
Mehmet Asıf IŞIK
Hayasız Akınlara Cevap–2
Kısa Bir Açıklama ve Okuyucudan Özür
Risale-i Nurların ibarelerini bağlamından kopararak itirazda bulunan Ali Akın’a cevap sadedinde bir açıklama yapmak ihtiyacındayız:
Biz başta Kur’an-ı Hakim’den, Sünnet-i Seniyeden ve ilmen beslendiğimiz Risale-i Nur’dan edindiğimiz müsbet hareket tarzı itibariyle durduk yerde kimseye sataşmıyoruz. Bilakis, her türlü müsamahamıza, tavzih ve izahımıza, icabı halinde tashih ve ta’dil talebimize iman kardeşliğinin gerektirdiği müsbet karşılığı göremeyince hakikatin incinmemesi, Risale-i Nur ve müellifi Said Nursi hakkında yayın yoluyla ortaya atılan iddiaların karşılıksız kalmaması ve ayrıca, bu konularda bilgisi olmayanların idlal ve iğfal olmaması bakımından manevi bir mesuliyet saikiyle cevaplamak zorunda kalıyoruz.
Saldırana veya ısırmaya çalışana karşı eline sopa almak, zarar vermek için hücum edince de selamet için tepesine sopayı vurmak nefs-i müdafaadır ve hukuken meşrudur. Nur Talebeleri kimseye saldırmadı. Bu yazımız da kimseye saldırmak için değil, Bediüzzaman Said Nursi’ye, şaheser imani eserlerine, kahraman ve fedakâr Nur Talebelerine yönelik durmak bilmeyen insafsız bir taarruza karşı kendini savunmak kabilindendir.
Kerameti kendinden menkul “Bilge” Ali Akın’ın Said Nursi ve Nurculuk başlığıyla sanal medyada yayınladığı video konuşmasındaki asılsız ve yersiz iddialara karşı bu köşede 20 Nisan tarihinde yayınlanan cevap üzerine, adı geçen, Said Nursi’ye karşı duyduğu kinine bilgisizliğini de ekleyerek yeni bir video yayınladı.
Bu müddei madem Risale-i Nur'da itiraza medar hususlardan bahsediyor. Aslında kendisiyle bu konuları Kur'an ve sünnet ölçüleriyle, ilmi usullerle, nezaketle, nezahetle, karşılıklı saygıyla ve istifadeye vesile olabilecek bir zeminde müzakere etmeyi isterdik. Ancak hakaretlerle, ithamlarla, tehditlerle, beddualarla, galiz ifadelerle, söverek, küçümseyerek, muhatabını saymayan küstah bir dille ve parmak sallayarak konuşan biriyle ne müzakere edilebilir ne hakikat anlatılabilir ne de bir anlaşma sağlanabilir.
Önceki videoda bahse konu ettiği iddialarını cevaplarımızla beraber youtube kanalındaki yorumlara 10-12 parça halinde yüklememize rağmen sadece iki cevap kısaca alınmıştı. Videoyu izleyenlerin iddiaların cevaplandığını bilmesi, müddeinin de bilgilenmesi bakımından yazımızın bağlantı linki kısa bir açıklama cümlesiyle yorum olarak girildi ise de kendine ait youtube kanalında yayınlanmayan cevapların akıbetine uğradı. Be adam, madem ağır iddialarda bulundun; cevabı verilince aynı yerde, aynı kanalda ve aynı dikkat çekici vurguyla yayınlamak ilim namusunun ve yayın ahlâkının gereği değil midir? Yoksa bu erdemleri çok bilmiş “Bilge”den boş yere mi bekliyoruz?! Hatırlatalım; Bilesin ki kavgada vur kaç taktiği mertlerin tavrı değildir. Şimdiki durum böyle...
