Muhabbet, kâinatın varlık sebebidir

Muhabbet, kâinatın varlık sebebidir

Günlük Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.

İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın, havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Halıka müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabul etmez. Şu halde, havf elîm bir belâdır.

Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allaha ısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskâl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor. Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun. (Sözler sh.322)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ALÂKÜLLİHÂL : Her durumda, her halükârda.
BÂTIN-I KALB : Kalbin içi, mânevî tarafı.
BELİYYE : Belâ, müşkülât, musîbet
CÂMÎ : Kapsayıcı;birçok şeyle alâkalı olan; toplayan ve ihtivâ eden.
DÜNYAPEREST : Dünyaya tapacak derecede ehemmiyet verip âhiretini düşünmeyen, maddiyâtı çok seven.
ELÎM : Acı veren, çok acıklı, üzüntü veren.
FITRAT : Yaratılış, huy, tabiat
FITRAT : Yaratılış, huy, tabiat.
FITRÎ : Doğuştan, yaratılıştan, fıtrata âit ve yaratılışla ilgili.
HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.
HALK : İnsan topluluğu. İnsanlar.
HAVF : Kavim, kabile.
İSTİRHAM : Merhamet dileme. Rica etme.
İSTİSKAL : Ağır bulup hoşlanmadığını anlatma; soğuk muâmeleyle sevmediğini bildirme.
KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık
LÂYIK : (Liyakat. den) Yakışır ve yaraşır. Uygun, münasib ve muvafık.
MAHBÛB : Sevgili, sevilen, muhabbet edilen.
MÂŞUK : Âşkla sevilen, sevgili.
MECÂZÎ : Hakîki olmayan.
MERHAMET : Acımak, şefkat göstermek; korumak, iyilik etmek; esirgemek.
MUHABBET : Sevgi, sevmek.
MUSÎBET : Belâ, felâket, hastalık, dert, sıkıntı, ezâ, başa gelen acı durumlar.
MÜFÂRAKAT : Ayrılmalar, ayrılıklar.
MÜTEVECCİH : Yönelmiş, dönmüş, bir yere doğru yola çıkan.
NAZAR : Bakmak, bakış, göz atmak, düşünmek.
NEFİSPEREST : Nefsin arzularına aşırı derecede uyan.
NİHÂYETSİZ : Sonsuz.
PERESTİŞ : Aşırı bağlılık, tapar derecesinde sevme, mükemmel sevgi.
RÂBITA : Bağ, bağlayan, rabteden, bitiştiren.
RAĞM : İnat, ters.
REFÂKAT : Arkadaşlık, beraberlik.
SAKÎL : Ağır, can sıkıcı, çirkin.
SAMED : Allah\'ın, #herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan# mânâsındaki ismi.
SANEMMİSÂL : Put gibi.
SEBEB-İ VÜCUD : Varlık sebebi.
ŞEHEVÂNÎ : Şehvetle, nefsânî arzularla alâkalı.
TAHKİR : Hakaret etme, horlamak, aşağılamak.
TEVCİH : Yöneltmek, çevirmek.
TEZELLÜL : Alçalma, hor ve hakir olma, zillete düşme.
ZİLLET : Aşağılık, horluk, alçaklık.