Mısır medyasında her gün Said Nursi var

Mısır medyasında her gün Said Nursi var

Mısır’daki Risale-i Nur hizmetleri ile ilgilenen Abdulkerim Baybara RisaleHaber’e konuştu.

Röportaj: Abdurrahman Iraz-Risale Haber

 

 

(Röportajın birinci bölümü için TIKLAYINIZ)

 

(Röportajın ikinci bölümü için TIKLAYINIZ)


14 sene içerisinde Mısır’da Risale-i Nurlar’ın basımı işini yapıyorsunuz. Komşu ülkelere yaptığınız bir şey var mı? Farklı bir hizmet olarak?

 

Şimdi biz yapıyoruz, ediyoruzdan ziyade yani bir yerde bir Risale-i Nur faaliyeti başlayınca zaten vardı. Üstad hazretleri 1950’li yıllarda 52 ülkeye gönderdiği Siracinnur, Asa-yı Musa, Zülfikar gibi eserlerin şu anda meyve vermesidir. 1992’de Sudan’a gitmiştik. Sudan’da İman Üniversitesi’nin Merkez Camisinin imamı ile görüştük, âmâ bir zat. Risale-i Nurlardan takdim ettik. ‘Ben, 1950’den beri Nur talebesiyim’ dedi. ‘Risale-i Nur’u ilk kez duymadınız’ diye sordum. ‘Hayır, Siracinnur var bende ve ben okudum’ dedi. Ben daha sonra bu hatırayı muhtelif yerlerde anlattım. Fırıncı ağabey, ‘Evet, Üstad Hazretleri 1950’li yıllarda 52 ülkeye Risale-i Nurlar’ı gönderdi’ dedi. Bir hikâye daha anlatayım. Mısır’ın Minye şehrinde Risale-i Nur hakkında doktora yapan bir kardeşimizin dedesinden kalma bir kitap. O kitaba baktık ki Abdülmecid ağabeyin tercümesiyle Asa-yı Musa. Şu anda o elimizde duruyor. O zaman ekilen nur tohumları şimdi meyve veriyor. Kahire’ye dışarıdan gelen kardeşlerimiz var. Arapça eğitimi kursları alıyorlar. 6 ay, bir yıl, isteklerine göre kurs süresi. Bu kardeşlerimiz hem dershane hizmetini yakından görmek hem Arapça neşriyatı takip etmek, yerinde görmek üzere Türkiye’den geldiler Mısır’da birkaç ay durduktan sonra muhtelif beldelere gittiler. Suriye, Ürdün, Yemen, Suudi Arabistan, Tunus vs. oralara o kardeşler gittiler ve dershaneler açıldı. Bir noktada Arap ülkelerinde Mısır merkez gibidir nur hizmetleri açısından.

 

Siz, oralara gidiyor musunuz?

 

Tabii ki. Yılda bir, iki. Vaziyetlere göre oralara ziyaretler oluyor. Fuarlar vesilesiyle, dershane açılışı vesilesiyle veyahut ta o kardeşleri yerinde görme vesilesiyle gitmelerimiz oluyor. Allah razı olsun kardeşler de hamiyetli, ellerinden geleni yapmaya gayret ediyorlar.

 

Kahire’de umumi dersin yapıldığı gün var mı?

 

Var. Daha önceden Perşembe günüydü onu Çarşamba gününe aldık. Bir de Pazar günü var. Fakat Türkiye’deki gibi her kesimden insanların gelebildiği umumi ders havası tam tahakkuk edemiyor. Oranın şartları onu gerektiriyor. Daha çok talebe hizmetleri. Bazen 60-70-80 talebe olabiliyor derslerde. Ulaşım sıkıntısı ve oranın hariçteki siyasi havası Türkiye’deki gibi müsait değildir. Bir misal söyleyeyim. Ayn-ı Şems Üniversitesi’nde bir profesör, fuarda tanıştık. Bana ‘Siz, Risale-i Nur sohbetlerini kaç yerde yapıyorsunuz?’ ‘Üç yerde’ ‘Üç yerde değil. Bir de bizim evde. Profesörlerle beraber ders yapıyoruz, her hafta dersimiz var’ dedi.

abdulkerim_baybara_haberici.20110216091240.jpg

 

MISIR GAZETELERİNDE HER GÜN ÜSTAD’LA ALAKALI MAKALE ÇIKIYOR

 

Bunu siz bilmiyordunuz?

