Senai DEMİRCİ
Mustafa İslamoğlu “Nurcu” değil mi?
Şu cümleleri ibret için bir daha okuyalım: “Nurcu olmayan birisine nurculukla ilgili nasıl soru sorulabilir ki? Zaten nurculuğu bilse nurcu olurdu. Ancak fikirleri sorulabilir ve yanlışları düzeltilebilir...” Risale gündemi adına yayın yapan risalehaber.com’a yorum yapan bir okuyucu yazıyor bunu. Belli ki tüm Nurcular adına soruyor, öyle sorduğunu sanıyor. Cümlelerinden anlaşıldığına göre bu kardeşimiz “sıkı” bir Nurcu. Ben de aynı sıfatla anılıyorum yeri geldiğinde. İhtimal ki beni kendisi kadar “sıkı” bulmayacaktır. Tahminince, ilk gördüğü yerde bana “Neden Mustafa İslamoğlu meali okuyorsun, sen Nurcu değil misin?” diye yapılan sitemlere katılacaktır.
Niyetim bu cümlenin sahibini kınamak değil; bu tür cümleleri kurabilen aklın arka planını anlamak ve insaflıca tahlil etmek.
Bu ifadelerin ardındaki “Nurcu” tarifini tahlil edelim önce. “Nurcu olmayan birisi” diye söz edilen kişi, Kur’ân’ı anlamak adına uykusuzluklarına şahit olduğum, davası uğruna hapse girmeyi göze almış Mustafa İslamoğlu. Bu bağlamda “nurcu olmayan” kişinin kim olduğunun çok önemi yok. Yani bu yazının konusu Mustafa İslamoğlu değil. Bu yazının konusu, herkesin Nurcu olmaya mecbur tutan bir tarafgirliğin analizi olacak. Bu tarafgirlik sadece Nurcuların derdi de değil. Her cemaatten insanda var olabildiğine şahidiz. Kardeşimizin zihninde saklı “Nurcu” tanımına göre, çok sayıda isim “Nurcu değil ki” ötelemesine maruz kalabilir.
Hadi, M. İslamoğlu örneği üzerinden “Nurcu olmak” ya da “Nurcu olmamak” ne demeye geliyor; biraz akıl yürütelim.
Bu kardeşimize göre Mustafa İslamoğlu “Nurcu” olmak için ne yapmalı? Sözüne sık sık “Üstad Hazretleri” diye başlayıp Risale-i Nur’dan alıntılar mı yapmalı? Yukarıdaki notu yazan kardeşimizin müdavimi olduğu dershaneye düzenli aralıklarla gelip kırmızı kitaplardan okuma mı yapmalı? “Üstad’ın talebesi” sayılan bir “ağabey”e dizi dibinden ayrılmayacak bir sadakat mi göstermeli? Nur cemaatlerinden herhangi birinin gazetesinde yazı yazmalı, dergisine abone mi olmalı? Nurcu diye bildiğimiz vakıf, dernek vs. gibi kurumlara uğrayıp zekatını oraya mı vermeli ya da bu kurumlar adına zekât mı toplamalı? Ne olursa olsun her konuşmasında sözü Bediüzzaman Hazretleri’ne bağlamalı, her defasında Risale-i Nur’un çağımızın tefsiri olduğunun altını mı çizmeli?
Bu detayların hiçbiri tek başına veya toptan “Nur Talebesi” olmayı tarif etmiyor. Bunların hepsini yapıyor olsanız da talebeliğiniz garanti değildir, bunları yapmıyor olsanız da Nurculuk vasfını yitirmiyor olabilirsiniz. Eğer Nurculuğu yukarıdaki detaylar üzerinden tarif ediyorsak, ben de –hele de bu yazıyı yazdıktan sonra-bu kafaya göre “Nurcu” olmaktan çıkarım. Bu kriterlere göre Nurculuktan çıkarılırsam, bunu dert etmeyeceğimden de emin olabilirsiniz.
İlle de “Nurculuk ne değildir?” diye bir başlık atacaksak, benim de söyleyeceklerim var:
Nurculuk “Said Nursî’cilik” demek değildir. “Said Nursî’ci” olanları Said Nursî’nin bizzat kendisinin günlerce yol yürüdüğü halde kapısından geri çevirdiğini gayet iyi biliyoruz. “Benimle görüşmek yerine Risale okuyun!” dediğini çok iyi hatırlıyoruz.