Çok bilmişi iddialarını ispat etmeye davet ettiğimiz bir önceki yazımızda, delillerini eser ismi ve sayfa numarasıyla vermesini istemiştik. Bunun üzerine Risale metinlerinde “Tevhid”e ve İslâm akidesine uygun bulmadığı, zaman zaman şirk ve küfür diye itham ettiği hususlarla ilgili bahisleri de vererek güya Kur’an’a aykırı diye bazı ayetlerle çürütmeye çalışıyor. “Bilge”, yayınladığı yaklaşık 60 dakikalık ikinci videosunda Nursi, eserleri ve talebeleri hakkında her bir iddiası müstakilen cevaplanması gereken 40’ın üzerinde iddiada bulunmuş. Pek uzun olacağından iddiaları ve bu sütunda 3 veya dört bölüm halinde verilecek cevapları kısa ve öz tutmak için özetleyeceğiz.
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ “Sonra biz kullarımızdan seçtiklerimizi o kitaba (Kur’an’a) mirasçı kıldık. Onlardan kimi kendine kötülük eder, kimi orta bir durumdadır, kimi de Allah’ın izniyle hayır işlerinde yarışır; işte büyük lütuf budur.” (Fatır/32)
Cenab-ı Allah bu ayette ilim ehlini üç sınıf ayırmaktadır. Hayır işlerinde yarışanlar, hayatlarında orta yol tutanlar, bir de nefsine zulmedenler, yani ilmiyle amel etmeyenler. İlmini, başkalarına dil uzatmaya alet edenler ve Ulema-i Sû [kötü âlimler] lakabına layık görülenler bu üçüncü tabakada yer alanlardır. Ali Akın denilen zata bakın ki, işini gücünü bırakmış, hayatı mülhitler, münafıklar ve İslam düşmanlarıyla mücadeleyle geçen Bediüzzaman gibi bir âlimin imanî eserlerinin bazı yerlerini bağlamından kopararak münakaşa konusu yapıyor. Sözümüz böyle bir ilim ehlinin, hangi tabakada yer alacağını okuyucuların zihnine havale ediyoruz.
Aşağıda verilen birkaç ayet pek çok iddianın cevabı olacağı için, muhterem okuyucular lütfen bu ayetleri hatırlarında tutsunlar. Cevaplarda ilgili ayetlere atıf yapılacaktır.
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَارًا
Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o müminler için bir şifa, bir rahmettir; zalimlerin ise sadece ziyanını arttırır. (İsra/82)
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ
Hayır! Gerçekte o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi zâlimlerden başkası inkâr etmez. (Ankebut/49)
İDDİALAR ve CEVAPLAR
İddia: 1- Barla Lahikası’nda Hafız Küçük Ali’nin mektubundaki “Risale-i Nur, Kur'ân'ın has tefsiri olduğundan Kur'ân'a bağlıdır. Kur'ân ise Arş-ı Âzam’a bağlıdır. Onun için, Risale-i Nur'u Kur'ân medh ü senâ edebilir.” cümlesine karşı, “Kur’an’ın Hak katından indirildiği halde ondan başka hakem arama” beyanıyla En’am/114. ayetle itiraz edilmiş.
Cevap: A’raf Suresinin 52.ayetinde Cenab-ı Allah yüce Kitabını “rahmet” diye tarif etmiş. İsra Suresinin 82.ayetinde ise, “Biz Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olanı indiririz” buyurulmuş. İsra/82’de geniş zaman siğasıyla “nunezzilu” yani indiririz tabiriyle de mü’minler için rahmet olan Kur’an’ın elbette lafzen değil fakat manalarının indirilmeye devam ettiği ve ucu açık bir ifadeyle kıyamete kadar devam edeceği beyan edilmiştir.
Kaldı ki, Kur’an ebedi bir mucize olduğu için Kur’an nurları kıyamete kadar devam eder. Bu nurlar bir zamanlar 500 hicriden önceki ulemanın tefsirinde, daha sonra müteehhirin ulemasının tefsirinde, bu ahir zamanda da Bediüzzaman gibi âlimlerin tefsirinde ortaya çıkabilir. Kur’an-ı Kerim bu nurları ve bu nurlarla meşgul olanları neden methetmesin?
