Mustafa AKCA
Medresetüzzehra açılımları
- Heyhat! Şaşarım senin ümidine!
- Ben de şaşarım senin aklına!
Medresetüzzehra ile ilgili olarak yayınladığımız ilkyazımızda “Medresetüzzehra’ya, klasik bir üniversiteden; Kafkas, Diyarbakır, Bitlis ve Van arasında sıkışmış bir coğrafya için kurgulanmış bir dar’ülfünundan daha fazla bir anlam yüklenebilir mi? Bediüzzaman’ın gençlik yıllarında hayalini kurduğu ve gerçekleştirmek için padişahlık makamına kadar çıkmayı göze aldığı bu sevdasının; bir sevdadan daha fazla olarak bir medeniyet projesine, bir fütürizme, koca bir ümmeti ilgilendiren bir gelecek tasavvuruna dönüştürülmesi mümkün olabilir mi?” sorusunu sormuştuk. Bu yazıda, Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Doğu Anadolu'da bir "Darülfünun-u İslamiye" kurma ile başlayan girişiminin nasıl devam edebileceğine/etmesi gerektiğine ilişkin düşüncelerimizi ifade etmeye çalışacağız.
Bediüzzaman’ın hayatı boyunca kurmak için çabaladığı Medresetüzzehra yaşadığı sürede düşündüğü, planladığı ve arzu ettiği şekilde ortaya çık(a)mamıştır. Van’da temelini atmaya kadar getirebildiği darülfünunun (üniversitenin) akim kalmasının birçok sebebi vardır. Çok sonralar O, hayalini kurduğu üniversitenin manevi hüviyetinin Isparta Vilayeti’nde tecessüm ettiğini söyler. Risale-i Nur’u manevi bir medresetüzzehra olarak tavsif edip maddi suretini de talebelerine bir vazife olarak bıraktığını ifade eder. Risale-i Nur talebeleri, Medresetüzzehra’nın bir anlamda ilk düzey ve ilk sürüm öğrencileri hükmüne geçmişlerdir.
Medresetüzzehra, her ne hikmet ise, hep Bediüzzaman’ın planladığının bir adım sonrasında durmuş; devamlı bir hülya olarak kalmayı sürdürmüştür. Bu durum deyim yerindeyse meselenin adeta Nursi’nin arzu ettiğinden ve planladığından daha fazla şey ifade ettiğini göstermektedir. Öyleki, ilk planda bir darülfünun olarak düşünülen Medresetüzzehra; zamanla bir yönüyle iki kanatlı eğitimi teklif eden bir eğitim modeli olmakla kalmamış, aynı zamanda bir manasıyla Risale-i Nur Külliyatının âlem-i İslam’da gelecekte seyredeceği serencamın adı da olmuştur. Platon’un Akademya’sına, Ebu Hanife’nin okuluna, Descartes felsefesine, İbn-i Arabi düşüncesine, Frankfurt ve Viyana Okuluna benzer şekilde; Bediüzzaman’ın dünyayı iman odaklı olarak yeniden okuma sisteminin büyük bir ekole dönüşmesini ifade etmektedir. Eğer Risale-i Nur’da ve Bediüzzaman’da böyle bir kabiliyet varsa; bu tüm hamasi söylemlerden ayrı olarak, olması gerektiği için olacak bir durum olarak öngörülebilir.
Medresetüzzehra’nın Risale metinlerine yansıyan bir “olgunlaşma süreci”nden bahsedilebilir. Coğrafi düzlemde Doğu vilayetlerinden başlayarak zamanla dairesi dünyaya yayılan bir değişime uğradığı göze çarpar:
“Maarifi Kürdistana medrese kapısıyla sokmak”, “Kürdistan'da adet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek”, “Maarif-i cedideyi medarise sokmak için bir tarik ve ehl-i medresenin nefret etmeyeceği saf bir menba-ı fünun açmak” gibi bölgesel bir yaklaşımdan
“Anadolu'daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbiriyle yardımcı olarak ittifak etsin”e olan ülke çapında dönüşüme uğrama ve
"Arabistan, Hindistan, İran, Kafkasya, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki, müsbet ve kudsi ve umumi milliyet-i hakikiye olan İslamiyet milliyeti ile "inneme'l-müminuneihvatun" Kur'an'ın bir kanun-u esasisinin tam inkişafına mazhar olsun" şeklinde ifade edilen ümmet düzeyinde bir teklife dönüşme
tarzında, coğrafyası devamlı genişleyen yenilikçi bir eğitim modeli sunar. Bu model ancak siyasi ve ekonomik yönden devlet(ler)in desteklemesi ve meseleyi kavramasıyla gerçekleşebilecektir.
