
Muhammed Numan ÖZEL
Aşırı korumacı rol üstlenmek
İslam tarihinde metinlerin korunmasına yönelik benzer bir hassasiyet ve korumacı tutum sıklıkla görülmüştür. Kur’an-ı Kerim’in ve hadislerin korunması, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren büyük bir özenle gerçekleştirilmiştir. Bu tutumun temelinde, dini metinlerin orijinalliğini koruma, kalem karıştırıp tahriften uzak tutma ve gelecek nesillere doğru bir şekilde metinleri aktarma çabası, kaygısı daima olmuştur.
İslam tarihinde bu korumacı yaklaşımın örneklerini şu şekilde inceleyebiliriz.
Kur’an-ı Kerim’in Korunması: Kur’an-ı Kerim, İslam’ın en temel kaynağıdır ve korunmasına yönelik hassasiyet, İslam tarihinin ve Müslümanların en önemli vazifelerinden biridir. Bu korumacı tutumun aşamaları şöyledir:
Vahiy Döneminde Yazılı ve Sözlü Koruma: Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (asv) döneminde hem yazılı olarak kaydedilmiş hem de hafızlar tarafından ezberlenmiştir. Bu iki yöntem, metnin korunmasını sağlamıştır. Şayet nüzul etse ve yazıya daha sonralarda geçirilmiş olsaydı Hz. İsa’ya (as) nüzul eden İncil’le aynı akıbeti ve kaderi paylaşacaktı. Belki bir öngörü veya emr-i ilâhî olarak nüzul ettiğinde ayetler hemen yazıya döküldü ve muhafaza edildi. Hem kağıtta hem de hafızların dimağlarında…
Hz. Ebubekir Döneminde Mushaf Haline Getirilmesi: Hz. Ebubekir (ra) döneminde, Yemâme Savaşı’nda birçok hafızın şehit olması üzerine, Kur’an’ın yazılı nüshaları toplanarak tek bir mushaf haline getirilmiştir. Bu, Kur’an’ın korunmasına yönelik ilk resmi adımdır. Kızı ve Efendimizin (asv) ezvacından olan Hafsa Validemizdeki nüsha esas alınarak bu hizmet gerçekleştirildi.
Hz. Osman Döneminde Çoğaltılması: Hz. Osman (r.a.) döneminde, farklı bölgelerde Kur’an’ın farklı lehçelerle okunmasından kaynaklanan ihtilafları önlemek için, Kur’an’ın standart bir nüshası çoğaltılmış ve diğer nüshalar imha edilmiştir. Bu, Kur’an’ın tahriften korunmasına yönelik çok kritik ve ciddi ve önemli bir adımdır. Gayet yerindedir.
Günümüze Kadar Korunması: Kur’an-ı Kerim, hem yazılı metin olarak hem de hafızlar vasıtasıyla günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan korunmuştur. Bu, İslam’ın metin koruma konusundaki başarısının en büyük örneğidir. Bazı yerlerde tahrifli nüshalar olduğunu duydum ama görmedim. Ama şuna şahit oldum yeni yazdırılan bir nüshada yazım yanlışı olduğu sebebiyle yayınevi tarafından bu nüshalar geri istendi. Gerekli düzenleme yapıldı ve tekrar okurla buluştu bu nüsha.
Bu koruma özverisi sadece Âyet-i Celileler için değil Hadis-i Şerifler için de geçerlidir.
Hadisler, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) söz, fiil ve takrirlerini içeren metinlerdir.
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef'ali, ahvalidir.
Bu üç kısım dahi, üç kısımdır:
Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir.
Farz ve vâcib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır.
Herkes ona ittibaa mükelleftir.
Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir.
Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur.
Fiilinde ve ittibaında azîm sevablar var ve tağyir ve tebdili bid'a ve dalalettir ve büyük hatadır.
Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev'iye ve içtimaiye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir.
Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-i hayâtiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle o âdâb ve âdetler, ibadet hükmüne geçer.”[1]
Hadislerin korunmasına yönelik hassasiyet de İslam tarihinde önemli bir yer tutar.
