Mustafa ORAL
Dünya Kadınlarının Annesi Hz. Hatice
Hz. Yusuf’un güzelliğine kapılıp elma yerine ellerini kesen kadınlar, Hz. Hatice’nin Hz. Mustafa’da gördüklerini görselerdi aşk ile kendilerinden geçerler, sinelerine hançer çekerlerdi. 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü ilan edenler, Hz Mustafa’nın Hz. Hatice’de gördüklerini görselerdi her günü “Dünya Hz. Hatice Günü” ilan ederler, yeri göğü çiçeklerle süslerlerdi.
SAKLI KABİR
Hz. Hatice’nin vefatından 2 yıl sonra Sevgili (sav) Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştı. Sevdiceğinin kabri Hacun Kabristanında, Mekke’de kalsa da kalbi daima yanındaydı. 8 yıl sonra Mekke fethedildiğinde tekrar Hatice’nin şehrine dönmüştü. Ordu, Kâbe’ye doğru ilerlerken o hemen Sevdiceğinin kabrine koşmuştu.
Cennetül Mualla Kabristanında hüzün sağanağı başlamıştı. Gözlerinde yaşlar, dilinde dualarla hasret gidermişti. O’nu izleyen sahabeler de gözyaşlarına boğulmuştu. Yüreklerdeki yağmur dinince ayağa kalkmıştı.
Sevenleri, “Ya Resulallah! Mekke’de evinizde mi kalacaksınız?” demişlerdi.
Sevgili Medine’ye hicret ettikten sonra Hatice’yle hayatlarının en güzel günlerini geçirdikleri evlerini Ebu Talib’in oğlu Akil gasb etmişti. Bundan dolayı Sevgili içlenmişti.
“Akil bize ev mi bıraktı?”
Öyle ya Hatice’nin olmadığı bir evde oturmaktansa çadırda oturmak daha iyiydi.
Sevenleri, “O halde çadırınızı nereye kuralım?” demişlerdi.
Hatice’si kabirde olsa da onun kalbi her daim Hatice’siyleydi. Hasretle, “Hatice’min karşısına.” demişti.
Mekke fethedilince fetih bayrağını Hz. Hatice’nin kabrinin başına diktirmişti. Mekke gerçekte Hz. Hatice tarafından 13 yıl önce fethedilmişti. Değil mi ki Hatice, Mekke’yi fethedecek Hz. Mustafa’nın kalbini fethetmişti.
Yıllar içinde Hatice’nin kabri unutulmuştu ama kalbi unutulmamıştı. 1328 yılında Hatice sevdalısı biri rüyasında onun kabrini görmüştü. Bu rüya üzerine kabri tespit edilip üzerine türbe yapılmıştı. Ayrıca 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman kabrin üstüne yüksek kubbeli bir türbe yaptırıp, türbedar görevlendirmişti. Türbe 1879 yılında tamir edilmişti. Yıllarca, Hatice sevdalıları her ay Cennetü'l-Mualla'ya giderek hatim ve mevlit okumuşlardı. Mekke, Suudilerin eline geçince 1926 yılında Abdülaziz b. Suud'un emriyle Cennetü'l-Mualla'daki bütün türbeler yıktırılmış, mezar taşları kaldırılmıştı. Bugün de kabristanda hiçbir türbe ve mezar taşı bulunmamaktadır.
SENDEN BİR ANI BU
Ahiret dünyanın candaşı, dünya ahiretin yandaşıydı. Yandaş dediğin bugün senin, yarın başkasının yanındaydı. Dünyada vefa yoktu, ahirette çoktu. Ne zaman dünyanın canı çekilecek olsa ahiret cana can katan peygamberler gönderirdi. Dünyanın sekarata bindiği, “Her şey bitti” denildiği bir günde kendisi için dünyaların yaratıldığı Hz. Mustafa dünyaya gelmişti. O’nun gelişiyle dünya yeniden doğmuştu. O, masumları, mazlumları, garipleri, fakirleri şefkatle kucaklamış, insanlığı tekrar ayağa kaldırmıştı.
Asr-ı Saadet Medeniyetinin temelleri Hira Mağarasında atılmıştı. O (asm), Vafi (vefalı) olan Rabbimizin en vefalı kuluydu. Yanında vefa timsali Hatice gibi bir eş vardı. Değil mi ki Hira’sı olanın Hatice’si de vardı.
Hatice, eşinin yüzüne kapıların kapatıldığı en zor zamanda tereddütsüz iman etmiş, bütün varlığını O’na teslim etmiş, son nefesine kadar yalnız bırakmamıştı. O da bu vefa ve sadâkate en güzeliyle cevap vermiş, “Vefa imandandır.” deyip aziz hatırasına her daim sahip çıkmıştı.
