Mehmet Asıf IŞIK
Kur’an Her Çağa Seslenir; Elbette Bugüne De!
Kur’an-ı Hakim’den günlük okumalarımı yapıyordum. 4.cüzün başında Al-i İmrân Sûresinden birkaç sahife okumuş, âcil bir iş sebebiyle de ara vermiştim. İşimi gördükten sonra Mushafı yeniden elime alıp kaldığım yerden devam edeyim derken aceleyle okuduğum sahifeleri tekrar fakat daha sakin ve teenniyle okumaya başladım. İyi ki öyle etmişim, yoksa belki fark etmeyecektim. Aman Allah’ım! Ayetler sanki bugünü, içinde bulunduğumuz ahvâli, yaşanıp şâhit olduklarımızı anlatıyor diye hissettim.
Gerçi Kur’ân’ın ilk muhâtabı Peygamber (sav) Efendimizdir fakat O’nun şahsında bütün zamanlara da hitaptır. Umûmi ve külli bir hitap Peygamber diliyle bütün zamanları kuşatacak; elbette herkese, her şahsa, her topluluğa, her zamana ve dolayısıyla bugünlere de seslenecek. Okuduğum âyetler zihnime Nûr talebelerini ve Risâle-i Nûr hizmetlerini çağrıştırdı. Şöyle ki,
101. Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.
“… Allah’ın Resûlü aranızda iken…” Risâle-i Nûr ve Müellifi “Kitabın bu asırdaki vârislerinden” olarak “verâset-i nübüvvet” sırrına mazhar olması hasebiyle, Peygamber Efendimiz elbette tebliğ etmekle vazifeli olduğu din ve dâvâsıyla da madden ve mânen alâkadardır. Risâle-i Nûr, Peygamberin tebliğ ve irşâd vazifesinin bu asırdaki mümessilidir ve gâyesi sünnet-i seniyeyi ihyâ etmektir. Nûr’lar kalp ve rûhlarımıza Peygamber sevgisini işledi. “Kişi de sevdiğiyle berâberdir” fehvasınca O (sav) aramızdadır desek yanılmayız inşallah…
Risâlet vazifesiyle Efendimize (sav) vahy edilen hakikatleri, O sanki her dâim aramızda imiş gibi aynı şevk ve heyecanla, ter-ü tâze bir dille, bugünlerin anlayış seviyesine uygun üslûp ve muhtevayla Risale-i Nûr vasıtasıyla izâh ve irşâd edilmiş iken ona nasıl ilgisiz kalınır ve/ya sırt çevrilebilir, diye aklıma geldi. Okumaya devam ediyorum…
102. Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.
103. Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.
İslâm ümmeti parça parça edilip yutulmak, Allah’ın Kitabı Kur’ân ona imân edenlerin ellerinden alınmak ve Müslümanlar dinlerinden koparılıp uzaklaştırılmak istenmişti. Müslümanlar zayıftı, güçsüzdü ve çaresizdi. Yetmez gibi kendi aralarında farklı anlayış ve meşrepler sebebiyle bölük pörçük haldeydiler.
O fikri, fıkhi ve zihni dağınıklığı ve yürek parçalanmışlığını Kur’ân’ın esasları istikâmetinde birleştirip yekvücut hâle getirecek hakikatler manzumesi İlâhi bir armağan olarak Nûr Risâleleriyle ihsan edildi. Nûr’larla bir araya gelmenin, azametli, heybetli ve şevketli günlere yeniden ulaşabilmenin yolu gösterilip usûl ve esasları öğretildi. Ve bu zâten Allah’ın va’diydi:
“O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) O hak dini bütün dinlere üstün kılmak için …” Bu âyetteki va’d aynı mânâyla Kur’ân’da üç defa (Tevbe, Fetih, Sâf Sûreleri) tekrar edilmiştir. Allah elbette hem dinini ve hem de dinine hizmet edenleri üstün ve aziz kılacaktır.