Hadislerin Ezberlenmesi ve Yazılması: Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde hadisler, sahabeler tarafından ezberlenmiş ve bazı sahabeler tarafından yazılmıştır. Ancak, hadislerin yazılması konusunda bazı ihtiyatlar alınmıştır; çünkü Kur’an ile karıştırılma riski vardı. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim Âyetleriyle karışmaması için koruyucu rol üstlenen sahabeler hadisleri yazan, ezberleyen sahabelere ihtiyatla yaklaşmışlar ve bu durumun ciddiyetinden bahsetmişlerdir.
Hadislerin Tedvini ve Tasnifi: Hz. Peygamber’in (asv) vefatından sonra, hadislerin toplanması ve yazılı hale getirilmesi süreci başlamıştır. Özellikle hicri 2. ve 3. yüzyıllarda hadisler, büyük bir titizlikle derlenmiş ve tasnif edilmiştir. Bu süreçte, hadislerin sened (raviler zinciri) ve metin (hadisin içeriği) açısından incelenmesi, hadis ilminin temelini oluşturmuştur. Bu dönemde artık Kur'an'ı Kerim'in metni muhafaza edildiği için hadislerle karışma tehlikesi ortadan kalkmıştır.
Hadislerin Tahriften Korunması: Hadislerin korunmasında en büyük endişe, uydurma (mevzu) hadislerin ortaya çıkmasıydı. Bu nedenle, hadis âlimleri, hadislerin sıhhatini kontrol etmek için çok sıkı kriterler geliştirmişlerdir. Ravilerin güvenilirliği, hadis metinlerinin Kur’an’a ve sahih sünnete uygunluğu gibi kriterler, hadislerin korunmasını sağlamıştır.
Sahih, Hasen, Zayıf, Mevzu (uydurma), Mütevatir, Âhad, Kudsi, Merfû, Merkuf, Maktû, Müsned, Muallel, Mürsel gibi sınıflandırmalar yapılmıştır.
Fıkıh ve İlim Metinlerinin Korunması: İslam tarihinde fıkıh (İslam hukuku) ve diğer ilim dallarına ait metinler de büyük bir titizlikle korunmuştur. Özellikle mezhep imamlarının eserleri... Talebeleri ve sonraki âlimler tarafından korunmuş, şerh edilmiş ve gelecek nesillere aktarılmıştır. Bu eserlerin korunmasındaki temel amaç, orijinal içeriğin bozulmadan aktarılması ve yanlış yorumların önlenmesidir. Bazı iyi niyetli olmayan kimseler orjinal eserleri tahrif ettiği tespit edildiğinde o tahrifli nüshalar imha edilmiştir.
Tasavvuf Metinlerinin Korunması: Tasavvufi eserler de İslam tarihinde büyük bir özenle korunmuştur. Büyük mutasavvıfların eserleri, talebeleri ve müridleri tarafından korunmuş, şerh edilmiş ve yorumlanmıştır. Bu eserlerin korunmasındaki temel amaç, tasavvufi öğretilerin orijinalliğini korumak ve yanlış anlaşılmaları önlemektir. Böylece yanlış uygulamaların da önüne geçebilecekti. Tabiki bu aşırı korumacı roller gelişmelere ket vurmuş ve istidad sahibi olanları baskılanmasına sebep olarak eserlerin ve hizmet sahasının büyümesine mani olmuştur.
Risale-i Nur’un muhafazası ve korunması meselesi, eserin mahiyeti, tarihi serüveni ve taşıdığı imanî hakikatlerden kaynaklanan bir hassasiyet sebebiyledir. Bu "aşırı korumacı" gibi görünen yaklaşımın temelinde, eserin orijinalliğini koruma, tahrif ve yanlış yorumlardan uzak tutma gibi derin sebepler yatar. Bu meseleyi daha iyi anlamak için, Risale-i Nur’un korunmasına yönelik bu hassasiyetin gerekçelerini ve bu yaklaşımın yerindeliğini incelemek gerekir.
Risale-i Nur’un Muhafazasına Yönelik Hassasiyetin Gerekçeleri Şöyle Sıralayabiliriz
Risale-i Nur’un Kaynağı ve Mahiyeti: Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in bir tefsiri olup, iman hakikatlerini yirminci yüzyılda ders veren bir eserdir. Bu sebeple, sadeleştirme, tahrif veya maksadından saptırılma gibi teşebbüslere karşı büyük bir hassasiyet gösterilir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî (ra), Risalelerin lafızlarının dahi muhafaza edilmesini istemiştir.
“..ifadelerim başkasına benzemiyor.
Bir harfin ve bazan bir noktanın yanlışıyla bir mes'ele değişir, mana bozulur.”[2]
Çünkü bu eserler, sadece birer metin değil, imanî birer rehberdir.
Tarihî Süreçte Maruz Kaldığı Baskılar: Risale-i Nur, uzun yıllar yasaklanmış, Üstad Bediüzzaman ve talebeleri büyük baskılara maruz kalmıştır. Eserlerin el yazısıyla çoğaltıldığı ve muhafaza edilmesi için büyük fedakârlıklar gösterildiği bir dönemin hatırası, talebelerde koruma refleksini kuvvetlendirmiştir. Bu tarihî süreç, eserin korunmasını bir vazife haline getirmiştir. Daha sonraki matbaa ile basım döneminde de bu rol devam etmiştir. Müellif tarafından tertip edilen düzeni bozan yayınevlerinin baskıları Nur Talebelerince boykot edilerek kabul görmemiş ve umuma mâl olmamıştır.
Tahrif ve Değiştirme Tehlikesi: Risale-i Nur’un aslî üslubuyla okunması gerektiği, Üstad’ın bizzat vurguladığı bir husustur. Hatta mümkün olduğu kadar Hat-ı Kur'an olan Osmanlıca ile teşvik edilmiştir. Ama zaman gereği Latin harfleriyle de eserlerin baskısı yapılmış ve okunmaktadır.
Risale-i Nur'un lisanı, manevi bir tılsım hükmündedir; değiştirilirse tesiri kaybolur mealindeki ifadeler, hatıralar eserin orijinalliğini korumanın ehemmiyetini anlatır.
Bu yüzden, sadeleştirme veya yorum yoluyla aslından uzaklaştırma teşebbüsleri karşısında koruma refleksi gelişmiştir. Sadeleştirme teşebbüsünde bulunan bazı yayınevleri oldu elbette ama bu yayınlar orjinal eserler gibi rağbete mazhar olmadı.
Üstadın Vasiyeti ve Talebelerinin Mesuliyeti: Bediüzzaman Said Nursî (ra) talebelerine, Risale-i Nur’un neşir ve muhafazasını bir vazife olarak bırakmıştır. “Risale-i Nur ise, Kur’an’ın malıdır..”[3] düsturuyla, eserlerin korunmasının şahsi bir mesele değil, bir dâva şuuru olarak vermiştir. Bu vasiyet, talebelerin esere olan bağlılığını ve koruma azmini artırmıştır.
Risalelerin Üslubunun Muhafaza Edilmesi Gereği: Risale-i Nur’un dil ve üslubu, sadece kelimelerin taşıdığı mana ile değil, o kelimelerin oluşturduğu manevi atmosfer ile de tesir eder. Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınan bu eserlerin yazıldığı dönemde en sade üslup olduğu da bilinmesi gerekir. Risalelerin her kelimesi, muhatabın ruhuna tesir edecek şekilde telif edilmiştir. Değiştirilmesi, eserin ruhuna zarar verebilir. Bu nedenle, üslubun muhafazası büyük önem taşır. Dikkat ederseniz bir müddet risaleleri okuyan insanların üslupları da birbirine benzemektedir.