O, Efendimiz’in en zor günlerinde yanındaydı. Diğer eşleri daha müreffeh dönemlerde O’na eşlik etmişlerdi. O, zahmet ve musibet günlerinde, diğer eşleri rahmet ve nimet günlerinde yanındaydı.
Vefa ve vefat kardeştiler. Vefa bitince vefat geliyordu. Sevdiceği cennete hicret etse de daima Sevgili’nin kalbindeydi. Sürekli Hatice’sinin hatıralarıyla beraberdi. Mecbur kalmadıkça dışarı çıkmıyordu. Gün geçtikçe onu her zamankinden daha çok arıyor, yalnızlığı ve ona duyduğu özlemi artıyordu. Hasretini onun emaneti olan çocuklarıyla gidermeye çalışıyordu. Her fırsatta ondan bahsediyor, karşılaştığı birçok kişiye onun üstünlüklerinden söz ediyordu. Sık sık onun için dua ve istiğfar ediyordu.
Öyle üzgündü ki ister istemez sevenleri endişeleniyordu. Bir gün birisi, “Ya Resûlûllah! Görüyorum ki Hatice’nin yokluğundan dolayı sanki üzüntüden iki büklüm gibisin.” deyivermişti.
O da mahzun şekilde, “Evet, o çocuklarımın anası, evimin de hanımefendisiydi.” diye cevap vermişti.
AŞKIN KAPISI
Hatice, Sevgili (sav) peygamberliğini ilan etmeden önce O’nunla hayatını birleştirmişti. Hatice, O’nun peygamber olduğunu sezerek, diğer eşleri ise bilerek O’nu tercih etmişti. Bundandı Sevgili’nin kapısının her daim ona açık olması.
O, Sevgili’nin eşi, evi ve sığınaydı.
Kapı örterdi de, açardı da. Hatice, Sevgili’nin dünyasına açılan kapıydı. Ondaki sırları gâh açar, gâh kapatırdı. İlk vahiy geldiği zaman Sevgili toplum tarafından dışlanmış, tüm kapılar üzerine kapanmıştı. Sadece Hatice’nin kapısı sonuna ve sonsuza kadar açılmıştı. Sevgili onun vefasından çok etkilenmişti. O vefat ettikten sonra bile onu hayırla yadetmeye devam etmişti. “Tüm kapılar bana kapalıyken onun kapısı açıktı. Kimseler iman etmemişken o iman etmişti.” diyerek onun kalbindeki yerine işaret etmişti.
Sevgili, Sevdiceğiden ayrılığa o kadar çok üzülmüştü ki başta Ammar bin Yasir olmak üzere birçok sahabe O’nun üzüntüden hastalanmasından korkuyordu.
Dil hep ağrıyan dişe giderdi. Sevgili’nin kalbi Hatice’sine ayarlıydı. Her şey onu hatırlatıyordu. Sevdicek vefat edeli iki ay olmasına rağmen Sevgili’nin gözyaşları dinmemişti. Bazen hasret öyle yakıcı olur ki onu ancak gözyaşı söndürebilirdi. Bir gün Havle bin Tahkim yanına vardığında O’nu yine Hatice’nin hasretinden ağlarken bulmuştu. Hatice’nin hasreti anlaşılabilir bir durumdu ama artık Sevgili’nin bir eşe ve kızlarının bir anneye ihtiyacı vardı. Bu şekilde devam edilemezdi.
Havle bu çekincelerle, “Ya Resullah artık evlenseniz olmaz mı?” deyivermişti.
Perde perde ağlayan Sevgili yine gözyaşları içinde cevap vermişti.
“Daha Hatice’min acısı yüreğimde tazeyken ben nasıl evlenirim…”
Fakat Havle işin peşini bırakmayacaktı. Sevgili bu şekilde yalnız yaşamamalıydı. Nitekim bu çabası netice verecek, Hatice’nin vefatından iki yıl sonra Havle vesilesiyle bir başka ihtiyar kadın Sevde ile evlenecekti. Fakat Hz. Ali çağlara sığmaz o ebedi aşk ve sadakati fısıldamaya devam edecekti. O, Hatice ile Sevgili arasındaki ebedi bağı en iyi fark edenlerdendi. Nitekim yıllar sonra şöyle diyecekti.
“Hz. Hatice yirmi beş yıl Resul-ü Ekrem ile ortak bir yaşam sürdü. Eğer hayatta kalsaydı ömrünün sonuna kadar başka bir kadınla asla evlenmezdi.”
