Müetaharrik-i bizzat, müteharrik-i bilvasıta

Ben öteden beri “kendimiz olma” deyimini çok kullanırım. Kullanırım da ne kadar bunu derinliklerimde, içimin her ayrıntısında özümseyerek davranışlarımda yaşarım, bilemem. Ama dua niteliğinde de olsa bu deyimi kullanmaktan da o kadar hoşlanırım.

İçimizden gelen bir güdü ile bir şeyi yapmak ne güzel! Her ne ise o işte kendimizin sıcak nefesini hissederiz; bunu hissettiğimiz kadar ona sahip çıkmamızdır etik olan. Çünkü onu başkalarının değil, katıksız bizim isteğimizle yaptık; yani orada her şeyin gerçek müsebbibi Allah’la kendimiz varız. Araya başkaları girmemektedir. Böyle bir işin ödülünü de yalnız O’ndan isteriz; bundan ötürü cezamız varsa affedilmemizi de. “Kendimiz olma” olgusu bir büyük içtenliğin de ölçüsüdür.

Köle, bir başına değildir. İstediğini yapamaz. O efendisinin emrindedir. Yaptığı her işte kendisinden çok efendisinin nefesi, güdümü söz konusu. Köle, yaptığı hiçbir şeye sahip çıkamaz. Efendisinin izin verdiği ölçüde ancak özgürce bir nefes alabilir.

Bir köleyi, insan olmasına rağmen, bu hale indiren nedir? Elbette hiçbir eyleminde kendisinin olamayışıdır. İradesi var; ama kendi lehine kullanamıyor; gücü var; ama ondan isteği doğrultusunda yararlanamıyor. Köle için, “rüzgârın önünde bir kuru yaprak” deyimini kullansak, abartılı olmaz. Çünkü o özgür değildir; birçok aslî görevlerinden de muaf tutulmuştur. Köle bir insandır; ama onu etkisiz hale getiren şeyin, özgürlük olgusundan yoksunluğudur. Onun boyun büküklüğü de bundan kaynaklanıyor. Tarihin birçok dönemlerinde kölelik kurumu yaşamış ve yaşatılmış, halen de örtülü bir şekilde, çoğunlukla da birey düzeyinde yaşamakta ve yaşanmaktadır.

Kukla oyununu da bilirsiniz. Kuklada kendiliğinden hareket etme kabiliyeti yok. Perde arkasındakinin güdümündedir. Kukla nasıl bir kişilik sergileyemezse, “kendisi olmayan” bir kimse de “benim” diye varlığını ortaya koyamaz.

Köle ve kukla ruhunu hayatımızdan çıkarabildiğimiz ölçüde varız. Bunu birey bazında ne kadar uygularsak, o kadar sosyal hayatımızdaki iniş çıkışlardan kurtulmuş oluruz. Bunu basit bir testle tespit etmek de mümkün.

Bir dava sahibi olarak, davanın ilkelerini ne kadar her şeyin üstünde tutabiliyoruz acaba? Bunu birey ve toplumu ilgilendiren konulara da uygulayabiliriz. İyisi mi bir sosyal olay düşünelim; bunun şu ya da bu olması fark etmez. Diyelim ki, bir siyasi oluşum gündemdedir. Buna “kendimiz olma” ölçüsü çerçevesinde nasıl hükmedeceğiz? Aslında çok basit. Eğer, “mademki herkesin yararlandığı siyasi oluşumlar var, o halde biz de bir başkasından önce bu siyasi oluşumun içine girelim ve biz kimden aşağıyız” düşüncesi ağır basıyorsa, bu takdirde bunun dışarıdaki şartların bizi zorlamasının sonucu olduğunu anlamada zorlanmayız; bizim içimizin sesinden çok, başkalarının sesidir bu. Çünkü bizi harekete sürükleyen içimiz, içimizin de bağlı olduğu davamız, ilkelerimiz değil girişimimizi gerçekleştiren. Elbette böyle bir toplumsal hareketin, bireysel içerikli hareketlerden çok daha ağır bedelleri var. Toplumsal günahlar, bir milleti de yok edecek bir yıkım özelliğine sahip. Ya nereye bakarak bu oluşumu başlatma ya da bu oluşuma girme kararını verebiliriz? Hiç kimse davasız, ilkesiz yaşayamaz. Davası ve ilkesiz olan bir ottan farkı yok zaten. O halde davamız, davamızın ilkeleri ne diyor? Buna bakmalıyız. Bu sorunun cevabını da ancak çok derin ve ince araştırmalardan sonra alabiliriz.

Bir dava adamı ya da “kendisi olma” gayreti içinde olan, bir aktör gibi de davranamaz. Aktör hiçbir zaman oynadığı oyunun sahibi değildir. O tutulmuş, yani kiralık bir oyuncudur; kukladan pek farkı yok. Oyunculuğu kadar ücret alır.
 
Hayatımızın oyununu biz oynamalıyız. Yazarı da, yönetmeni de ve aktörü de biz olmalıyız. Yalnız aktörlüğünü yaptığımız oyun bizim değil. Oynayacağımız bütün rollerde biz yoksak, yani bir başkasının zorlamasıyla varsak, o rol için “işte benim rolüm” nasıl diyebiliriz?
 
“Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz.” sözü ile Bediüzzaman, “Siyasete neden karışmıyorsun?” sorusuna karşılık, siyasete girmediğinin nirengi noktasını göstererek verdiği bir cevaptı “Sünuhat” adlı kitabında. Ama bu, yalnızca bu soruya özel bir cevap olarak algılanmayabilir. Birey olarak alacağımız başka bir dizi dersler de var bundan.

İyi bir memurun ve iyi bir amirin, iyi bir işçinin ve iyi bir patronun, iyi bir üyenin ve iyi bir liderin, iyi bir Müslüman’ın ve iyi bir insanın altında yatan gerçek ve mihenktir bu.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.