İddia: 2- Asa-yı Musa’da Ankara Nur Talebelerinin mektubundaki “Risale-i Nur'u, dikkat ve tefekkürle ve devamlı olarak müsait vakitlerimizi boşa gidermeden okumak ve yazmak, en büyük ibadet ve zevk kaynağıdır.” cümlesine, “İslam’da nafile hayır hiçbir zaman farz ibadetin üstüne tutulamayacağı, kaldı ki Kur’an tefsiri olduğu iddia edilen bir eserin ibadet nesnesi olamayacağı, ibadetin kaynağını Kur’an-Sünnetten aldığı” beyanıyla itiraz edilmiş.
Cevap: Böyle bir cümleden yanlış mana çıkarmak kötü niyet ve su-i ahlaktan başka bir şey değildir. Her şeyden önce, “Risale-i Nuru tefekkürle okumak en büyük ibadettir” sözünden, “Farz ibadetlerden daha büyüktür” anlamı çıkmaz. Herkes bilir, Bediüzzaman da bilir ki, Farz ibadetin yerini hiçbir şey tutmaz. Buradaki cümleden kasıt, “İmanî tefekkür türlü nafile ibadetten daha büyüktür” demektir. (لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ) “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır” (Araf, 179) ayeti, tefekkür etmeyenleri hayvandan daha aşağı olmakla vasıflandırıyor. Allah’ın nimetlerinde tefekkür etmenin büyük bir ibadet olduğu konusunda hadisler de mevcuttur.
Diğer taraftan ilim öğrenmek her mü’min erkek ve kadına farzdır. Kur’an-ı Kerim pek çok ayetiyle, “Bakmaz mısınız, görmez misiniz, akletmez misiniz, şu’r etmez misiniz, tefekkür etmez misiniz?” mealindeki beyanlarıyla varlıklar üzerinde ve Allah’ın nimetlerinde tefekkür ve tezekküre davet ediyor. Bu hikmetli vazifeyi yapanlar da, اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz.” (Al-i İmran/192) ayetiyle medh ediliyor. Bu tefekkür ve tezekkür insanı ilim öğrenmeye, Rabbini tanıyıp yaratılış gayesini bilmeye, anlamaya sevk ediyor. Ayet böylesi bir tezekkürü “Kalpler Allah’ı zikretmekle huzur ve sükun bulur” diye beyan etmiyor mu? Böyle bir tefekkür nafile ibadetlerden daha büyük değil mi?
İddia: 3- Kastamonu Lahikasında Said Nursi’nin “Saniyen: Gül fabrikası gülistanlarını ve merhum bedevî bülbüllerini konuşturan Hüsrev kardeş, Risale-i Nur, Isparta'yı, âfât-ı semaviye ve arziyeden muhafazasına sebep olduğunu, çok hâdisatla beraber, bu yeni zelzele hadisesi ve muarız hocanın dolularla başının tokatlanması …” ifadesine “Allah sana bir zarar dokunduracaksa onu yine kendisinden başka açacak yoktur” beyanıyla En’am/7. ayetiyle itiraz edilmiş.
Cevap: “Sadakanın belayı def ettiği”, peygamberlerden tevarüs eden “emr-i ma’ruf” vazifesi yapıldıkça belâ ve musibetlerden mahfuz olunacağı hadis kaynaklarında vardır. Ayrıca, Kur’an-ı Hakim pek çok ayette Rabbine kulluk vazifesini yerine getirmeyen kavimlerin arzi ve semavi musibetlere maruz kaldığını beyan etmiyor mu? Risale-i Nur Kur’an’ın hakikatlerine ve iman esaslarına dair bazı ayetlerin şerhi, izahı ve işari tefsiridir.
Çok bilmiş “Bilge” Risale-i Nur’un hangi şartlarda ortaya çıktığını bir türlü anlamak istemiyor. Bu eserler, o günkü baskı dönemlerinde resmi politikalarla red ve inkâr fikirlerinin hayatın her alanında tatbik edildiği, dinin ve dine ait değerlerin red edilip kanunla yasaklandığı dönemde Isparta ve havalisinde, küçüğünden büyüğüne, yaşlısından gencine binlerce insanın fedakârca ve zor şartlarda elle yazmaları sadaka değil mi? Böyle bir kahramanlık Allah katında karşılıksız mı kalacaktı? Allah öyle hizmet edilen yeri korumaz mı? Böyle mukaddes bir hizmetin engellenmesi bela ve musibeti celp etmez mi?
İddia: 4- Mektubat’ın 16.Mektubunda Risale-i Nur’a gaybi işaretler bahsindeki “Malûmdur ki, bazı vakit olur, bir dakika, bir saat; ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehid olan bir adam, bir velâyet kazanır. Ve soğuğun şiddetinden incimad etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir. İşte, aynen öyle de, Risale-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribatın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin imanlarını kurtarması noktasından, Risale-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş ...” cümlelerine, “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, Ancak Allah bilir” Necm Suresi 66. ayetiyle, “… Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, eğer doğru iseniz …” Bakara Suresi 23-24. ayetleriyle itiraz ediyor.
Cevap: Aslında Bediüzzaman’ın kendisi bu uzun cümlesinde, ilimleri sadece enaniyetlerinin kabarmasına vesile olan ve ilmiyle amel etmeyen böyle hocaların itirazlarını göz önünde bulundurarak, “Malûmdur ki, bazı vakit olur, bir dakika, bir saat; ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehid olan bir adam, bir velâyet kazanır” sözüyle bu tür hocaların itirazlarına cevap vermiştir. Şeriat-i Muhammediyenin kaldırıldığı, Kur’an’ın yasaklandığı ve fuhuş kapılarının ardına kadar açıldığı bir dönemde Kur’an, müminlerin imanlarını kurtarmak için çabalayan bir eseri ve eser sahibini methetmez m? Ama şeriatın kaldırılması, dine hakaret ve fuhşiyatın yaygınlaştırılması bu tür hocaları ilgilendirmez. Onların tek derdi Risale-i Nur’un ibarelerini cımbızlayarak itiraz noktalarını tesbit etmektir.
Nurların telif edildiği şartlar yukarıda açıklandı. Kur’an-ı Hakim beyan ve iddia ettiği meseleleri delilleriyle ispat eden bir eser Kur’an’ın medhine namzet olmaz mı? Üstelik niye olmasın? Kur’an’ın bütün zamanlara hitap eden pek çok sırlı beyanları ve manaları vardır. Bu husus, وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ “… Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Al-i İmran/7) Bazı ayetlerin sırlı manaları olan te’vil eğer rasih alimlere bildirilirse bu gaybı bilmek değil, lütf-u İlahi, ihsan-ı İlahi, ikram-ı İlahi’dir. Kaldı ki, Said Nursi istikbale ve gaybe dair her mevzunun başında “La ya’lemul gaybe illallah ve’l-İlmu İndellah” yani gaybı Allah’tan başka kimse bilemez ve ilim Allah katındadır, kaydını da koymuştur.
İddia: 5- Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de Halil İbrahim’in mektubunda Risale-i Nur’u tarif ettiği “… yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarları miktarınca âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir. Zira Risale-i Nur, menşur-u Kur'ân'dır. Risale-i Nur mü'minlere; hedâyâ-yı hidâyet, vesile-i saadet, mazhar-ı şefaat ve feyz-i Rahmândır. …” ifadelerine, “De ki, bütün şefaat Allah’ındır …” Zümer Suresi 44. ayetiyle itiraz edilmiş.