Kalpler birleşmiş, şiddetli, gaddar ve zalim düşmanlara karşı az kuvvetle olsa da Hakk’ın yardımıyla dâima gâlip olundu. Çünkü, “Kuvvet Hak’tadır. Ona üstün gelinemez.” Hak’tan sapan ve ayrılan gücünü de kuvvetini de kaybeder. Nûr talebeleri bir vakitler küfür ve inkâr zihniyetinin bu topraklara çöktüğü karanlık dönemlerde her hal-u karda Hakk’ı ayakta tuttu. Cenâb-ı Allah da onlara, o imkânsızlık ve sahipsizlik şartlarında bile kuvvet verdi. Hak’tan kuvvet alanı kim devirebilir, kim devirebilmiş ki!..
104. Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
Ey zamanın sonunda gelecek olanlar, sizin mukaddes bir vazifeniz var. Her türlü sapkınlığın yaşanacağı zamanınızda, peygamberliğin “Hak’kı tebliğ ve irşâd” vazifesinin yükü omuzunuzdadır. Sizler ümmeti selâmet sâhiline çıkarmakla görevli ve yükümlüsünüz. Asli ve esas vazifeniz “imân hakikatlerinin neşridir.” Sizin tâkatiniz ancak bu zor ve meşakkatli vazifenin yükünü kaldırabilir. Enerjinizi ve kuvvetinizi başkaca harici cereyanlara sarf etmeyin. Görevinize odaklanın, ilginiz ve merakınız başka alanlara kaymasın. Başka aşklara ve sevdalara yanmayın, başka cazibelere kapılmayın. Gözler ve ayaklar kayar da dipsiz girdaplara kapılırsanız vazifeniz ortada kalır ki vebali büyüktür. Bu zordan da zor zamanda kurtuluşa erecek olanlar o kudsi vazifeyi hakkıyla ve lâyıkıyla yapacak olanlardır.
105. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.
Parçalanmayın, güçlü olacak sizsiniz.
Bölünmeyin, üstün gelecek sizsiniz.
Allah’ın Kitabında bir olun, beraber olun, siz galip olacaksınız.
Parçalanıp dağılmayın, yoksa rüzgârınız dağılır, heybetiniz azalır, cesaretiniz kırılır.
Sakın Hak’tan ayrılıp sapmayın, doğru yolu bulmuşken yolunuzu şaşırmayın, sakın gevşemeyin.
Sakın önceki parçalanmışlığa tekrar düşmeyin!
Sakın, sakın, sakın!..
106. O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır.
Görev mukaddestir. Aksatana, geride durana yarın hesabı sorulacaktır. Sakın yüzünüzü karartacak bir halde hesap gününe çıkmayın. O hallere düşmekten sakının ve titreyin.
108. İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir.
Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez.
109. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
110. Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a imân edersiniz.
Siz “en hayırlı ümmet” in hayırlarda koşan en hayırlılarısınız. Çünkü en hayırlı olmanın vasfı en zor şartlarda hayra dâvet ve iyiliği tavsiyedir. Vazifeniz Hak’kı ve hayrı tebliğ ve irşâddır. Başka işler sizi alâkadar etmez. Siz bu çok hayırlı işi yapmazsanız hak ve doğru olan, iyi sayılıp güzel görülen ihmal edilir, görev aksar, yük ortada kalır. Allah’a ve O’nun indirdiğine imân dâvâsı, bu imân hizmeti ve onun neşir yoluyla tebliğ edilmesi Hak katında öylesine mühim sayılmış ki, Yüce Kitapta bazı sûrelerde 8-10 defa tekrar tekrar hatırlatılır.
114. Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler.
Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar.
İşte onlar salihlerdendir.
115. Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
134. Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yapanları sever.
Bu ulvi gâyeye ve mübârek hizmeti yapanları Allah birbirine sevdirmiş. “Onlar birbirine karşı pek merhametli/şefkatlidirler.” Öfkelerini yutarlar; onlar mü’mindirler, ellerinden olduğu kadar dillerinden de “emin olunan” kimselerdir. Öfkelenmemeye, kırıp dökmemeye, yaralamamaya, hasar vermemeye çalışırlar. Öfkelenseler de ÖFKELERİNİ YUTARLAR. Allah için sever, Allah için buğz ederler. Birbirlerine mi? Öyle olan kâmil mü’min mi? Hayır, asla! Cenâb-ı Allah râzı ve memnun olduğu kâmil mü’mini övgüyle tarif ediyor: “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, (onun yolunda olanlar, onu baş tacı edip mürşid ve rehber edinenler, onu kalbinde yaşatıp dâima onunla yaşayanlar, onun dinine ve dâvâsına hizmet edenler) inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler.” (Fetih/29)
159. Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.