Bu modele içkin olarak mektep, medrese ve tekke’nin barışması gibi, Meşrutiyet ve hürriyetin mehasinini göstermek gibi, Kürt ve Türk ulemasının istikbalini sağlamak gibi daha özel bir takım hedefler de bulunmaktadır.
Medresetüzzehra’nın, gözden kaçan, esasında Risale-i Nur Talebeleri’nin “Hizmet”lerine taalluk eden, daha spesifik olarak vasıflandırabilecek; üstelikyukarıdaki hedeflerden daha zor ve daha büyük çaba sarf edilmesini gerektiren bir başka özelliği de bulunmaktadır. Bu, “İman, Hayat, Şeriat” vazifelerinin uluslararası boyutlarda ve her türlü platformda hayata geçirilmesini temin edecek olan bir özelliktir.
Risalelerde "Felsefe fünunu ile ulum-ı diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti İslamiyet hakaikiyle tam müsalaha etsin" gibi, "Fünun-u cedideyi, ulum-u medaris ile mezc ve derc" etmek ve bu sayede safsatanın zulmünden muhakeme-i zihniyeyi halas etmek” gibi, “İslamiyeti, onu paslandıran hikayat ve İsrailiyat ve taassubat-ı barideden kurtarmak” gibi bahsedilen hedefler Medresetüzzehra’nın tarihte ve günümüzde ortaya çıkan felsefe, sanat ve bilim ekolleri gibi bir okul olmasını da netice verebileceğini, vermesi gerektiğini anlatmaktadır.
Böylesine büyük vazifeler ve hedefler, ancak yüksek düzeyde bilim, sanat, felsefe üretmekle başarılabilir. “İslamiyyet’in mağz ve lübbü”ne muvafık bir yeniden yapılanmayı gerçekleştirecek rekonstrüktif mahiyetteki bir hareketin –zira kendisini dava değil dava içinde bir burhan olarak tanımlamaktadır- ancak cemaat ve cemiyet düzeyinden daha yüksek bir düzeye ulaşması ve orada kalıcı olabilmesi ile mümkündür. İslami Hayat ve Hukuk doğru şekilde anlaşılacak ve icra edilecekse, öncelikle mevcut durumun doğru şekilde sorgulanması gerekmektedir. İşte bu “entelektüel düzey”dir ki Bilim, sanat ve felsefe algısı ve bilgisi yüksek Nur hadimleriyle birlikte; doğru iletişimle tanışılmış, ulaşılmış diğer Müslüman ve gayri Müslim entelijansiya, sanat ve bilim insanıyla müzakere ve mübahase imkânı verecektir. Bu düzeye ulaşmayan Risale-i Nur Hizmeti, Medresetüzzehra’nın sadece eğitime bakan yönünü tesis edebilmiş olacaktır. Medresetüzzehra birkaç sosyolojik hedefi bulunan bir eğitim modeli olmakla beraber; aynı zamanda iman odaklı bir entelijansiya, sanat ve bilim adamı oluşturma girişimidir. Böyle bir seviye yakalandıkça artık "hor görülen Müslüman ve İslam” durumunun ve imajının rahatlıkla değişeceğini; ekonomik ve siyasi başarıların çabucak sönüp giden yapılarının tersine bu düzlemde ortaya konulacak her türlü eser ve faaliyetin çok daha etkili ve kalıcı olacağını söylemek mümkündür.
Bediüzzaman’ın bakiye-i hayatı ve bıraktığı eser külliyatı buna kaynaklık edecek denli büyük ve derinlikli bir yapı arz etmektedir. Bu büyüklüğün ve derinliğin geleceğinin ve Medresetüzzehra’nın ileride alacağı vaziyetin, fıtratın kanunlarına uygun olarak, talebe, dost ve gönüllülerinin bu kaynaktan yararlanma düzeyine, istek ve gayretlerine bağlı olduğu söylenebilir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.