Cevap: Gayb derken siz ne anlıyorsunuz? Mesela başka bir şehir gaybdır, toprağın altındaki gaypdır. İlimle jeoloji ile, botanikle ziraat ilmi ile kimya ile bu gaybın bazı noktaları birine malum olur. Beynin içi de bizim için gaybdır. Tıp ve psikiyatri gayb olan bu hususları bir yere kadar malum hale getiriyor. Demek ki melekutun yasak olmayan bazı alanları ilim ile bilinebilir. Risalelerin gaybe dair ifadelerinden kastedilen de budur. Allah’ın ayetinde bahsettiği gaybi alanları biz de biliriz, diye nerede ve hangi beyan var?
Risalelerin telif zamanında dini ve manevi her türlü faaliyetin zorbalıkla yasaklandığı ve yapanların cezalandırıldığı bir zamanda, imanın esaslarını anlatan, Kur’an’ın hakkaniyetini izah ve ispat eden bu eserler, hakikate susamış insanlar nezdinde hava gibi, su gibi, ekmek gibi vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak sahiplenilmiş. Tefsiri hasebiyle Kur’an’ın malı ve hakikatleri olarak görülmeseydi onca insan ne diye en ağır şekilde cezalandırılmayı göze alıp bu eserlerin neşri için ömrünü, canını ve malını feda ederdi.
“Bilge” mazhar-ı şefaat tabirini anlamakta çuvallamış. Mazhar-ı şefaat ifadesi Risale-i Nur’un şefaat yetkisinin olduğu anlamında değil, Allah’ın izniyle şefaate mazhar olacağıdır. Şefaat yetkisi ile şefaate mazhar olmak tam zıt manalardır Elbette şefaat Allah’ındır. Fakat Allah isterse şefaat hakkını bazı kullarına verir, verebilir. Ayet’ül Kursi de “İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir?” cümlesiyle, şefaatin ancak Allah’ın izniyle olabileceği beyan edilmiştir. Bediüzzaman bunu bilmeyecek bir âlim değildir. Kaldı ki, “Risale-i Nur mazhar-ı şefaattir” sözünden kasıt, peygamber yerine ahirette insanlara şefaat edecektir, anlamında değildir. Demek istiyor ki ve birçok yerde ifade ettiği gibi, Risale-i Nur okuyanlar inşallah imanlarını kurtarırlar.
İddia: 6- Tarihçe-i Hayat’ta Said Nursi’den nakledilen “… İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki, eski zamanda medrese usulüyle on beş senede elde edilebilen imanî ve İslâmî netice, bu zamanda, Risale-i Nur'la on beş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: "Bir sene Risale-i Nur derslerini anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakikatli bir âlimi olabilir." ifadelerini, “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” İsra Suresi 37. ayetiyle itiraz edilmiş.
Cevap: El-insaf, bu hususa 20 Nisanda yayınlanan yazıda cevap verilmişti. Fakat adam ne okumuş ne de anlamış. Bu mesele tekrar dile getirildi. Kısaca temas edelim: Burada kastedilen marifetullah ile ilgili bir yöntem, metod, bakış açısı, bağlam vs. farkındalığı veriyor ve bakış açısı kazandırıyor. Yoksa Risaleler sadece bilgi yüklemesini kastetmiyor ve okuyucusunu bilgi hamalı yapmıyor. 20 sene medrese okumakla alet ilimlerinin yeterli gelip gelmediği de sorgulatılabilir. Şimdi Ali Akın’a biz soralım: Medreseler yeterli olsaydı ne sebeple ıslah edilmek durumuna düştü?
Medresede uzun yıllar okutulan ilimler tahsil edildikten sonra dinin esas meseleleri öğretilirdi. Risale-i Nur muhtevasıyla ve yeni bakış açısıyla medreselerde yıllar süren eğitime ihtiyaç bırakmadan marifet-i İlahi derslerini verir. Bu derslerden istifade eden Nur Talebeleri asla kibirlenmez, Allah’a hakiki bir kul olmak bilinciyle bunun ne büyük bir İlahi lütuf, ihsan ve nimet olduğunu bilir ve daima şükrederler. Bu nimetin şükrünü de bu hakikatlere sadakatle, neşir yoluyla başkalarına ulaştırma sorumluluğuyla yerine getirmeye gayret ederler.