 

Bilmiyorduk. Mesela Mısır matbaatında gün geçmiyor ki Üstad hakkında bir makale çıkmamış olsun. Çoğundan haberimiz olmuyor, diğerleri haber veriyor. Hatta Mısır’ın bir kültür radyosu Üstad’ın hayatını Arapça hazırladılar. Ve yayınlandıktan iki ay sonra benim haberim oldu.

 

Biz koşmaya yetişmeye çalışıyoruz, yetişemiyoruz...

 

Evet. Hizmet bizi peşinden sürüklüyor biz de gitmeye çalışıyoruz. Mısır’ın Ehram Gazetesi’nde başköşe yazarlarında Ahmet Behcet. Dünya köşesi diye bir sütunu var. Ramazan’da başladı ve 36 gün peş peşe Üstad’ı anlattı. Bize gelip ‘Siz, bu adama ne kadar verdiniz, günlerdir yazı yazıyor. Biz bir yazı yazdırabilmek için bir sürü para veriyoruz, teklif ediyoruz’ diye sordular. Biz, hiçbir şey vermediğimizi söyledik. Üstad kendiliğinden hizmet ettiriyor.

 

EL EZHER’DE ÖĞRENCİLERE BEDİÜZZAMAN SORULUYOR

 

Kur’an kendine hizmet ettiriyor.

 

Öyle. Risale-i Nur derken şunu da demek gerekiyor. Risale-i Nur, şu zamanımızda Kur’an’ın bir tefsiri. Bugün Ezher’de okuyan kardeşlerimiz var. Onlarla oturup Arapça noktasında derslerine yardımcı oluyoruz. Fakat talebe şaşkın. Bir neticeye varamıyor. Eğer ellerinde Risale-i Nur olmazsa talebe mezun olmakla beraber günümüzün dertlerine bir hal çaresi bulmadan mezun oluyor. Türkiye’deki Nurlar’dan habersiz mezun olan bir kısım ilahiyatçıların yetişme tarzı gibi. Çok şey biliyor fakat bir neticeye varamıyor. Taklidi bir imanda kalıyor. Fakat Nurlar’ı okuyan öyle değil. Bir örnek daha vereyim. Ezher’de yazılı imtihanlardan başka bir de sözlü imtihanlar var. Talebe mutlaka sözlü olmak zorunda. Talebe yazılıdan geçer not aldıktan sonra sözlüye girme hakkı oluyor. Bu hadise üç ayrı talebenin başından geçiyor. Talebe giriyor odaya. ‘Nerelisin?’ ‘Türkiyeliyim’ ‘Bediüzzaman Said Nursi’yi duydun mu?’ ‘Risale-i Nurlar’ı duydun mu?’ ‘Duydum.’ ‘Risale-i Nurlar’ı okudun mu?’ ‘Okudum.’ ‘O zaman sen git. Ben seni ilm-i kelamdan imtihan edemem.’

 

RİSALE-İ NUR’DAN HAZIRLADIĞI MAKALEYLE PROFESÖR OLDU

 

İmtihan etmiyor, geçiyor. İslam dünyasında, Ezher âlimlerinde Üstad’ın mekânı çok büyük. Ve takdir ediliyor. O takdirlerin neticesinde Prof. Dr. Abdulğafur Mustafa Cafer İşarat-ül İ’caz’ı Türkiye ve Hindistan’da tefsir ekolü adı altında sekiz sene ders kitabı olarak okutturdu. Bir başka zat Suudi Arabistan’da bir Profesör Nurlar’ı tanıyor ve geri dönüyor Üstad’ın hayatı ile ilgili bir kitap hazırlıyor ve ders kitabı olarak okutuyor. Mısır’da bir hanım profesör. Bu hanım önce bir doçent. Sempozyumda tebliğ sunuyor. Daha sonra çevreyi koruma ile ilgili ‘Çevreyi koruma imanın gereği’ diye bir makale hazırlıyor Risalelerden. Risale-i Nurlar’da çevre var mı? Ayet’ül Kübra’yı okumazsak anlamazsak, İsm-i Kuddüs’ü okumazsak bunlar tecelli etmez. Hazırladığı makale ile Kahire Üniversitesi’nde konferans veriyor ve o sene yılın makalesi seçiliyor. Ve o makale ile bir makale daha yayınladıktan sonra profesörlük unvanı alıyor. Bir başka Profesör, Üstad’ı felsefe olarak anlatıyor. Hatta bir imtihan sorusu ‘Eski Said ile Yeni Said Dönemini anlatınız. Hizmet noktasında aradaki farkı anlatınız.’

 

Fakat bunlar hep fert bazında. Cemaat bazında olamayışının sebebi şu andaki İslam dünyasındaki bir kısım problemlerden kaynaklanıyor. Fakat ileride bu da tahakkuk edecektir. Bir misal söyleyeyim. Doktor bir arkadaşımıza Risale-i Nurlar’ı verdik. Aradan dört sene geçtikten sonra Gençlik Rehberi’ni verdim. ‘Siz bunu okuyun. Biz bunu ses kaseti olarak sizin sesinizden hazırlamak istiyoruz.’ ‘Abdülkerim, senden saklamak istemiyorum. Şunu söyleyeyim, ilk başta “siz boşuna gelmişsiniz. Buralar ilim memleketi. Risale-i Nur da imandan Kur’an’dan bahsediyor. Gidin başka yerlere, Rusya’ya gidin. Burada işiniz ne?” demiştim. Fakat şimdi asıl devir Risale-i Nur devridir. Gençlerimizin kurtulmasını istiyorsak onlara Gençlik Rehberi ermemiz lazım’ dedi. Ki bunu söyleyen de Ezher’de doktor. Bunun gibi çok örnekler var.

 

Sizin üniversiteyle direkt bağlantınız var mı?

 

Bağlantımız yok fakat 20 tane master, doktora çalışmasında arka planda varız.

 

SAİD NURSİ SİYASETSİZ HİZMETİ ÖĞRETTİ

 

Kendi çalışmanız olarak değil. Orada akademisyenlerle…

 

Diyaloglarımız var. Fuardayız. Bir tanesi geldi ve ‘Risale-i Nur neden bahsediyor?’ ‘İman tahkiki iman’ dedim. ‘E, hepimiz imanız, müminiz.’ O sırada standın önünden açık bir bayan geçiyordu. ‘Bir şey soracağım: bu bayan Müslüman mı?’ ‘Müslüman’ ‘Tekrar sorayım hakikaten Müslüman mı?’ ‘Şimdi anlıyorum. Demek ki tahkiki imanı kazanmamız gerekiyor.’ Az önce de bahsettik, biliyoruz havası, Risale-i Nurlar’a kısmen perde oluyor. 1999’da Muhsin ağabey ile Malezya’daki bir üniversitede bir sempozyumda beraberdik. ‘20. asrın tecrid hareketi ve Bediüzzaman’ konulu bir sempozyum. Türkiye’den çok misafirler var. Sempozyum bittikten sonra soru-cevap kısmında ‘Evvela bir itirazım var. Bir kere Said Nursi 20. asrın müceddidi değil. Bizim 21. asra girmemize bir sene kaldı, Üstad’ı yeni duyuyoruz. Demek ki Üstad 20. asrın değil, 21. asrın müceddidir demeniz gerekiyor. Bu bir. İkincisi Allah Üstad’dan razı olsun Üstad bize, siyasete girmeden İslam’a hizmet etme metodunu bize gösterdi. Biz daha önce İslam’a hizmet deyince siyaset, cihad vs. anlıyorduk fakat Üstad bize silahsız, cephesiz hizmeti öğretti. Bu, tecrit olarak O’na yeter.’ Bunu söyleyen de Bağdat Üniversitesi’nde 40 senedir çalışan bir zat.

