Mustafa İslamoğlu’nun Bediüzzaman ‘medhiyesi’

Mustafa İslamoğlu'nun 'Bedîüzzaman' başlıklı 24 Mart 2006 tarihli, Akabe Vakfı'ndaki hutbesinden: 

“…Cifir yoluyla vahiyde kendisini bulmuş, bu bir hata, veya değil. Yani nerden baktığınıza bağlı, doğrusu ben sizi de bulurum vahiyden cifir yoluyla. Her birinizin Kur'an içinde yeri vardır cifir yoluyla. İsminizin cifir karşılığını çıkarırım. Vahiyde de sizin cifir karşılığınıza uyan şeyi çıkarırım, 'Bak, seni Allah burda anmış' derim. Bu, mümkindir yâni, kolaydır. Tıpkı 'Allah' ismiyle 'hilal' isminin, lâle isminin cifir karşılığının aynı olduğu gibi. E bu bir şey ifade etmez. Ama, aslında ben şunu sorarım: 'Üstad bunu o gün niye yapmak ihtiyacı hissetti?' Anlamaya çalışırım ben, suçlamadan önce. Üstadın yaşadığı zamanlar öyle bir zaman ki. Yer demir gök bakır. Düşünsenize, her açıdan garip o, her açıdan! Bir sürgün, memlekette iman üzerine sam yelleri esiyor. 'Allah' demek suç! Kaht-ı ricâl var, adam kıtlığı var! Şimdi bolluğuna bakmayın siz…

“Üstadın kıymetini bilmezsek, Allah bize Üstadlar gönderir mi? Yeni Üstadlar gönderir mi? Niye göndersin? Üstadın kıymetini bilmeyeceksek, 'Gönderdim de ne yaptınız?!' demez mi? 'İçinizden çıkanlara ne yaptınız?!' demez mi?' Onun için, kıymet bilirsek şükür olur bu. Şükredersek artırır. 'Le in şekertum le ezîdennekum.' 'Eğer şükrederseniz artırırım.' Bakıyorum, Üstad aleyhinde sağda solda olmadık şeyler. Bu memlekette Üstad karşıtı kampanyayı hangi çevrelerin başlattığını biliyoruz hepimiz. Yani, 1930ların 40ların resmî ideoloji taraftarlarının başlattığını biliyoruz. Pekiyi de, bunca yıl sonra, bunca tecrübeden sonra gidip de bizim sözlerimiz 'bu memlekette neyi temsil ettikleri herkes tarafından bilinenler'in sözlerinin arkasına mı eklenecek? İnsan Allah'ın huzûrunda kiminle aynı safta durduğunu hiç mi hesâb etmez?!... Bu memleketteki, ölümüne dine karşıt olmuş yeminli din düşmanlarıyla aynı hizâya mı gelmek lâzım?!  Üstad konusunda, yeminli din karşıtlarıyla aynı yerden mi konuşmak lâzım?! Bunun îzâhı var mı? Bunun bir açıklaması var mı?!  

“Üstadın gerçeği, gerçekten de adam gibi bir adamdı. Bir adamın adam gibi olması için bir; ciddî olması lâzım. Değil mi, ciddî olmayan adam değil?! Üstad ciddîydi. Ciddîliği kendine değil kendisinden sonra milyonlara da, yeterdi. Ciddîydi, sevdi mi Allâh için sever, buğz etti mi Allâh için buğz ederdi. Açın okuyun hayatını! Açın okuyun Târihçe-i Hayâtını! Selânik'de 1909'da İttihatçıların, Ahrâr'ın yanında nutuk çekerken de, doğru bildiğini yapıyordu; 1909'da yine, Avcı Taburlarının isyânında, 31 mart'da mahkeme olurken Rüştü Paşa'nın önünde 'Zâlimler için yaşasın cehennem!' derken de doğru bildiğini yapıyordu. 1921-22'de Ankara'da Meclis'te 'Namaz kılmayan haindir hainin hükmü merduttur!' derken de, doğru bildiğini söylüyordu. 1950'lerde 'Ben, îmânın dâvâsı uğruna kendimi fedâ etmişim, şeriatin bir hakîkatine bin canım olsa fedâ ederim!' derken de doğru söylüyor. Üstad bu! Dahası, bildiğiyle amel etti....

"Bedel ödedi, hem de öyle bir bedel ki! O bedeli ödemiş kaç kişi bulursunuz?! Şöyle bir bakın bakalım şu toplumun son yüzyılına! Bedel ödemiş insanlar hakkında konuşurken kırk kere düşünmeli, boğazımız kırk boğum olmalı! Yoksa Allah o dili yakar!! Çünkü, Allah dâvâsı uğruna yaşayan insanların avukatı Allahtır!.

"Bıraktığı mîras, dünyalık değil. “İnsanlara Allâh'ın dînini, îman gayretini, islâm gayretini, Allah muhabbetini mîras bıraktı....O öyle bir ustaydı ki; onun bıraktığı mîrâsın içinde binlerce, on binlerce, belki yüz binlerce insan şuura kavuştu, hidâyete kavuştu, îmâna kavuştu, irfâna kavuştu, iz'âna kavuştu. Allâh'ın sevmediği bir insanın bıraktığı şey içinde bu kadar, bu kadar bereket olmaz! Bu, Allâh'ın ona bir lütfuydu, bir ihsânıydı ve Allah lütfunu tombaladan dağıtmaz, mutlakâ sebebi vardır, hak edenlere verir! Rûhu şâd olsun, makâmı cennet olsun!'' (https://youtu.be/kg_L08STsGA?list=PL1220A4831C8EA571) 

Gördüğünüz gibi burada Mustafa İslâmoğlu, Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri için Nur talebelerinin bile yapmayacağı övgüler yapmış. ['Üstadın avukatı Allah’tır, Allah o dili yakar' gibi] Üstad döneminde yaşasaydı büyük ihtimalle lahikalara girerdi bu ifadeler. Ne kadar esef vericidir ki şimdi ise bazı Kemalist çevrelerle ele ele, omuz omuza verip terörist bir örgütün Risâle-i Nûr okuyarak, Bedîüzzaman'ın fikirlerinden ortaya çıktığını, asıl sorumlunun o olduğunu, Risale-i Nurların potansiyel bir FETÖ olduğunu, Nur talebelerinin Kuran’ın son vahiy oluşuyla ilgili ciddi sorunlarının olduğunu iddia ediyor. Hem de hiç utanmadan, sıkılmadan, içi titremeden. 

Peki ortada değişen ne? Oysa bu tutum, [yani şu an sergilediği bu muarız tutum] bizzat onun bu hutbede söylediğine göre, Bu memleketteki, ölümüne dine karşıt olmuş yeminli din düşmanlarıyla aynı hizâya mı gelmek değil mi? Bir insan 10 yıl önce çizdiği menhus ve menfur bir profile bu kadar mı “cup” diye oturur. Kaderin cilvesi işte, nereden nereye!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum