Hafız Ali Ergün’ün Son Anları

Bediüzzaman, Risale-i Nur’u susturmak isteyen derin yapılar tarafından yıllarca hapis, sürgün, işkence ve suikastlara maruz bırakılır. Defalarca zehirlenir. Bunların en şiddetlileri Denizli hapsinde gerçekleşir. Fakat Allah’ın inayetiyle her seferinde kurtulur.

Hapishane yetkililerine Ankara’dan emir gelir. “Bediüzzaman’ı yok edin.” denir. Hapishane Müdürü makamını korumak için emri uygulamak ister. Plan hazırlanır. Herkese aşı yapılacak; Bediüzzaman, Hüsrev ve Hafız’a aşı adı altında zehir şırınga edilecektir. Bu sinsi suikastlar üç kez denenecek, Üstad üç kez, Hüsrev ve Hafız birer kez zehirlenecek, zehir nihayet Hafız’ı götürecektir.

Hafız Ali’nin Duası

Bir gün yine Bediüzzaman’ı zehirlerler. Nur Talebeleri köşelerine çekilirler. Çaresizce dualara dururlar. Üstad’ın şifa bulması için Kur’an’lar, Cevşen’ler okurlar. Üstad’ın başında sadece Hafız Ali Ergün kalmıştır. Yıllardır okuduğu bazı dua ve virdleri son günlerde ikişer kez okumasının sırrını o an anlar. Demek Üstad yerine de okumuştur.

Hafız Ali her vesileyle Üstad’ına olan sevgisini ve sadakatini arz etmiş, kendini feda etmeye hazır olduğunu bildirmiştir. Üstad’ının zehirlendiğini, ölümle koyun koyuna yaşadığını fark edince kendini feda etmeye karar verir. Zindanlardaki talebelerin ve dünya zindanındakilerin Nur İnsan Bediüzzaman’a daha çok ihtiyacı olduğunu düşünerek, “Ya Rab! Şu kadar insan, biz çaresiz kaldık. Üstad’ımıza elimiz yetişmiyor. Eğer eceli geldiyse onun yerine benim canımı al, ona afiyet ver” diyerek Rabbine gidecektir.

Gün bu gündür. Akşam vakti girmiştir. Hafız’ın imamlığında namaz kılınır. Namazın ardından cemaate döner. “Şimdi ben dua edeceğim, herkes âmin desin.” diyerek gözyaşları içinde duaya durur.

“Ya Rab, bu millet ve vatan Risale-i Nur’a muhtaç. Allah’ım bu zata âlem-i İslam’ın ve insanlığın ihtiyacı var. Eğer Üstad vefat ederse Kur’ân davası yarım kalacak. O vazifesini tamamlayamadan vefat ederse küfür akılları istila eder ve insanlık helak olur. Eğer bu zehir onun hayatına mal olacaksa onun yerine benim canımı al ve ona insanlığı ebedi ölümden kurtaracak olan eserlerini tamamlama fırsatı ver. O Nur kahramanının canını alma, benim canımı al ve benim ömrümü ona ver. Onun ruhu yerine benim ruhumu al ve ömrümü de onun ömrüne ekle.”

Bu samimi duaya cemaat gayr-i iradi âmin deyiverir. Hâlisane yapılan dualar kısa zamanda tesirini gösterir. Hafız şiddetli bir sancıyla kıvranmaya başlar. Üstad yavaş yavaş kendine gelirken saatler ilerledikçe Hafız’ın rahatsızlığı daha da artar. Bu hâl ‘üç gün yatak, sonrası kara toprak’ denilecek türdendir. Hafız bu durumu önceden hissetmiş olmalı ki son haftalarda iyice içine çekilmiş, dünyadan el ayak çekmiştir. Öyle ki sofradan bile tok kalkmamıştır. Onun hâllerini hüzünle seyreden sevenleri normal hayata dönmesi için hallerini Üstad’a açarlar. Üstad, Hafız’ın ahiret yolculuğuna çıktığını, melekiyete doğru yol aldığını hissetmiş olmalı ki, ‘Onu rahat bırakın’ diyerek sevenlerini teskin etmiştir.

Üstad’ın Tesellisi

Hafız’ın Üstad’la apayrı bir bağı, ruh akrabalığı vardır. Nerede olursa olsun ona gelen hastalıkları, sıkıntıları hisseder. Hafız, Üstad’ın hastalıklarına iyi geliyordur. Bunun birçok örneği vardır. Fakat şimdi Hafız hastadır ve teselliye ihtiyacı vardır. Durumdan haberdar olan Üstad kaleme durur:

“Aziz kardeşim Hafız Ali, hastalığını merak etme. Cenâb-ı Hak şifa versin, âmin. Hapiste her bir saat ibadet on iki saat ibadet yerinde bulunmasından, çok kârlısın. İlâç istersen, bir kısım dermanlar bende var; sana göndereyim. Zaten ortalıkta bir hafif hastalık var. Ben mahkemeye gittiğim gün, herhâlde hasta oluyorum. Belki sen bana yardım etmek için, eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi, benim bir parça rahatsızlığımı aldın.”[1]

Hafız Hastaneye Kaldırılıyor

Zaten çok zayıf ve nahif olan Hafız üç gün hasta hâlde yatar. Ahiret yolculuğunun başladığını hisseder. Nur Talebeleriyle helalleşmek için koğuşları dolaşmak ister fakat Müdür izin vermez. Saatler ilerledikçe daha da ağırlaşır. Hapishanede tedavi edilmeye çalışılsa da sonuç değişmez. Bunun üzerine 14 Mart’ta hastaneye kaldırılır.

Ağır hastalığına rağmen hastanede de hizmete devam eder. Hastabakıcı hallerinden çok etkilenir. Arapça ezan okumanın yasak olduğu yıllarda Hafız ağır hasta olmasına rağmen namaz vakti gelince yattığı yerden yüksek sesle ezan okumuş, ardından işaretle namaza durmuştur.

Kaderin garip tecellisidir ki bir talebesi Denizli Karakolunda jandarmadır. Haberi alır almaz hastaneye koşar. Hafız arzusunu açar.

“Kardeşim ben çok ağır hastayım. Üç-beş gün müsaade al da, bana refakatçilik yap. Hastanelerde fazla açık saçıklar namaz kılarken yardımcı oluyorlar. Sen yardımcı ol bana.

Isparta Kahramanları Hafız’ın Yanı başında

Hasan Kurt’un da içinde bulunduğu Ispartalı bir grup Nur Talebesi Hafız’ın hastaneye kaldırıldığını öğrenince hastaneye giderler ama görüşemezler. Hafız’ın Jandarma talebesi Hasanları bulur. “Hocam çok hasta. Yarın beraat ederlerse hocamı götürürsünüz, yoksa ben sizi ziyaretine götüreyim.” der. Onlar da çaresizce otele geçerler.

Ertesi gün Bediüzzaman ve talebelerinin duruşması olur. O gün herkes bir taraftan Üstad’ı görmenin mutluluğunu yaşarken diğer taraftan gözler Hafız’ı arar durur. Beraat kararı çıkmayınca Hasanlar, Hafız’ı ziyaret ederler. Hafız, Hasanları karşısında görünce çok duygulanır, ağlamaya başlar. Sekerattadır, öte yakaya geçti geçecektir. Ellerini öperler. Hafız çok memnun olur. Gayp perdesi açılmış, karşı yakayı görmüştür.