Kaldı ki, “Bu zamanın mühim ve hakikatli bir âlimi olabilir” sözü “Ali Akın gibi nahiv, sarf ve fıkıh okumuş kibir abidesi bir âlim olur” manasında değildir. Cümle, “Bu şiddetli zamanda iman ilmihalini bilecek ve imanını kurtaracak bir hakikatli âlim olur” manasındadır.
İddia: 7- Tarihçe-i Hayat’taki, “…Mu'cizat-ı Kur'âniye Risalesi şimendifer ve tayyare gibi medeniyetin harikalarından çok şeyleri Kur'ân'dan istihraç eden Yirminci Sözün İkinci Makamı; ve Risale-i Nur'a ve elektriğe işaret eden âyetlerin işârâtını bildiren İşarât-ı Kur'âniye namındaki Birinci Şuâ; ve huruf-u Kur'âniye ne kadar muntazam, esrarlı ve mânâlı olduğunu gösteren Rumuzât-ı Semaniye …” ifadelerine, “Gaybın anahtarları onun elindedir. Onları ondan başkası bilmez. Karada ve denizde olanları o bilir ve bir yaprak düşmez ki onu o bilmesin; Ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki o her şeyi açıklayan kitapta bulunmasın.” En’am Suresi 59. ayetiyle itiraz ediliyor.
Cevap: “Bilge” neye itiraz edeceğini şaşırmış! Bir önceki video konuşmasında Said Nursi’nin ne diye istikbalde olacak teknik gelişmelerden haber vermediğini tenkit etmişti. 20. Sözde bazı peygamber mucizelerinin anlatıldığı bahiste, gelecekte olabilecek bazı meseleleri de “Gaybı ancak Allah bilir, ondan başkası bilemez.“ diye karşı çıkıyor. 4. Sualin cevabındaki ifadeyi tekrar ediyoruz: Bazı ayetlerin sırlı manaları olan te’vil eğer rasih âlimlere bildirilirse bu gaybı bilmek değil, lütf-u İlahi, ihsan-ı İlahi, ikram-ı İlahi’dir. Nursi istikbale ve gaybe dair her mevzunun başında “Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez” ayetini ser-levha ederek meseleyi izah ediyor.
Kaldı ki, ilimlerin istihracında bulunmak gaybtan haber vermek anlamında değildir. Başta Muhyiddin Arabi ve onun gibi işarî tefsire meraklı olan birçok âlim Kur’an’ın gaybî konularına manalar vermişlerdir. Hatta huruf-u mukattaa denilen sure başlarındaki harflerden geleceğe dair bazı işaretler çıkarmışlardır. Bu gaypten haber vermek değil, bir tefsir türüdür.
İddia: 8- Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de Risale-i Nur’a işaret ettiği beyan edilen (قُلْ اِنَّنِى هَدٰينِى رَبِّى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ ) sekiz-dokuz âyetlerde sırat-ı müstakime nazarı çeviriyorlar. Ve bu doğru, istikametli yolu bulmak için daima Kur'ân'ın nurundan her asırda o asrın zulmetlerini dağıtacak ve istikamet yolunu tenvir edecek, Kur'ân'dan gelen nurlar olmakla ve bu dehşetli ve fırtınalı asırda o doğru yolu şaşırtmayacak bir surette gösteren başta şimdilik Risaletü'n-Nur tezahür ettiğinden…” ifadelerine, “Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek için toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile onun bir benzerini getiremeyeceklerdir.” İsra Suresi 88. ayetiyle itiraz ediyor.
