
Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Dr. Tarık (!)
“Bu hikâyeyi okumayın” diye bir başlık atacaktım, ama ibret alınması için okunabilir diye o başlığı koymadım.
Güney Anadolu'nun bir kasabasında mütevazı bir aile yaşıyordu. İkisi kız, birisi erkek üç çocukları vardı. Kızların adı Halime ve Nuriye, oğlanın adı Tarık'tı. Anne Fatma kendi halinde bir ev hanımıydı. Baba Hamdi ise biraz hırslı ve büyük görünmeye meraklı bir yapıdaydı. Bir gün kasabanın kahvesine gittiğinde, oğlu tıp fakültesinde okuyan komşusu Osman, doktor çıkacak oğlu için dizdiği övgüleri dinlemiş ve çok etkilenmişti: "Oğlum diye söylemiyorum, Çocuk çok zeki maşallah. Koskoca üniversitede birinci gelmiş. Oğluma bedava burs da veriyorlar. Çocuk da çok çalışıyor hani, hakkını yememek lazım. Hastalanacak diye korkuyorum vallahi. Oğlum, kendini bu kadar yorma, diyorum. E… çalışacak tabi; doktor olmak kolay değil. Nerden bakarsan, kaymakamdan sonra gelir."
Alıngan bir yapıya sahip olan Hamdi komşusunun bu sözlerinden rahatsız olmuş ve çok içerlenmişti. Bu, onunla ilk karşılaşması değildi. Daha önce de oğluna methiyeler düzen Osman'ı birkaç kez dinlemişti. Osman'ın, sırf komşulara nispet olsun diye böyle konuştuğunu biliyordu. Bu tür sözleri duydukça, henüz liseyi bitirmemiş olan oğlu Tarık'ın geleceğini daha çok düşünmeye başlamıştı.
Oğlu Tarık lise ikideydi. Acaba o da doktor olabilir miydi? O da bir gün, “Ben Tıp Fakültesini kazandım baba” diyerek babasının yüzünü ağartabilecek miydi? "Neden olmasın? Üniversite sınavına katılmaya şuradan şuraya ne kadar kaldı ki? Evet, benim oğlum da doktor çıkacak, ben de yüz akıyla kahvede Osman'a nispet yapacağın" diye içinden geçirdi. Hamdi hırslı ve iddialıydı; oğlu Tarık'ın doktor olması için elinden geleni yapmaya karar vermişti. Ne var ki, Tarık vasat bir öğrenciydi ve tıp fakültesini kazanmak gibi bir iddiası da yoktu. Bu konuda babası kadar hırslı değildi.
Gel zaman, git zaman Tarık liseyi bitirip üniversite sınavlarına girdi. Sınav sonuç belgesi geldiğinde ne kendisi ne de ailesi sevinmişti. Hele babası Hamdi için bu kâğıt, bir sınav sonuç belgesi değil, bir felaketin habercisi gibiydi. Hamdi Bey sonuçtan hiç memnun olmamış, adeta yıkılmış gibiydi. Çünkü bu başarısızlık belgesiyle kahvede kimsenin yüzüne bakamazdı. Oğlu Tarık daha eğitimli olduğu için sonucu soğukkanlılıkla karşılıyor ve sabırlı olunması gerektiğine inanıyordu. Ama ailenin şiddetli baskısı onu da kahretmişti.
Baba Hamdi Bey, oğlunun doktor olması için her şeyi göze almıştı. Eve gitti ve kendi kendine şu kararı verdi: "Bu sefer olmadı ama bu oğlanı mutlaka Tıp Fakültesine kaydettirmeliyim. Ama nasıl? Bunun mutlaka bir çaresi olmalıdır. Bedeli ne olursa olsun, acaba onun yerine sınava girecek bir başkasını bulamaz mıyız?" diye düşündü. Araştırdı; çevrede joker olarak başkasının yerine sınava giren bilgili bir öğretmen varmış. Onu aradı ve buldu. Joker adam, sıfır kilometre bir otomobil karşılığında Tarık'ın yerine sınava girmeyi kabul etti. Hamdi beyin bu planını sadece Tarık biliyordu. Ne var ki Tarık, babasının bu sinsi planından hiç memnun değildi ve kafası karmakarışıktı.
