Ahmet AY
Müceddid ve zaman...
(İhtiyarlar Risalesi notları, 4. yazı)
Bu serinin ilk yazısında, Risale-i Nur’u, bir tefsir gibi okumayı önerirken, murad ettiğimiz manalardan birisi de; eserlerin, müellifin onları telif ettiği zaman dilimiyle ilişkili bir şekilde okunmasıydı ve okunmasıdır. Yani eser ve zaman arasında, havf ve reca gibi gelgitler yapılmasıdır.
Şimdi benim bu cümleme, bir kısım hassas Nur talebesi kardeşim, ağabeyim, haklı olarak itiraz edebilirler. Risale-i Nur’un, içerdiği hazine itibariyle ezelden gelip ebede giden bir hakikatin uzun soluklu naşiri olduğu muhakkaktır. Ben bunu elbette (hâşâ) reddetmiyorum, zaten aklım başımdayken reddedemem. Fakat bunun yanısıra ben, şunu da reddetmiyorum ek olarak: Her müceddid kendi zamanının çocuğudur. Ve mü¬ced¬didlik vazifesini deruhte eden mümtaz, bizzat kendi zamanının sancılarıyla, acılarıyla alakadar olandır. Bunu Bediüzzaman da eserlerinin birçok yerinde; “âlem-i İslam’a indirilen darbeleri evvelen ve bizzat kendi sinesinde hissettiğini” belirterek doğrulamıştır. Hatta talebelerinin hatıralarıyla birlikte okuduğunuzda, pek çok Risale’nin, bizzat bahsettikleri konularla alakalı en şiddetli hücumların tamı tamına aynı vaktine denk geldiklerini ve onları elmas kılıçlarıyla berhava ettilerini anlarsınız. Öyle ki, bazılarından müellifin bile haberi yoktur. Sonradan fark ettiğini kendisi de belirtir.
Hem sadece hatıralarda değil, yalnız onlara münhasır sanmayın, külliyatın içerisinde de bu sırrı ifade eden yerler vardır. Mesela şu an hemen hatırıma gelen; “Kur’an’ın meziyetlerini koruyabilecek tam bir tercümesi olmaz ve yapılamaz” iddiasını ispat eden kısım ve yine Kur’an’daki tekraratın hikmetlerini ifade eden kısım, müellifin kendi ifadesiyle de “aynı hücumun zamanına” denk gelmiştir ve bu hücumları bertaraf etmiştir. Müellif-i muhterem, bazen eserlerinin zeyl kısımlarında, bazen de lahika mektuplarında, bu tarz zaman ve ilham tevafuklarından bahsetmiştir. Ve bunların dahi bir hikmetle olduğunu bizlere hissettirmiştir, söylemiştir.
Hal böyleyken, Risale-i Nur’u yazıldığı zamandan huruç ederek okuma, bir yönüyle ondaki değişmez hakikatlerin avına çıkma belirtisiyken; diğer yandan, müced¬di¬din en önemli buudu olan, ait olduğu zaman boyutunu da kırmaktır ve bu kanaatimce müthiş bir zarardır. Bediüzzaman Hazretleri’nin Kur’an’ın harikalığını anlama noktasında bize bir örnek olarak sunduğu; zamanda yolculuk edip, devr-i cahiliyeye gidip, o asrın insanının kalbi ve kulağıyla ayetleri dinlemek ve onların nasıl harika bir nasihat ile bütün dünyayı canlandırdığını hissetmek öğüdü, sünuhat-ı kalbiye ile yazan bir müceddidin kelamında uygulansa, pek mi tutarsızdır? Doğrusu, bunu savunan varsa, savunmak onun davasıdır; fakat ben onun mantığını savunamıyorum. Çünkü bu “zaman boyutunu inkâr eden” dar görüşü anlayamıyorum; herhalde hiçbir zaman da anlayamayacağım.