Nurculuk, Risale-i Nur reklamı yapmak da değildir; Risale-i Nur’u tanıtmaktan önce tanımamız, Risale-i Nurları lanse etmekten önce kendi kalbimizde hazmetmemiz gerekiyor.
Nurculuk “ağabey”ler üzerinden bir tabiiyet zinciri oluşturmak hiç değildir. Bu satırların yazarı, okuyanlardan daha çok hürmet eder ağabeylerine. Ancak, ben ağabeyi hürmete değer kılan kaynağa, ağabeyin kendisinden daha çok hürmet ederim. Ağabeyim de çok iyi bilir ki, kendine hürmetim de o kaynaktan gelir. Hiç şüphesiz ki ağabeyim de kendisini hürmete değer kılana hürmet ettiği için bu cümleme de hürmet edecektir. Neymiş o kaynak? Risale-i Nur mu? Hayır! Said Nursî mi? Hayır! Risale-i Nur’u okunmaya değer kılan, Said Nursî’yi de bize Üstad eden Kur’ân’dır.
Risale-i Nur, Kur’ân’ın tercümanı, Said Nursî Kur’ân’ın talebesidir.
Risale okuyan, Kur’ân’da Rabbinin kendisine ne dediğini anlamaya çalışır. Rahmanî Söz’e muhatap olmanın sorumluluğunu yüklenir. Bundan daha önemli bir sorumluluk var mı?
Said Nursî’yi Üstad edinenin biricik gündemi, Kur’ân’dır. Kalbini vahyin anlam nehrine Üstad’ın yatırdığı gibi yatırmaya çalışır Nur talebesi. Bundan daha önemli bir işimiz olabilir mi?
Risale, Risale okumak için okunmaz. Risale, Kur’ân’ı okumak için okunur. Ben Risale-i Nur’u Kur’ân’ı okumak için okuyorum. Örneğin Onuncu Söz’ü okurken, Rum Sûresi’nin “fenzur ilâ…” diye başlayan ayetinin “nazar”ıyla “Allah’ın yeryüzündeki rahmet eserlerine” nasıl nazar edileceğini öğreniyorum. Öyle bakıyorum sonra da… Onuncu Söz’ü ezberliyor değilim. Ebedî diriliş için kendime ve sevdiklerime Yaratıcımın Sözünden diri teselliler buluyorum Sözler’de. Sözler üzerinden Kur’ân Sözleriyle buluşuyorum. Rabbimin sözünü sözüm ediyorum. O sözü damağıma olduğu kadar dimağıma yapıştırıyorum. Sözlerimin arasından Onuncu Söz üzerinden tanıştığım ayetin anlamı sızıyor. Risale-i Nur sayfalarını şeffaf kâğıtlar olarak görüyorum ve altında Kur’ân’ın mesajını doğrudan okuyabilmenin ayrıcalığını tadıyorum. Bu talebelik de gözü satırlara dikip gönlü “Rabbim bana şimdi burada ne demek istiyor?” sorusuna bitiştirmeyi gerektiriyor. Benim için Nurculuğun tek şartı budur. Gözlerimle Risale sayfaları arasına ne bir kurumu, ne bir insanı, ne bir mekânı koyma ihtiyacı hissetmiyorum. Bana göre Nur Talebeliği budur.
Nurculuk Kur’ân’a talebe olmak ise, Kur’ân’a talebe olmak isteyen herkesi Nurcu sayarım. Mustafa İslamoğlu da sıkı bir Kur’ân talebesidir. İçiniz rahat olsun benden daha çok Nurcudur Mustafa İslamoğlu. “Sen Nurcusun, benim televizyonumda program yapamazsın” demeye kalkmayacak kadar Kur’ân talebesidir. “Said Nursî, senin Üstadın, ben niye düşüneyim ki hakkında…” demeyecek kadar Uhuvvet fedaisidir. “Bizim vakfa bağışta bulun, bizim dergilere abone ol!” diye ısrar etmeyecek kadar, abone olmadığımda da “daire dışına çıkmak”la suçlamayacak kadar İhlas düsturlarına sadıktır.