 

Bu kitaplar nedir?

 

Bu, Esrar-ı Kur’aniye Üstad Hazretlerinin tensipleriyle, Üstad hayattayken kendileri büyük mecmualar kadar kuvvet verecek ve herkesin eline Risale-i Nurlar geçmediğinden ve tam takdir edemiyor. Fakat mecmualar halinde hazırlandığında – Tılsımlar Mecmuası, Asayı Musa, Zülfikar – Üstad Hazretleri hayattayken hazırlanmış mecmualardır. Yani Risalelerden derleme olan Risaleler. Onların Osmanlıca basımı Türkiye ‘de yapıldı. Hem Sözler hem Envar Yayınevleri bunları bastı. Onların Arapça olarak, normalde de ilk etapta ilk gönderilen Risaleler İslam Dünyasına bu eserlerdi. Sungur Ağabeyler tensipleriyle bunları tekrar ihya etmek bu kitapları, biraz Asa-yı Musa’yı Abdülmecid ağabeyin ilk zamanlarda hazırladığı şekliyle; içinde İhlâs Risalesi, Şükür Risalesi, Tefekkürname’den bölümler var o şekliyle Asa-yı Musa basıldı. Sonra Zülfikar mecmuası basıldı. Daha sonra Siracünnur basıldı ve Esrar-ı Kur’aniyye basıldı ve en son İman ve Küfür Muvazenelerini, bu şekilde beş kitap İhsan Kasım ağabeyin tercümeleriyle basıldı. Külliyat Elhamdülillah çok şükür şimdiye kadar 7 defa basımı yapıldı. Bu sene 8.sini hazırlıyoruz. Mesela her basımda kaçar bin adet basılıyor? Duruma göre bazen 3000, bazen 2000, bazen 1000 basılıyor. Çünkü az miktarda basılıyor.

 

Bir de burada Tesbihatla, Cevşen birlikte değil mi?

 

Bu İslam dünyasında daha çok Hizb’ul Hakaik basıldı. Cevşen basıldı. Fakat Namaz Tesbihatı Türkiye’den gönderiliyor. Biz, Sözlerden 300-500 adet getirtiyorduk ve isteyenlere veriyorduk.

abdulkerim_baybara_haberici1.20110216091258.jpg

 

Çünkü Namaz Tesbihatı Osmanlıca...

 

Evet, bağlantı yerleri Türkçe. İslam Arap dünyasına baktık hitap etmiyor. Bizimle irtibatlı olan kişiler, dershaneye gelenler, siz dualar yapıyorsunuz, nerede bu kitap. Veriyoruz, bir şey anlayamıyor. Bunun bir ihtiyaç olduğunu gördük ve Namaz Tesbihatını Arabîleştirdik. Namaz Tesbihatındaki o Türkçe ifadeleri Arapça tercüme ettik. Hem tesbihat hem cevşeni ve hem de tesbihat ile ilgili lahikalarda geçen mektupları da içine koyduk. Sungur ağabeyin de Üstad hazretlerine evrad-u ezkar ile ilgili yazdığı lahikayı da ona ekleyerek; en azından Risale-i Nur talebeleri bir tarikat mıdır, bir cemiyet midir diye sordukları zaman direk Cevşeni gösteriyorduk. Acaba bunu şeyhi kimdir, diye soruyorlardı. Samimi söyleyeyim fuarlarda gelip Hizb’ul Hakaik’i soranlar oluyordu. Sonra da ‘Sen, bu kitabı okumama izin veriyor musun?’ diye soruyorlardı. Ben önce anlamadım tarikatlarda sorulurmuş. ‘Tabi aldıktan sonra okuyabilirsin’ meğerse bu bir örfmüş. Evet, Risale-i Nur’da içeriği âli olan bir meslek var fakat günümüz anlayışı gibi bir tasavvuf anlayışı değildir. Mesela ‘Üstad Hazretleri sofi midir?’ diye sordukları zaman ‘Evet, Üstad hazretleri sufilerin içerik olarak kabul ettikleri zühd, takva, riyazet var. Fakat şimdiki tasavvufun dedikleri gibi şeyh, mürit, el verme yok’ diyoruz. Geçen sene İran fuarındaydık. Fuar Müdürü geldi ve İrşad Heyetinin Başkanı’na bizi takdim ediyordu ‘Bunlar, mezhep olarak bize en yakın olan cemaattir’ diye takdim ediyordu. İran Meclis Kütüphanesi geldiler ve Osmanlıca, İngilizce ve Arapça Külliyat aldılar. Suudi Arabistan’da da Riyad’dayım. Televizyon açayım istedim. Saat 3. Riyad’a ait bir devlet kanalında ‘Büyük Şahsiyetlerimiz’ diye bir program var. Tevafuken tam 15 dakika Üstad’ın hayatını anlattı. Ve son cümlesi çok dikkat çekici. Diyor ki, ‘Türkiye’de tevhid akidesini savunan zatlardandır.’ Bir hadise daha anlatayım. Cidde veya Riyad’da stanttayız. Üniversitede hoca olduklarını öğrendiğim iki kişi geldiler. Biri diğerine ‘Bırak ya, bu zat sufidir’ diyor. Diğeri ‘Hayır, bu, sadece Türkiye’de laiklere karşı iman mücadelesi verdi ya, bu O’na yeter’ dedi. Benim çok hoşuma gitti.

 

Herkes başka bir şey alıyor.

 

Evet. Erbil’deki kitap fuarında ‘Bu, bizim âlimimizdir’ deyip sahiplendiler. Üstadımızın çok yönlü, çok vecihli olmasını o kitap fuarlarında gördük. Herkes Üstad’tan bir hisse almak istiyor ve sahiplenmek istiyor. Almanya’daki kitap fuarında yanımızda Roj TV ve diğer yayın yapanlar var. Geldiler ‘Said Nursi’nin kitaplarını mı satıyorsunuz?’ ‘Evet’ ‘Bu, bizim âlimimizdir’ ‘Doğru, bir de okusanız âliminizi’ dedim. Öyle güzel bir hatıra olmuştu.

 

Az önce söylemiştim, Çad’a gitmiştim. Orada bir profesör ile konuştuk. ‘Sizin kendi virdleriniz var mı?’ dedi. ‘Var.’ ‘Ne zaman yapıyorsunuz?’ ‘Günde beş vakit’ ‘Günde beş vakit çok, nasıl yapıyorsunuz?’ Ben de sabah namazının Tesbihatını yapmaya başladım. Ama samimi söylüyorum ağzı açık, acayip bir bakışı vardı. ‘Bu, sabahın’ ‘Öğlen farklı mı oluyor?’ ‘Evet, farklı’ dedim ve öğle tesbihatını okudum. ‘Bu, büyük vird, büyük tarikat’ dedi. Tarikatın olmadığını anlattık, neyse. Yani tesbihatın ehemmiyeti çok var. Birinci ağabey bana bir gün ‘Nurcunun virdi tesbihattır’ demişti.

 

Ben şunu gördüm; bir yerde biz hizmeti muhafaza etmek, cemaatin arasındaki tesanüdü, muhabbeti muhafaza etmek istiyorsak, tesbihatı muhafaza etmemiz lazım. Tesbihat, cemaatimizin mayasıdır.