Ben, yukarıda bahsettiğim düşünce yapısı ile İhtiyarlar Risalesi’ni tetkik ederken, çok ilginç bilgilere rastladım diyebilirim. Mesela; İhtiyarlar Risalesi’nin telif tarihi 1934. Aynı yıl, aynı zamanda Amerika’daki o meşhur Büyük Buhran’ın en karanlık noktasına vardığı yıl. Öyle ki, işsizlik oranı yüzde yirmi beşlere kadar yükseliyor. Ve sadece Amerika’da değil, bütün Avrupa’da ve Türkiye’de de bunun yankıları hissediliyor. Hem Amerika’da, hem Türkiye’de ekonomiyle ilgili yeni yasalar çıkarılıyor.
Türkiye’de durum daha da acayip… Alınan ekonomik tedbirler nedeniyle mal satılmayan yerden, mal da alınmıyor ve bu, müthiş bir kıtlığın başlamasına neden oluyor. Öyle ki, o dönemde M. Kemal bile durumdan şikayetçi… Halktan gelen tepkilerden sıkılmış bir vaziyette. Hem biraz dikkat dağılsın, hem insanlar birazcık başka noktalara dalsın diye Serbest Fırka’yı Fethi Okyar’a yine bu dönemde kurduruyor. Menemen Hadisesi ise yine aynı dikkat dağıtma taktiğinin bir yansıması… Böylece irtica sahneye çıkıyor, ekonomi geri plana düşüyor. İnsanlar ve şikayetleri sindiriliyor, vesaire, vesaire… Bunlar hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler hem internetten, hem de Nesil Yayınları’ndan çıkan Ne Menem Menemen romanından faydalanabilirler. Emin olun, orada şaşıracakları çok ilginç şeyler var.
Bu yılla ilgili bir küçük şey daha söyleyeyim: 1934 yılı aynı zamanda Hitler’in Almanya’nın yönetimini ele geçirdiği tarih… Ve hazır olun, İkinci Dünya Savaşı’nın tamtamları da aynı yılda işitilmeye başlıyor. Zaten birkaç yıl sonra da başlıyor.
Her neyse… Bütün bu siyasi olayların içinde benim varmak istediğim bir yorum var. O da şu sorunun altında saklı: Hem dış dünyada, hem iç dünyada yaşanan bu ekonomik krizin en çok etkilediği toplum sınıfı hangisidir sizce? Hangisini daha fazla sarsmış, yaralamış, ezmiştir? Durun, durun, siz tahminde bulunmadan ben söyleyeyim: Elbette ihtiyarlar… Modern medeniyetin, üretimden ve tüketimden çekildiği için sırtında büyük bir yük olarak gördüğü ilk toplum sınıfı ihtiyarlardır. Ve hem 1929-1939 ekonomik buhranında Amerika ve Avrupa’da; hem de paralel dönemlerde Türkiye’de bu tarz bir insanî vahşet yaşanmaktadır. İhtiyarlar hürmetsizliklere maruz kalmaktadır. Bunun hakkında da bir şeyler buldum, ama hepsini paylaşırsam yazı uzayıp gidecek… Belki buradan hareketle siz araştırabilirsiniz, o kapı açık kalsın.
Hasılı; görüldüğü gibi müellif-i muhteremin eserini telif eylediği zaman dilimiyle, o zaman diliminde yaşanılanlar arasında büyük bir bağıntı var. Sanki o yokluk zamanlarında Üstad Hazretleri, ihtiyarların toplumdan nasıl dışlandığını hissediyor ve onlar için bu eseri telif ediyor. Fakat bu eserde tek hak sahibi onlar da değiller. Eserin birçok yerinde ve özellikle 21. Mektup olup Mektubat’a giren zeylinde ihtiyarların vesile-i bereket ve rızk olduğuna o kadar çok vurgu yapıyor ve konuyla ilgili ayetleri o kadar güzel işliyor ki; insan, ekonomik buhran, kıtlık, bolluk ve İhtiyarlar Risalesi arasındaki bağıntıyı görmezden gelemiyor.
Üstelik bu, benim fark edebildiklerim içinde sadece bir nokta, daha başkaları da var… İnşallah daha sonraki yazılarımda da onları yazacağım. Ama şu bir tanesi bile, müceddidin zamanla ne denli alakadar olduğunu göstermeye yetmez mi? Hem bir tefsirin, zamanıyla ne denli ilişkili olduğunu ve zamanıyla da birlikte okunması gerektiğini göstermeye yetmiyor mu?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.