Sevgili, Hatice vefat ettikten sonra 2 yıl Mekke’de, 10 yıl Medine’de yaşamıştı. Ondan sonra yine saldırılara maruz kalmıştı. Fakat artık O’nu destekleyecek, koruyup kollayacak Sevdiğice yanında değildi. Öyle günlerde sık sık o sözü söylerdi.
“Nerdesin ey beni şefkatli kollarına alan Hatice’m.”
Sevgili, Mekke’de sesinin yankısını yeterince alamamıştı. Belki sesine ses verir diye Taif’e gitmişti. Ne var ki Mekke müşrikleri Taiflileri kışkırtmışlar, onlar da Sevgili’yi kan revan içinde bırakmıştı. Kendini zor bela şehrin dışına atmış, nihayet Mekke’ye hâkim bir tepede duraklamıştı. Çok çaresizdi. İki hamisi, Ebu Talib ve Hatice dünyadan göçmüştü. Mekke’de kendine karşı had safhada düşmanlık vardı. Kendisinin ve sevdiklerinin canı tehlikedeydi. Yaşlı gözlerle Mekke’ye bakmıştı.
“Ben şimdi nasıl Mekke’ye gireceğim… Amcam Ebu Talib mi var beni himaye etsin. Hatice’m mi var bana kol kanat gersin…”
BİZ DÜNYADAN GİDER OLDUK, KALANLARA SELAM OLSUN
Sevgili, Hatice’sinden ayrılığa on iki yıl dayanabilmişti. Adını hasretle anıp durduğu Sevdiceği Hatice’sine kavuşma vakti gelmişti. Cebrail yirmi yıl önce Hira’da Hatice’sine Rabbinin selamını göndermişti. Bu günse Sevgili, Ravza’daydı. Az sonra Azrail kapıdan içeri süzülmüştü. Belli ki Hatice’sinin ve Rabbinin selamını getirmişti. Artık gitme vaktiydi. Artık demir alma vakti gelmişti dünyadan. Ezeli Sevgililer ebedi âlemde vuslata erecekti. Öyle de olmuştu. Sevgili, “Refik-i alaya…” diyerek gözlerini kapatıvermiş, göklere yükselmişti.
Güneş dünyadan çekilmiş, gün ile gece birbirine kavuşmuştu. Mihr (güneş,) Mah’a (ay), Hz. Mustafa, Hatice’sine kavuşmuştu.
Ölüm sevgililer için en güzel düğündü. Bugün cennette Ezeli ve Ebedi Sevgililer’in düğünü vardı.
ÇAĞ HATİCE’SİNİ VE HZ. MUSTAFA’SINI ARIYOR
Aradan 14 asır geçmesine rağmen Hz. Hatice ve Hz. Mustafa hâlâ aynı heyecanla, hayır ve rahmetle anılmaya devam ediyor. Ezeli ve Ebedi Sevgililer dünyadan çekilince Hz. Hatice ruhu ve Hz. Mustafa nuru da hayattan çekilmeye yüz tutmuştu. Kadınlar metalaşmış, boşanmalar artmış, yuvalar dağılmıştı. Onlar hakkıyla tanınsaydı boşanmalar bu kadar artmayacak, kadınlar ağlamayacak, çocuklar ortada kalmayacaktı.
Hz. Mustafa bütün zamanların ve bütün insanların, Hz. Hatice bütün zamanların kadınlarının rehberiydi. Son yıllarda kadınlar hayatın içinde çok fazla görünür oldu. Kalp Kâbe’lerinden, gönül Hira’larından çıkıp sokaklara savruldu. Kadınlı erkekli coşkulu düğünlerin, lüks hayatların, seçim meydanlarının, medyanın aranan figürleri oldu. Yüreği Peygamber aşkıyla dopdolu bir bilge yetmiş yıl önce bu günleri görmüş, ‘Kadınlar eve dönmeli.’ demişti. Evet, Hz. Hatice ve Hz. Mustafa’nın kabirlerine kalbimizi dayasak, “Kadınlar kendi Kâbe’sine ve Hira’sına dönmeli.” seslerini işiteceğiz.
Ebedi Sevgililer aşkla gözyaşı medeniyeti kurmuşlar, insanlığa Asr-ı Saadet’i yaşatmışlardı. Şimdi bize Hz. Mustafa, Hz. Hatice, Hira, bir de Kâbe gerek…
Ruhlarına varlık sayısınca selam, salâvat ve Fatihalar olsun...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.