Kardeşlerim! Sizi Cenab-ı Hak gönderdi. Benim bu günlerde yüzde doksan dokuz berzah kapısını aralama ihtimalim var… Ölümden korkmuyorum... Ölümü severek karşılayalım… Ölümü gülerek karşılayalım… Nur Talebeleri ölümden korkmaz... Ben çok memnunum… Üzüldüğüm bir nokta ise, şimdiye kadar bunlar bize serbestçe vazife yaptırmadı… Vay geliyorlar, vay gidiyorlar, baskın var, yakalayacaklar gibi hep endişeli oldu bu hizmetler… Umarım ki Denizli Mahkemesi küfrün belini kıracak. İnşallah, Risale-i Nur küfrün bel kemiğini kıracak. Risale-i Nur perdeyi yırtacak. Esas hizmetler şimdiden sonra olacak inşallah. Ben o hizmetlere erişemediğim için üzülüyorum. Ölümü o cihetten istemiyorum. Yoksa ölümden zerre kadar korkum yok…”

Namazı Kalbimle, Gözümle Kılıyorum

Hafız namazı vaktinde kılmak konusunda çok hassastır. Fakat hastalığı ilerlediği için vakitleri kestirememektedir. Yanında saati de yoktur. Ziyaretçilerden ricada bulunur. “Namazı kalbimle, gözümle kılıyorum. Bir saat alın gelin, namaz vakitlerini bilemiyorum.”

İsteğini hemen yerine getirirler, koluna bir saat takarlar.

Hafız’ın aklı, fikri yazıdadır. Nebi de Hafız’ın yazdığı Risaleleri model alarak kullanmaktadır. O gün o nüshalardan birisi yanındadır. Hafız bir ara Nebi’ye seslenir. “Ver elini.” Nebi elini verir. Arkasından o mübarek elleri dudaklarına götürür. Cennete kanatlanan o eli son defa öper. Bu vesileyle, eli kalemli, dili dualı Hafız henüz günahlara bulaşmamış Nebi’den dua ister. “Bak benimkinden yazıyorsunuz, beni de aklına getir, bana dua et. Artık ben gidiyorum, benim vaktim geldi…”

Ölümün Ayak Sesleri

Sen Kuş Olup Gidersin Hafız Ali

Hafız bedenen yorgun fakat ruhen dingindir. Ispartalılar onu daha fazla yormak istemezler. İbiş Dayı birkaç ölüm hadisesine şahit olmuştur. Hafız’ın hallerinden endişe eder. Hasanlara fısıldar. “İnsan öleceği vakit ayağının başparmağından yukarıya doğru can çekilmeye başlar.” Teyit etmek için elini pikenin altına sokarak ayak parmağını tutar. Korktuğu başına gelmiştir. Azrail’in ayak seslerini hisseder. “Bu zat, yakında gidecek. Biz kalalım, gitmeyelim. Bu gece ölüm vuku bulursa alıp Isparta’ya götürürüz.”

Ziyaret saati bitince dünya gözüyle son bir kez daha bakışarak helalleşirler. Çıkarken Kuleönülü jandarmayı tembih ederler. “Başından ayrılma. Devamlı Kur’­an ve Yasin-i Şerif oku. Kendi de işaret etti, vefat edebilir. Bize er ya da geç haber getir.”

Hafız’ın vefat edeceğini hissettiklerinden durum netleşinceye kadar Denizli’de kalmaya karar verirler. Otele dönerler. Hastaneye yattığının üçüncü gecesi sabaha karşı Hafız, Üstad’ının yerine vefat eder. İlkbaharın on yedinci gününde binlerce nura ve güle bedel bir karanfil solar kâinat bahçesinde. 46. yaşındaki nurlu ağaç Hakk’a erer. (17 Mart 1944)

Ey Sen Ne Güzelsin Ölüm

Ey Sen Ne Güzelsin Hafız Ali

Sabah namazında Isparta Nur Talebelerinin kapıları çalar. Açarlar. Hafız’ın Jandarma talebesi karşılarındadır. Dudağı düştü düşecektir. “Mü­barek zat gitti.”

Hâlbuki her şey ne kadar da güzel başlamıştır. Üstad’ı, Tahirî’yi, Hüsrev’i, nice kıymetli Nur Talebesini görmüşlerdir. Birden Hafız’ın hüznü çöker üzerlerine. Mevtayı alıp Denizli, İlbadı Kabristanına emanet ederler.

Ruhlarına el-Fatiha.

[1] Şuâlar / 13. Şua./ S.428.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.