Ertesi yıl Joker adam Tarık’ın yerine üniversite sınavına girdi. Sıcak bir Ağustos günü sonuçlar geldiğinde Tarık'ın evi bir anda bayram yerine dönmüştü. Evde herkesin yüzü gülüyordu; Tarık gerçekten de joker sayesinde tıp fakültesini kazanmıştı. Kasabadaki bütün arkadaşları onun sevincine ortak olurken Tarık buruk bir sevinç yaşıyordu. Yüzündeki ifadeler bir sevinçten çok derin bir pişmanlığın izlerini taşıyordu. Çünkü yapılanları vicdanına yerleştiremiyordu. Hak etmediği bir sonuç aldığını ve son derece dik bir yokuşun başında olduğunu çok iyi biliyordu.
Babası Hamdi, annesi Fatma, kardeşleri Halime ve Nuriye bu sevinçlerini kutlamak için bir ziyafet hazırlayıp dostlar ve komşularla bol bol eğlendiler. Hamdi Bey artık göğsünü gere gere kasaba kahvesine gidiyor ve oğlu Tarık ile ilgili övgü dolu sözler söyleyebiliyor; nispet olsun diye kendisi de doktor çıkacak oğlundan rahatlıkla söz edebiliyordu.
Eylül ayı geldiğinde üniversitelerin güz dönemi başlamış, Tarık üniversitenin bulunduğu kente giderek kaydını yaptırmış ve Tıp Fakültesi 1. sınıf derslerini takip etmeye başlamıştı. Fakat sanki üniversiteye değil, faturası ağır olacak bir hayat dilimine başlamış gibiydi. Çünkü dersler tahmin edildiği gibi zordu. Bu dersleri kavramak için Tarık'ın alt yapısı yeterli değildi. Bu yüzden zaman zaman devamsızlık da yapıyordu. Vize ve final sınavlarında başarısız olan Tarık o yıl sınıfta kaldı.
Eğitim öğretim yılı sonu eve döndüğünde ailesine, sınavların çok başarılı geçtiğini, seneye ikinci sınıfa devam edeceğini ve bir problem olmadığını söyledi. Fakat Tarık ertesi yıl yine sınıfta kaldı ve kaydı silindi. Babasının ne denli hırslı olduğunu bildiği için bu durumu ustalıkla ailesinden gizledi. Her yıl ailesine bir üst sınıfa geçtiğini söylüyordu. Ama kocaman yalanlarla hayatı sürdürmek kolay değildi.
Fakültenin bulunduğu kentte arkadaşlarıyla bir ev tutmuşlardı. Tarık fakülteye gitmeden, babasından aldığı bursu sağda-solda harcıyordu. Tarık'ın tek ümidi yeni çıkacak bir öğrenci affından yararlanmaktı. Fakat öğrenci affı beş yıl sonra geldi. Birinci sınıfa kaydolmasının üzerinden yedi yıl geçmişti.
Arkadaşları altı yıl sonra mezun olup doktor olmuşlardı. Zamanını orada burada dolaşarak geçiren Tarık yeniden kaydolup Fakülte 1. sınıfa devam etti; ancak ailesini idare edebilmek için iki yıl sınıfta kaldığını söylemek zorunda kaldı. "Şu anda beşinci sınıftayım. Ben Fakülteyi altı yılda değil de dokuz yılda bitireceğim" dedi ve bu yalanla babasını zor-bela ikna etti.
Aylar birbirini kovaladı; İki yıl üst üste sınıfta kaldığı için yine kaydı silinecekti. Mayıs ayına gelinmişti. İki ay sonra üniversiteler bahar dönemini kapatacaklardı. Tarık büyük yalanın dokuzuncu yılındaydı. Artık dananın kuyruğu kopmak üzereydi. Hamdi beyin şiddetli baskısı ve akıl almaz hilelere başvurmasıyla başlayan serüven sona ermek üzereydi. Bu yüzden Tarık, hırslı babasından intikam alırcasına aile faciasına yol açacak bir plan hazırladı.
Haziran ayında anne ve babasına hem telefonla bildirdi hem de bir mektup göndererek Tıp Fakültesinin mezuniyet törenlerine davetli olduklarını, toplantının tarih, yer ve saatini mektupta yazarak mutlaka gelmeleri gerektiğini sıkı sıkıya tembih etti. Başta Hamdi Bey olmak üzere tüm aile büyük bir heyecan içindeydi.