 

Bu, tesbihatta acaba birbirimize dua ettiğimiz için mi?

 

Aslında tesbihatta iken hâsıl olan nurlar, feyizler; dışarıda oluşan menfi akımlara karşı çok büyük bir set teşkil ediyor. Birbirimize dua ediyoruz. Birinin diğerine halis lisanîyle dua etmek var. O duayla biz, bir derece o surun içerisinde kendimizi muhafaza ediyoruz. Mesela bir kardeşimiz bize dua ediyor, bizim cehennemden kurtulmamız için ecirnalarda dua ediyor. Ben ona o bana kendi lisanîyle dua ederken bir derece dünyanın öteki ucunda olan bir kardeşle kalbi, ruhi bir irtibat oluyor. Tesbihat olmadığı zaman düşünün, yok.

 

Basılan Cevşen ve Tesbihatları Mısır’da mı dağıtacaksınız?

 

İslam dünyasında dağıtacağız.

 

Peki, siz bu kararları tek başınıza mı alıyorsunuz yoksa bir yerler ile meşveret mi yapıyorsunuz? Nasıl yapıyorsunuz bu işi? Yani siz, kendi başına buyruk musunuz?

 

Öyle bir şey mümkün değil. Şahs-ı manevi dedik, cemaat manası dedik, istişare manası oluyor. Bugün diyelim ki küçük kitaplar basıldı. Hiçbir tasarrufta bulunmadık küçük kitaplarda. Nasıl? Üstad Hazretleri zamanında nasıl basıldıysa öyle basıldı. Kendi başımıza iş yapma gibi bir yetki yok ki bizde. Bu mümkün değil. Şimdi Üstad’ın varislerinin başında bulunduğu neşriyatlar var. Sözler neşriyattır, Envar neşriyattır, İhlâs Nur neşriyattır. Bir kitap basıldığı zaman Sungur ağabey olsun, Abdullah Yeğin ağabey olsun, Hüsnü Bayram ağabeyin tezhipleri iledir. Zaten Onlar da Üstad’dan emanet almışlardır ve o emaneti de devam ettirmeye çalışıyorlardır.

 

O ağabeylerimizle istişare ediyorsunuz.

 

Tabii. Yoksa Allah muhafaza etsin, şunu şöyle yapalım gibi bizim bir lüksümüz olamaz. Yapamayız bunu. Yoksa tokat yeriz. Emaneti nasıl aldıysak öyle muhafaza etmek de boynumuzun borcudur. Diğer çalışmaları yapanlar Nurlar’a hizmet edebilirler fakat kendi dairelerinde olurlar. Biz, has, hususi daireyi muhafaza etmek zorundayız.

abdulkerim_baybara_haberici2.20110216091344.jpg

 

NİHAİ HEDEFİMİZ ALLAH RIZASI

 

Nihai hedefiniz nedir?

 

Allah’ın rızasıdır başka bir şey değil. Cenab-ı Hakk’ın rızası yoksa bütün dünya lehimize olsa hiçbir kıymeti yok. Cenab-ı Hak ihsan etsin, gücümüz yettiği nispetinde Nurlar’ı en başta Afrika kıtası olmak üzere, Nurlar’ı duymayan, bilmeyen belde olmasın isteriz. Yani bu bir iki kişinin işi değil. Önce manevi cihetle iki kardeş gitse, maddi ciheti de arkadan gelir. Önce maddi olsun dersek yanlış. Israrla söylüyorum önce ehl-i hizmet kardeşin tespitini yapalım ondan sonrası da kendiliğinden gelir. Filanca yere gidecektik de maddi sıkıntılarımız olur diye gitmedik, dediğimiz hiçbir yer olmadı. Elhamdülillah.

 

14 sene içerisinde Arap dünyasında, Afrika’da, Ortadoğu’da hizmetler yapıyorsunuz, pişman olduğunuz bir şey var mı?