Cazibedar fitnelerin, akıl ve idrakleri iğfal eden cerayanların cevelan ettiği zamanlarda dikkat ve ilgileri Kur’an hizmetinden dağılan bazısının, ilk zamanlar fedâisi oldukları, taşları bile çözüp gevşeten muhabbetler azaldı önce. Ardından kimi kalplerden şefkat ve merhamet de eksildi. Kimilerinin yumuşak huyluluğu taşlar gibi katılaştı; Bazı halim-selim tabiatlar kasvete döndü. Kin, öfke ve nefret bazı gönüllere bulaşıp kirletti. Kiminin dilleri sivrilip keskinleşti, kılıç oldu sanki.
Bazısı dağılmış, parçalanıp ayrışmışlardı. Bazısı nezâket, nezâhet ve hikmet dilini yitirmişti. O güzelim sıfatlar yoktu sanki birbirlerine yazıp çizdiklerinden, söylediklerinden!.. Küfre, şirke, inkâra, zulme ve her nevi dalâlete karşı olan öfke ve direnç, imân hizmetindeki bazı dâvâ arkadaşlarına yöneldi!!!
Bu işler ve sözler bizim dünyamızda yoktu, bize ait değillerdi…
160. Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.
Allah Gâlip’tir. Allah Yardımcı’dır. Allah Yüce’dir ve Aziz’dir, Güç, Kuvvet ve Kudret Sahibidir.
Allah’ın yardımı için O’nun yolunda ve O’nun istediği gibi birlik, berâberlik ve dayanışma şarttır, zaferin gelmesi için olmazsa olmazıdır. Bunu yap(a)mayanlar, Allah korusun, silinip gidecektir. Ve “Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki (Nisa/133), Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide/54)
Allah’ı seven Allah’ın emrini, yerine getirir ve Allah’ın sevdiğini yapar.
“Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.” (Tevbe/112)
Bu sevgili kullardan olmayı kim istemez?
Fakat önce tevbe lâzımdır. Çünkü tevbe pişmanlıktır ve hatayı fark edip yanlıştan dönme ve düzeltme irâdesidir. Allah’ın merhametini celb etmek için, her ne yapıp etmişsek, her ne kırıp yıkmışsak, el ve dilimizden her ne çıkıp südûr etmişse, uzun ve derin düşünüp iyi bir muhasebe yapma zamanıdır.
Ama önce tövbe, müjdeye nâil olmak için önce tövbe, sonra diğer iş ve ameller…
Tevbe yeni bir başlangıcın ilk adımıdır;
Bizim kuşağımız, belki de o müjdelenmiş baharları görmüş de farkında değildik. Geçtikten sonra o günleri özlüyor, hayıflanarak eseflerle o muhabbet mevsimini arar olduk. Halbuki güzel olanı gören ve yaşayan onu yeniden inşa edip yapabilir, üstelik belki de daha iyi ve güzelini. Çünkü neyin yanlış olduğunu da tecrübe ederek bilmiş vaziyettedir.
Va’dedilmiş güzel günler, Allah’ı ve Resûlünü memnûn edecek hayırlı hizmetler, muhabbet dolu berâberlikler, çözülmez kucaklaşmalar, bozulmaz ittihâd ve ittifaklar, yıkılmaz saflaşmalar için mâzide yaşanmış gül kokulu o muhteşem birlik zamanlarını ihyâ etmek azim ve cehdiyle, Kur’ân’a ve imâna hizmet dâvâsında Kur’an-ı Hakim’in ve ondan lemean eden rûh ve nurla canlanıp yeni bir heyecanla önümüzde her ne engel var ise itip devirmek için bir hamle yeter.
Son sözler muhterem ve muazzez Üstâdımızın usûl, terbiye ve tavsiyesiyle olsun: “Benimle gelen perişan kalmaz. Benimle gelen arkadaş rûz-i mahşerde perişan olsa, o benim sırtımın yükü olsun. Yeter ki o, bu dâireye olan ahdini bozmasın…” Onu takip edenler onu anlamalı ve dinlemelidir!..
Büyük müjdeler var, çok büyük müjdeler…
Bu bahtiyarlar niçin biz olmayalım?!..
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.