Sahte mezuniyet tarihi geldi, çattı. Oğlunun son sınıfta olduğuna inanan Hamdi Bey ve eşi büyük bir gurur ve inanılmaz bir keyifle otobüs biletlerini alıp bir akşam vakti yola çıktılar. Bir mani olmazsa otobüsleri ertesi gün, sözde mezuniyet töreninden bir saat önce üniversite kentine ulaşacaktı. Öyle de oldu. Amaçları mezuniyet töreninden sonra oğullarını alıp kentin tarihi ve turistik yerlerini ziyaret etmekti. Sözde tören Tıp Fakültesi binasının önünde yapılacaktı. Kente ulaşır ulaşmaz Hamdi Bey, geldiklerini bildirmek için oğlu Tarık'ı aradı. Fakat cep telefonu kapalıydı ve kendisine ulaşılmıyordu. Hamdi Bey, kendi kendine: "Önemli değil, tören alanında buluşuruz. Hem ona bir sürpriz yapmış oluruz" dedi ve bir taksiye binip Tıp Fakültesinin önüne gittiler.
Ancak büyük bir ruhsal bunalım geçiren Tarık, sözde mezuniyet gününde, sabahın erken saatlerinde, tam da anne ve babasının kente gelecekleri sırada, kentin işlek bir caddesinin üzerinde bulunan yüksek bir apartmanın tepesine çıkıp aşağıya atladı. Sokakta yürümekte olan vatandaşlar kanlar içinde son nefesini veren bir delikanlıyı görünce koştular. Dikkatlerini çeken ilk şey boynuna astığı ve üzerinde sözde diploma törenine davetli olan anne ve babasının isimleri ve telefonlarının yazılı olduğu karton parçasıydı. Tarık hastaneye kaldırıldı. Görevli polisler kartonda yazılanları okuyunca doğruca kampüsteki Tıp Fakültesine gittiler.
Tıp Fakültesi öğrencileri sınavdaydı ve etraf çok sessizdi. Ortalıkta görünen iki yaşlı ve yorgun insan vardı. Onlar da Hamdi Bey ve eşinden başkası değildi. Polis onların yanına gitti ve, "Beyefendi, siz Tarık'ın anne ve babası değil misiniz?" dedi. "Evet; Ben Hamdi, bu da eşim Fatma; Biz oğlumuzun diploma töreni için buradayız. Kendisi ne zaman gelecek? Doktor adayları görünmüyor, yoksa tören iptal mi edildi?" gibi şeyler sordular. Polis memuru, "Hayır beyefendi; tören falan yok, oğlunuz şu anda hastanede. Lütfen panik olmayın ve bizimle gelin" dediler.
Hamdi Bey bir şeyler anlamış gibiydi. Yıllardan beri büyük bir hırsla yürüttüğü "komşulara nispet yapma" projesi fiyasko ile sonuçlanmıştı. Gösterdiği hırs ve hilelerle oğlunu bunalımdan bunalıma sürüklediğinin farkına varmak üzereydi. Oğluna yüklediği ağır yükün, oğlunu hayattan kopardığını biraz sonra öğrenecekti. Hamdi Bey ve eşi polis otosuyla hastanenin morguna götürülüp de Dr. Tarık'ın (!) morarmış kanlı yüzünü gördüklerinde, oğullarının doktor çıkması için gösterdikleri hırsın kendilerine çok pahalıya mal olduğunu nihayet anladılar.
Evet, hırs insanoğlunun fıtratına konulmuş zararlı duygulardan birisidir. Allah Kur’an’da “insanın pek tahammülsüz, şımarık ve hırslı bir tabiatta yaratıldığını” buyuruyor.[1] Ancak buna karşı insana azim ve kararlılık gibi güzel bir sıfat da verilmiş. İnsan azimle, Allah’ın koyduğu sebep basamaklarını birer birer çıkarak amacına ulaşır. Hırs ise elinden geleni yapmadan ve sebeplere teşebbüs etmeden, Hamdi beyin yaptığı gibi neticeye kısa yoldan ulaşama arzusudur. Onun için Bediüzzaman, “Müminde hırs sebeb-i hasaret ve sefalettir” diyor.
Bediüzzaman bununla da kalmıyor; hırsın dünya işlerini kazanmak için değil ahiret işlerini kazanmak için verildiğini ifade ederek özetle şöyle diyor: “Dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Baki ve ebedi ahiret işleri ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak, hararetli muhabbet, dehşetli hırs, inatlı talep ve bunlar gibi şiddetli hissiyatlar, ahireti kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette dünyevi işlere yönlendirmek, fâni ve kırılacak şişelere baki olan elmas fiyatını vermek demektir." [2]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.