Cevap: Bir insanın maksadı anlamak istemek olmayınca her şeye itiraz etmeye başlar. Mana çok açıktır: Risale-i Nur’ın fırtınalı asırda insanlara sırat-ı müstakim olan Kur’an ve Hz. Peygamberin yolunu doğru şekilde gösteren, tanıtan ve nazarları ona çeviren bir eser olduğu ifade ediliyor. Yani Risale-i Nur sırat-ı müstakimin kendisi değil oraya taşıyıcı bir araçtır. Yoksa itiraz edildiği üzere “Risale-i Nur sırat-ı müstakimdir” anlamı yoktur. Okunan metnin anlamına nüfuz edilmeden ve cümlenin sıyakı ve sıbakı anlaşılmadan itham etmek iftira değil mi?
Said Nursi telif ettiği Risale-i Nur’un Kur’an’ın bir benzeri olduğu iddiasında asla bulunmamıştır. Bir önceki yazıda belirtilmişti, tekrar edelim: Sözler isimli Kitabın 25. Sözü Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu, bir benzerini beşer takatinin getiremeyeceğini, 40 vecihle mucize olduğunu onlarca ayetle de örnekleyerek reddedilemez delillerle ispat eden biri, yani bir davasını ispat eden biri, hangi akla hizmet ederek ispat ettiği davasını nasıl iptal ve iskat edebilir. Sayın “Bilge”(!) bilgeliğin hakkını vermeden bu ne biçim bilgelik?
Kaldı ki, (لكلِّ آيةٍ منها ظهرٌ وبطنٌ ، ولكلٍّ حدٌّ ومَطلَعٌ) hadisi gösteriyor ki, her ayetin bir zahiri bir de dâhili manası vardır. Yine her birisinin bir sınırı ve bir anlaşılma kaydı vardır. Her ayet, her asra hitap ettiği gibi bu asra da hitap ediyor. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, bu dehşetli ve fırtınalı asırda en doğru hidayet yolunu ve ehl-i sünnet itikadını gösteren başka hangi eser ve hangi âlim vardı. Bediüzzaman gibi birkaç âlim dışında kalan herkes başına şapka giyip o zamanki cebbar hükümetin maaşını alarak sükut etmediler mi?
İddia: 9- Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de Risale-i Nur müellifine işaret ettiği beyan edilen (اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ) ayetidir. Bu âyetin remzi lâtiftir. Çünkü hem kuvvetli münasebet-i mâneviye ile, hem cifirle efrad-ı kesiresi içinde hususî bir surette Risale’i'n-Nur ve Müellifine bakıyor. Şöyle ki: مَيْتًا kelimesi tenvin, ن sayılmak cihetiyle beş yüz (500) ederek "Said’ün Nursî" adedi olan 500'e tevafukla, işaret ediyor ki, "Said’ün Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risalet’ün Nur ile ihyâ edildi, onunla hayat buldu." ifadelerine “… kalplerinde kaypaklık olanlar sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te’vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. …” Al-i İmran Suresi 7. ayetiyle itiraz ediyor.
Cevap: Evvela cifirle ilgili birkaç izahı nakledelim: Bu ilimde münasebet-i maneviye ve münasebet-i maddiye olarak iki ana kategoriye vurgu var: Ayetin “efrad-ı kesire içinde hususi işareti” olarak büyük ve geniş anlam katmanları içinde bir hususi olaya, olguya, kişiye veya zamana işareti vardır. Bu olaylar “Tevafuk” bağlamı içinde ele alınmıştır. Tevafukun bu ilimdeki düzeyi Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserde şöyle izah edilmiş: "Tevafuk, İlm-i cifrin anahtarlarından mühim bir anahtardır. Eğer bir tevafuk ise, delâlet denilmez; fakat hafî bir îma olur. Eğer iki cihet ile aynı mes'eleye tevafuk gelse, îmadan remiz derecesine çıkar. Eğer iki-üç cihetle aynı mes'eleye gelse işaret olur. Eğer meâni-i elfaz işârât-ı harfiyeye münasib gelse ve işaretle bahsedilen insanların ahvali o mânaya mutabık ve muvafık olsa, o işaret o vakit delâlet derecesine çıkar. Eğer altı-yedi vecihle tevafukla beraber, mâna-yı kelimat işaret-i harfiyeye muvafık gelse ve mukteza-yı hâle de mutabık olsa, o delâlet o vakit sarahat derecesine çıkar.”