 

Şöyle söyleyeyim. İlk etapta tesbihat yanlış karşılanır diye, perdeli yaptık. Ben şu anda diyorum ki içinden, keşke perdelemeseydik. Dostlarımız, arkadaşlarımız geldikleri zaman, biz tesbihat yaparken ‘ve bi Üstadına’ dediğimizde birkaç kere ‘kardeşim başka âlimler de var’ dediği zaman acaba perdelesek nasıl olur, diye hususi yapmaya çalıştık. Bir de Bayram ağabey, yeni başlayanlar için ‘sen, külliyatı oku’ derdi, Hizb’ul Hakaik’ı tavsiye etmezdi. Dolayısıyla yeni başlayanlara ilk etapta evrad ile meşgul edip, hususi manada teşkil etmektense; külli dairede yardımcı olmak daha elzemdir. Bazen hacı ağabeylerimiz yurtdışına çıktıkları zaman, hususi manada olan bu evrad-u ezkarı neşrediyorlar. Güzel bir gayret. Fakat Hizb’ul Hakaik’tan önce Nurlar’ı neşretseler daha iyi olur.

 

Barla Lahikası’nda ‘Kur’an öğrenip hafız mı olsak yoksa Risale-i Nur mu?’ Hayır diyor, önce Kur’an öğrenmek. Kur’an ve Sünnet, hazinedirler ama Risale-i Nur, anahtardır. Siz, hazineye sahipsiniz fakat açacak anahtarlarınız yok. Risale-i Nur ise elimizde bulunan Hadis ve Kur’an hazinelerini açmak için altın bir anahtardır. Böyle dediğimiz zaman Risale-i Nurlar’ı bir vesile biliyoruz Kur’an’ı ve Hadisleri anlamak için. Yoksa yerine geçsin, şöyle olsun, hâşâ, değil. Bu durum çok hassas bir durumdur. Çoğu kişi bu hususta hikmeti bilmediği için tenkit de edebiliyor.

 

Bugün çok hafız kardeşlerimiz var fakat Kur’an-ı Kerim’in manasını bilmiyor. Şimdi bu Hafız-ı Kur’an kardeşimize Yirmi Üçüncü Söz’ü okutturduğumuz zaman biz ona Kur’an’ı bir tarafa bırak demiyoruz ki. Elindeki, zihnindeki, kalbindeki hazinenin ne olduğunu öğren, diyoruz. Aç, terakki et, ruhunu kemale erdir. Aslında İslam âlimlerinden gelen bir düstur var. Bugün saf, avam kitlesine Kur’an-ı Kerim’in mealini okutturuyorlar. Ben karşıyım. Çünkü Kur’an-ı Kerim, mealinden öğrenilmez. Kur’an-ı Kerim tefsirden anlaşılır. Peki, hangi tefsirden okuyacağız? Asrımıza bakan tefsirden. Bugün İbn-i Abbas tefsirinde İsrailiyet var, Taberi tefsirinde de İsrailiyet var. İsrailiyet var demek yanlış değil. Fakat ben avam olduğum için bunları okuduğum zaman tefsir metodunu bilmediğimden dolayı karıştırıyorum. Onun için İslam âlimleri usulü bilmeden, usule gitmeyi kabul etmezler. Hatta haram kılmışlar. Şimdi adam Sahih-i Buhari okuyor ve başlıyor ahkâm kesmeye. Ama Risale-i Nur olduğu vakit, oku kardeşim. Elinde bir mizan olur, bir ölçü olur. Ondan sonra ne okursan oku, eline ne geçerse geçsin, artık elindeki tartıyla sen ölçebiliyorsun. Zaten Risale-i Nur da 90 cilde yakın malumatın bir derece hülasası diyebiliriz. Dolayısıyla ilahiyat bilgisi ile okunduğu zaman Risale-i Nur bitirilemeyecek kadar çok geniş bir hazine olduğu anlaşılır.

 

(Devam edecek)