Mezarlıkta Risale-i Nur okuma meselesi: Faruk Beşer bile anlamamış
Faruk Beşer Hoca, Risale-i Nur'ları az-çok bilen, Nur talebelerini tanıyan biri. Yapılan propagandalar onu da etkilemiş olacak ki Nur talebelerine haksız bir ithamda bulunuyor...
İbrahim Mert-RİSALEHABER
Zaman zaman gündeme getirilen konulardan biri de Nur talebelerinin mezarlıkta Risale-i Nur okumasıdır. Kim cehaletinden kimi de kasıtlı olarak bu konuyu çarpıtarak gündeme getirir.
Bununla amaçlanan şudur: Bakın Nurcular Kur'an yerine Risale okuyor!
Sırf bu iftirayı toplum zihninde yerleştirmek için çabalayan kesimler ahirette nasıl hesap verecek acaba?
MEZARLIKTA, KABİR BAŞINDA SADECE RİSALE-İ NUR MU OKUNUR?
Bu sorunun cevabını vermeden önce genel uygulamaya bakalım. Vefat eden için Kur'an okunur, hatimler yapılır. Dualar edilir. Cenaze namazı kılınır. Haklar helal edilir.
Bazen cenaze musalladan alınmadan önce şahısla ilgili dünya kelamı ile konuşmalar yapılır. Hüsnü şehadette bulunulur.
Vefat yıldönümlerinde kabir başında toplananlar yine Kur'an okuyup dua eder. Bundan sonra isteyen kabirdeki şahısla ilgili duygu ve düşüncelerini aktarır. Tabiki dünya kelamıyla.
İşte Nur talebeleri Kur'an okumalar, hatimler ve dualardan sonra ölüm hakikatini anlatan, ölümün yokluk, hiçlik olmadığını hatırlatan, ahiretin varlığını izah eden Risale-i Nur'dan bölümler okurlar. Yaşayanlar için en büyük ibret olan ölüm gerçeğine dikkat çekerler.
FARUK BEŞER HOCA BİLE ANLAMAMIŞ
Bu izahtan sonra gelelim Yeni Şafak'ta bu meseleyi yazan Prof. Dr. Faruk Beşer'in Nur talebelerini sukut-u hayale uğratan yazısına.
Beşer Hoca, Risale-i Nur'ları az-çok bilen, Nur talebelerini tanıyan biri. Yapılan propagandalar onu da etkilemiş olacak ki son yazısında cenazede Risale okumayı ümmeti parçalamaya örnek veriyor.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Hüsnü Bayramoğlu ağabey ile yıllar önce vefat eden Mustafa Özsoy ağabeyin cenazelerini hatırlatan Beşer, sanki hiç Kur'an okunmamış, dua edilmemiş de sadece Risale-i Nur okunmuş gibi bir algıya yol açıyor.
Faruk Beşer'in yazısındaki ilgili bölüm şöyle:
"Bilindiği gibi bir süre önce Merhum Said Nursi ile beraberliği bulunmuş zevatın sonuncusu olan Hüsnü Bayramoğlu vefat etti ve cenazesinde Risale-i Nur okundu. Yirmi yıl önce vefat eden, aynı özellikteki Mustafa Özsoy’un cenazesinde de yine Risale okunmuştu. Allah hepsine rahmet eylesin. İyi mi yapıldı? Dini ve dünyevi yönleri olan ve iyi gibi gördüğünüz bazı şeyler iki adım sonra, hatta iki adıma bile kalmadan bidat ve ayrışma oluverir. Meselenin ‘bir tek ümmet’ olmakla alakasını düşündüğümüzde ümmetin Risale-i Nur’larla yetişmemiş, diğer kesimleri bunu onaylar, ya da hoş görürler mi? Varsayalım ki, onlar da bunu çok beğendiler ve buna özendiler, ne yaparlar? Kendi değer verdikleri insanların cenazesinde onlar da Risale-i Nur mu okuturlar, yoksa kendi büyük bildiklerinin kitaplarını mı okuturlar? Ya da onlar hata etmiş, biz Risale yerine Kur'an-ı Kerim okutalım mı derler. Her halükârda bu bir ümmeti bölme ameliyesi olmaz mı? Hatta birileri de çıkar Nutuk okuturlar."
NUR TALEBELERİNE BÜYÜK BİR HAKSIZLIK VE İFTİRADIR
Halbuki en çok Kur'an okuyanların başında Nur talebeleri gelmektedir. Çünkü Risale-i Nur okumaya başlayan birisi Kur'an okumayı bilmiyorsa hemen öğrenmeye, bilen ise daha çok okumaya başlar. Bunun yüzbinlerce örneği vardır. Çünkü Risale-i Nur'un bir çok yerinde ayetler ve hadis-i şerifler geçmektedir.
Nur cemaatlerinde günlük hatimler, özellikle mübarek gün ve gecelerde, Ramazan'da hatim zincirleri yapılır.
Hüsnü Bayramoğlu ağabey vefat ettiğinde Türkiye'de ve Dünyanın bir çok noktasında binlerce hatim yapıldı. Hatim zinciri halen de devam etmektedir.
Hal böyleyken Nur talebelerini "Kur'an yerine Risale-i Nur okuyorlar" şeklinde suçlamak büyük bir haksızlık ve iftiradır.
Bu iftiranın "Faruk Beşer Hoca, Kur'an varken kitap yazıyor. Bu kitapları öğrencilerine okutuyor. Kur'an varken başka kitap okutulur mu? Bu ümmeti parçalamak değil mi?" ifadelerinden ne farkı kalır?
KABİR BAŞINDA OKUNAN RİSALE-İ NUR'DAN BİR ÖRNEK
Son olarak Faruk Beşer Hocanın adını zikrettiği Mustafa Özsoy ağabeyin cenazesinde Kur'an ve dualardan sonra okunan Risale-i Nur'daki o bölümü hatırlatalım:
"Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalâlet verici vesveseler kalmıştır.
Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacâletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. Bilmüşahede, göre göre, gayet sür'atle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbap ve akran ve akaribim gibi, kabir kapısına yanaşıyorum.
O kabir, bu dâr-ı fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü'l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünyayı, kat'î bir yakîn ile anladım ki, hâliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede, içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Hususan benim gibi nefs-i emmâreyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.
Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! كُلُّ اٰتٍ قَرِيبٌ ("Her gelecek şey yakındır." İbn-i Mâce, Mukaddime:7; Dârimî, Mukaddime 23.) sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda, kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: "El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!"
İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nidâ ediyorum: "El-aman, el-aman! Yâ Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!"
İşte, kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, Senden başka melce ve mence yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşî şeklinden ve o mekânın darlığından, bütün kuvvetimle nidâ edip:
"El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir!
İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li'l-Âlemîn olan Habibin (a.s.m.), Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum.
"Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi', hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin."
لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ اٰخِرُ الْكَلاَمِ فِى الدُّنْيَا وَ اَوَّلُ الْكَلاَمِ فِى اْلاٰخِرَةِ وَفِى الْقَبْرِ: اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ (Senden başka ilâh yoktur. Sen birsin. Senin hiçbir şerikin yoktur. Dünyada son, âhirette ve kabirde ilk söz: Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur; yine şehadet ederim ki Muhammed (a.s.m.) Allah'ın Resulüdür.)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.