Aşırı Korumacı Yaklaşımın Yerindeliği: Risale-i Nur’a yönelik bu korumacı yaklaşım, eserin orijinalliğini koruma ve tahriften uzak tutma açısından son derece yerindedir. Ancak, bu yaklaşımın bazı eleştirilere maruz kalmasının sebepleri de vardır:
Risale-i Nur, belirli bir dönemin dil ve üslubuyla kaleme alınmıştır. Günümüz okuyucusu için anlaşılırlığını artırmak amacıyla, eserin şerh ve izah edilmesi gibi talepler ortaya çıkabilir. Bu durumda, korumacı yaklaşımın esnek olmaması, eserin daha geniş kitlelere ulaşmasını engelleyebilir.
Yeni Yorumlara İzin Verme İhtiyacı: Risale-i Nur’un orijinal haliyle korunması elzem olsa da, eserin güncel ihtiyaçlara cevap verebilmesi için yeni yorumlara ve anlayışlara da ihtiyaç vardır. Aşırı korumacı yaklaşım, bu tür yeniliklerin önünü kesebilir. Şu şekilde daha net ifade edebilirim bunu. Risale-i Nur bu zamanın bir reçetesidir. Bu reçeteden hastalıklara göre ilaçlar hazırlanarak insanlara sunulmalı ki Risale-i Nur ile tehlikeler, hastalıklar atlatılsın. Bir mevzu çeşitli kitaplarda geçmektedir. Bu sebeple tüm külliyata vukufiyet gerekmektedir. Vukufiyetli hizmet ehlince bu ihtiyaçlara cevap verilmelidir.
Eleştirel Düşünce ve Çoğulculuk: Risale-i Nur’un farklı yorumlara açık olması, eleştirel düşünce ve çoğulcu bir anlayışın gelişmesine katkı sağlayabilir. Ancak, aşırı korumacı yaklaşım, bu tür bir gelişimi sınırlayabilir. Risaleleri dört duvara hapsedip topluma yayılmasına mani olabilirler. Bu da aşırı korumacı rolün yanlışlarından birisidir.
Risale-i Nur’u korumak yerine Risale-i Nur ile kurtulmaya çalışmak daha yerinde olacaktır.
Risale-i Nur’un muhafazasına yönelik bu hassasiyet, eserin orijinalliğini koruma ve tahriften uzak tutma açısından son derece önemlidir. Ancak, bu korumacı yaklaşımın, eserin güncel ihtiyaçlara cevap verebilmesi ve daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için esnek bir şekilde uygulanması da gereklidir. Risale-i Nur’un orijinal haliyle korunması ile yeni yorumlara ve anlayışlara imkan tanıyan bir yaklaşım arasında dengeli bir yol izlenmelidir.
Cenâb-ı Hak, bizleri bu kudsî hakikatleri anlamaya ve istikamet üzere yaşamaya muvaffak eylesin. Âmin.
İslam Tarihinde Aşırı Korumacı Tutumun Eleştirisi: İslam tarihinde metinlerin korunmasına yönelik bu hassasiyet, genellikle olumlu sonuçlar doğurmuştur. Ancak, bu tutumun bazen aşırıya kaçtığı ve yenilikçi yorumların önünü kestiği de eleştirilmiştir. Özellikle fıkıh ve tasavvuf alanında, bazı âlimlerin katı bir şekilde geleneğe bağlı kalması, yeni içtihatların ve yorumların önünü kesmiştir. Bu durum, İslam düşüncesinin dinamizmini bir ölçüde sınırlamıştır.
İslam tarihinde metinlerin korunmasına yönelik hassasiyet, Kur’an-ı Kerim’in ve hadislerin orijinalliğini koruma amacıyla başlamış ve diğer ilim dallarına da yansımıştır. Bu korumacı tutum, İslam’ın temel kaynaklarının tahriften uzak kalmasını sağlamıştır. Ancak, bu tutumun aşırıya kaçması, yenilikçi yorumların ve içtihatların önünü kesebilmiştir. Bu nedenle, metinlerin korunması ile yenilikçi yorumlar arasında dengeli bir yaklaşım benimsemek, İslam düşüncesinin dinamizmini korumak açısından önemlidir. Risale-i Nur’a yönelik korumacı tutum da bu tarihî mirasın bir devamı olarak görülebilir.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.