Harfler ve rakamlar üzerinden hadiseleri okuma geleneği (ilmü’l hurûf, cefr) İslâm dünyasında İmam Ali, Cafer-i Sadık, Ma‘rûf-i Kerhî, Zünnûn el-Mısrî, Sehl et-Tüsterî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Bekir eş-Şiblî, Abdülkādir-i Geylânî, Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl, Ahmed b. Ali el-Bûnî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî olmak üzere birçok düşünür, ulema ve mutasavvıfın ilgi alanına girmiştir. Büyük İslam düşünürü, tarih felsefecisi ve sosyoloji ilminin kurucusu İbn Haldûn da Muḳaddime’sinde, konuyu “İlmü esrâri’l-hurûf” başlığı altında etraflıca incelemiştir.
Said Nursi ve cifir ilminde maharet sahibi olan birkaç talebesi bazı ayet ve hadislerden çıkardıkları manalar için “kesin öyledir” diye iddia etmemişler. Kur’an harflerinin sayı değeri filan kelimeyle aynı sayı değerine tevafuk ediyor, demişler. Bu meselede itiraz konusu olan hususla ilgili olarak, Risalelerde, “ayetin binlerce manasından biri” veya “bir te’vili”, “bir manası da bu olabilir”, denilmektedir. Bu hususlar ne kalpteki kaypaklıktan ne de fitne çıkarmak için değildir, bilakis Nur Talebelerinin Kur’an hizmetindeki şevk ve gayretini artırmaya yöneliktir. Ve öyle de olmaktadır.
Mesela itiraza konu “meyten” kelimesi Kur’an’ın harikalığını gösteren bir mana taşıyor. Kur’an her iman edene hayat veriyor, manen diriltiyor; küfürden nisyandan, günahtan ve hatadan muhafaza ediyor. Said Nursi de kendisine Kur’an’dan verilen ders ile ihya olduğunu söylüyor.
İtirazcı hoca müteşabihatın tefsirinden de anlamıyor. Bediüzzaman gibi hayatını Kur’an ve iman için feda eden bir âlime, “fitne için tevil ediyor” denilir mi? Eğer Bediüzzaman’ın amacı fitne çıkarmak ise, maaşlarına bir zarar gelmesin diye fitnelere karşı suskun kalan hem o zamanın hem bu zamanın hocalarına ne demeli? Buna söyleyecek bir sözü var mı acaba?
Bediüzzaman, hocaların derd-i maişet ve havf damarı sebebiyle iman hizmetinde bulunan Risale-i Nur müellifine yardım etmekten uzak kaldıklarını ifade ediyor. Bugün aynı havf (korku) damarının devam etmesinin bir sonucu olarak gençlerimiz deist ve ateist oluyorlar. Ali Akın ve onun gibi hocalar bu dinsizliğin müsebbibi olan eğitim teşkilatına bir tek laf etmeye cesaret edebilirler mi?
İddia: 10- “Sikke-i Tasdik-i Gaybi kitabında onlarca ayetin Said Nursi’ye ve Risale-i Nur’a işaret ettiğini ifade ettiği” belirtildikten sonra “Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti” Fatiha Suresi 5. ayetiyle tenakuz teşkil ettiğini iddia etmektedir.
Cevap: Cifirle ve sayısal tevafukla ilgili hususlar yukarıda cevaplandı. Ancak Said Nursi’nin Risalelerde Allah’tan başkasına ibadet gibi bir meseleyi değil ifade etmek, işmam veya ihsas yönündeki itham, insanlıktan nasip almamaktır.
Ali Akın’ın boş ve yersiz iddia ve iftiralarını konularına göre bölümleyip hepsine ayrı ayrı cevap vermeye devam edeceğiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.