Risale-i Nur’un duru tercümanlığıyla talebesi olduğum o Kur’ân, benim düşündüğüm gibi düşünmüyor diye, benim okuduğum kitapları okumuyor diye, benim sevdiğim insanları benim kadar sevmiyor diye, benim uğradığım mekânlara benim kadar sık uğramıyor diye bir insanı “öteki” yapmayı öğretmiyor bana. Hele de Kur’ân’a Risale-i Nur üzerinden muhatap olana böylesi yanlış anlamalar, etiketlemeler, ötekileştirmeler hiç yakışmaz.
Kur’ân’ın bahçesinden beslenen bir aklın hazmederek ve durultarak sunduğu doğrudan bir üründür Risale-i Nur. Kur’ân’a dolaylı muhatap olan sair cemaatlerin bir insanı cemaat taassubuyla dışlıyor olması anlaşılabilir ve affedilebilir bir şeydir belki. Ama Risale-i Nur talebesinin “O nurcu değil, olsa olsa yanlışları düzeltilir” diye ezberlenmiş ve insafsız bir cümlesi olamaz.
“Nurcu değildir” diye etiketleyeceğimiz birilerini arıyorsak, onu bunu “Nurcu değil” diye etiketleyen tarafgirler bu etiketi fazlasıyla hak ediyorlar. Yorulmalarına gerek yok; aynaya bakmaları kâfi.
Son notlarım:
1.Bu yazıyı ağır bir üslupla yazdığımın farkındayım. Davaya benden daha çok yüreğini koymuş kardeşlerimden her türlü yanlış anlatma/anlama için şimdiden özür diliyorum. Aşkından dolayı yanlış şeyler söyleyenler, politik olarak doğru şeyler söyleyenden daha doğrudur. Yanlış anlaşıldığı kadarıyla sözlerimi geri almaya hazırım. Ne söylediysem, aşkımdan söylediğimi bilesiniz.
2.Senai Demirci ve Mustafa İslamoğlu her konuda anlaşmak zorunda değil. Ne ben Mustafa İslamoğlu’nun her görüşüne katılmak zorundayım ne de Mustafa İslamoğlu beni her görüşüne katılmak zorunda bilir. Çoğulculuğu ve çeşitliliği herkesten çok kabul etmesi gereken bir mümin için bunda ne yanlış olabilir ki…
3.Hakkını teslim etmemiz gerek: Mustafa İslamoğlu, Kur’ân mealine, bugüne kadar meal yazmış Nurcu hocalarımızdan çok daha net ve incelikli olarak “Kur’ân kâinat kitabını okuyor” sırrını taşımıştır. Din ve kevn’i buluşturan nadir alimlerdendir. Bunu Üstad’ın başından beri ortaya koyduğu bu misyonu, Risale okumadan yaptı diye görmezden gelmek insafsızlık değil midir?
4.İlle de belge isteyenlere: İşarâtü’l İ’caz’ın ayetlerin anlamlarına dair açılımlarını titizlikle meale yedirmiştir. Hatta, Fatiha’nın “iyyake na’büdü ve iyyake n’estain” diziliminde Üstad’ın altını çizdiği sırrı meale taşıdığı için Nurcular tarafından bile eleştirilebilmiştir. “Yalnız Sana kulluk etmek [için] yalnız Senden dileriz” ve “yalnız Sana kulluk ederiz [o halde] yalnız Senden yardım dileriz” anlamına dair bir dipnotu başka meallerde bulamayız.
5.Bu akşam (16 Şubat, 2011, 21.30’da HilalTV’de) Said Nursi’ye dair programımız var Mustafa İslamoğlu ile. Sorular sorulsun diye Kemal Benek Risale Haber’de yazdı. Şu ana kadar gelen sorulara verilen emeğe saygı duyuyorum. Ama her zaman olduğu gibi, sorular magazin üzerinden geliyor, Risale okumalarından ve Mustafa İslamoğlu okumaları üzerinden gelen sorular yok. Kulaktan dolma, sloganik söylemler üzerinden sorgulamalar yapılıyor. Müdakkik olması umulan Nur talebeleri bari böyle yapmasa diyorum. Çok şey mi istiyorum?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.