nusret Hocama uğradım.
Yine her zamanki celadet ve haşmetiyle karşıladı bendenizi. Muhabbet arasında taziye için geldiğimizi söyleyince kim olduğunu sordu. “Sofyan köyünden Molla Abdullah” dedim. Şaşkınlıkla ellerini dizlerine vurarak; “Molla Abdullah senin neyin olur?” Dedi. “Babamın babasının amcaoğlu” deyince aynı şaşkın tavırla; “Biz de onunla amcaoğluyuz” dedi. Gözlerinin içi gülerek ayağa kalktı ve bendenizi samimi ve içten bir muhabbetle tekrar kucakladı. “Sen şimdi benim yeğenim mi oluyorsun?” dedi. Bendeniz o anın şaşkınlığı ve heyecanıyla yarım yamalak bir “Evet”le cevap verebildim. O günden sonra muhabbetimiz, irtibatımız ve sohbetimiz eskisine nispetle kat ve kat fazlalaştı.
Nefsim kudret elinde olan Rabbime yemin ederim ki; Hocamı her ziyaretimde o mübarek zat sanki ayrı kaldığımız zaman dilimi içerisinde ruh, kalp, his ve akıl dünyamda yaşadığım bütün gelgitleri, güzellikleri, fenalıkları ve sıkıntıları bizzat benimle birlikte yaşamış ve tecrübe etmişçesine öyle sözler, öyle kelamlar ederdi ki; kendimi manevî bir doktorun ameliyat masasına uzanmış, onun mahir ellerine teslim olmuş bir hasta gibi görürdüm. Kalbimdeki, ruhumdaki ve aklımdaki bütün hastalıkları o nâfiz lisanıyla, kalbe/ruha işleyen ve Risale-i Nur hakikatleriyle donanmış üslup ve ifadeleriyle ameliyat-ı cerrahîyeden geçirir ve bendeniz yepyeni, ter ü taze bir ruh haliyle oradan ayrılırdım.
2015 yılında kanser illetine yakalandığımda annem kendisine haber vermiş. Telefonum çaldığında baktım, arayan oydu. Açtım, dakikalarca dualar, teselliler ve asla umutsuzluğa kapılmamaya dair tenbihlerde bulundu. Sonlara doğru sesi neredeyse ağlamaklı olmuştu. Kısa bir sessizlikten sonra birden ciddi bir ses tonuyla; “Hiç telaş etme oğlum, Rabbimin izniyle sen daha çok yaşayacaksın, çok günler göreceksin” Dedi. Ve bendeniz hâlâ yaşamaya devam ediyorum. ()
2016’dan sonra ardarda nükseden rahatsızlıkları onu epey yoruyordu. Artık şehirlerarası seyahat edemiyor, medreseden ve/veya evinden pek çıkamıyordu. Her ziyarete gidişimde medresenin üst katındaki dairesine çıkar, yattığı odada kısa süren ziyaretler yapar, dualarını istirham ederdim.
2019 yılının ocak ayında damadından bir telefon aldım: “Nusret hocam vefat etti” dedi. O anda adeta dayandığım duvar, sırtımı yasladığım koca çınar devrilmiş gibi sendeledim; “Eyvah!” dedim. Manevî hâmîm, Risale-i Nur dairesi içerisindeki mürşidim, öz amcamdan öte amcam, mânâ âleminde kalp ve ruhumu istikamette tutan dua kaynağım şu kevn-ü fesad âleminden göçüp vatan-ı aslisine gitmişti.
Pürtelaş uçakla Ağrı’ya gittim, cenaze merasimine yetiştim. Cenaze namazı Kampüs camiinde kılındı. Binlerce insan ona hüsn-ü şehadette bulunmak, şehrin manevi önderlerinden birini ebediyete uğurlamak için toplanmıştı. İmam efendi “Merhumu nasıl bilirdiniz?” Diye istifsar ettiğinde, caminin içini ve etrafını saran binlerce insan hep bir ağızdan; “İyi bilirdik!” Diye nidâ ettiler. Yine o binlerce insan hep birden haklarını ona helâl ettiler.
Ve o soğuk kış gününde Nusret Hocamı, manevi rehberimi, amcamı, şu kesâfetli madde âleminde bendenizi ayakta tutan manevi dayanağımı –muvakkaten-kaybettim. Ve o günden sonra bir daha ebed âlemine gidene kadar, eskiden olduğu gibi, manevi bir zırhla koruma altında olduğumu hissedemeyeceğimi fark ettim.
Rabbim Nusret Hocamın ve onun gibi şu kevn-ü fesad âleminde vazifelerini hakkıyla eda edip Rabb-ı Rahîmlerine perdesiz kavuşacakları ebed diyarına gülerek giden sâlih kullarının zümresine biz günahkâr kullarını da dâhil eylesin.
Nusret Hocamın ruhuna bir Fatiha hediye etmeyi unutmayın lütfen.
Said Nursi'den Ağrılı Nusret Hocaya: Risale-i Nur'u böyle okuma!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.