Mustafa ORAL
Seni Nasıl Anlatmalı Tarihe İbrahim? O Minnacık Tarih Nasıl Alsın O Büyük Kalbi?
İbrahim Fakazlı (1912-2003)
Onu ilk ve son kez 1996 yılında İnebolu’da görmüştüm. İlk defa Bediüzzaman’ı gören bir göz görmüştüm. Kendimi kaybetmiştim. Uzaktan bakılınca kalbinin bir yanında Bediüzzaman, diğer yanında Risale-i Nur olduğu görülüyordu. İbrahim Fakazlı ismi Bediüzzaman ve Risale’nin gölgesinde kalıyordu. İbrahim yoktu Bediüzzaman vardı; Fakazlı yoktu, Risale-i Nur vardı.
84 yaşındaydı. Kabre yüzünü dönmüştü; ama gözleri konuşmaya devam ediyordu. Bizimle konuşmuyordu; sesindeki heyecandan bunu anlayabiliyorduk. Gözleri yılların yorgunluğu içinde bir sinema perdesi gibi resmigeçit yapıyordu. Kendini sonsuzluğa götürecek uzun bir yolculukta saklı vuslat anlarını tekrar tekrar yaşıyordu. Susarak, gözleriyle konuşuyordu. O gözler Üstad’la geçen günlerini İbrahimvari bir hazla anlatıyordu. Bu cümleler o gözlerden dökülen sözlerdir.
Bir ince sızı, bir küçük ağrı
Risale-i Nur’da “Küçük İbrahim” ve “İkinci Selahâddin” namıyla anılan Fakazlı 1912 yılında İnebolu’nun Avara Mahallesinde dünyaya gelir. Gerçekte İnebolu’ya 40 km mesafede bir Sahabe kabrinin de bulunduğu mübarek Fakaz (İlyas Bey) köyündendir. Soyadını da buradan almaktadır. Bediüzzaman’ın etrafında halelenen birinci kuşak Nur Talebelerinin birçoğunun kökleri Peygamberimize (asm) veya Dört Halifeye çıkmaktadır. İhtimal ki İbrahim’in soyu da bu kudsiler silsilesine uzanmaktadır.
Babasının ismi Mehmed Sıdkı, annesinin Emine’dir. Mehmed Sıdkı’nın eşleri kısa aralıklarla vefat eder. Bundan dolayı üç evlilik yapar. 11 çocuğu olur. Bediüzzaman’la tanışan İbrahim ve İsmail ilk eşi Emine Hanımdan, diğerleri Nahide ve Halime Hanımdandır.
Mehmed Sıdkı kestane, elma, yumurta gibi gıda maddesi ticaretiyle uğraşır. Mısır’a ihraç eder. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan Şapka Tanıtma Balosuna Mısır Sefiri fes ile gelince ilgi görmez. Mısır hükümeti rahatsız olur, ithalatı askıya alır. Bunun üzerine Mehmed Sıdkı iflas eder. Bilahare İstanbul’a taşınır. İbrahim de liseyi Pertevniyal’de bitirir. Askerliğini aynı şehirde bahriye olarak Yavuz gemisinde yapar. Tezkereyi alınca İnebolu’ya yerleşir. Manifatura işine girer. 1940 yılında Şahide Hanımla evlenir. Bedia, Hatice, Şerife ve Kadriye isimli dört kızı dünyaya gelir.
İbrahim’in rüyalarına kadem basar Sevgili (sav)
İbrahim, II. Dünya Savaşında ihtiyati olarak askere alınır. O günlerde bir rüya görür. Karargâh çadırında otururken askerler, “Peygamber Efendimiz (asm) karargâhımıza geldi.” derler. Haberi işitir işitmez, “Neden şimdiye kadar haberim olmadı?” diye koşmaya başlar. Hüngür hüngür ağlayarak Peygamberimizi (asm) arar. Az sonra o nurani abide karşısına çıkar. Boyu uzuna yakındır. 30-40 yaşlarında yiğit bir kahraman gibidir. Belinde yerlere değen bir kılıç, başında o zamana kadar hiç görmediği uzun bir sarık, ayağında normal bir şalvar, üzerinde göğsü açık bir gömlek vardır. Çok nuranî, sakalsız ve bıyıklıdır. Ağlayarak kendini ayaklarına atar. Bir taraftan ellerini, ayaklarını öper; bir taraftan da, “Haberinizi ancak şimdi aldım. Bizi af buyurun.” diye yalvarırken uyanır.
Yanında yatan hemşerisi Selahâddin Çelebi ağladığını duyar. Sebebini sorar. Rüyayı anlatır. Askerler rüyayı kendilerine yontarlar, terhis olmaya yorarlar.
Rüya gerçekleşiyor: Bediüzzaman geliyor
Asker dönüşü İnebolu’ya gelir. Kalbinde Peygamber rüyasının tadıyla sekirler içre yaşamaktadır. Tarihler 1940 yılını göstermektedir. Yakın dostu Salih Uğurtan, Bediüzzaman’dan bahseder. İbrahim’in babası tasavvuf ehli olduğundan, kendisi de kısmen böyle bir terbiyeyle büyümüştür. Anlatılanlara başlangıçta ehemmiyet vermez. Fakat Salih Uğurtan dehşetli bir zamandan geçildiğini, insanlığın iman buhranı yaşadığını, bu işin tarikat değil, iman meselesi olduğunu söyleyince ikna olur.
Ahmed Nazif’e gider. Kastamonu’nun Şaban-ı Veli’si varsa İnebolu’nun da Nazif’i vardır. Nazif uzun uzun Üstad’dan bahseder. Onuncu Söz’ü verir. İbrahim tamamen teslim olur. Risale yazmaya başlar. Gülcü Hüseyin ile halleşirler. Zamanı geldi, deyip Kastamonu’ya Üstad’ı görmeye giderler. Çaycı Emin’e uğrayarak hali arz ederler. Çaycı Emin evin sürekli gözetim altında olduğunu, dikkatli olmalarını söyler. Evi uzaktan göstererek döner.
Ev hayli eskidir. Tam karşısında karakol vardır. Polisler gelen gideni rahat takip etmek için pencerelere perde takmasına müsaade etmemişlerdir. Fakazlı ve Gülcü sağı solu iyice kontrol ederek kapıya yaklaşırlar. İpi çekerler. Kapı açılır. Tahta merdivenle üst kata çıkarlar. Birkaç adım sonra Üstad’ın eşiğindedirler. Kapı açıktır. Önce Gülcü, arkasından Fakazlı odaya yönelir. Üstad birkaç tahtadan yapılmış ve üzerine ince bir şilte gibi basit bir yatak konmuş divanda oturmaktadır. Onları görür görmez bir ok gibi fırlayarak ayağa kalkar. Fakazlı şok geçirir. Zira Peygamber Efendimizin rüyadaki kıyafetiyle Üstad’ınki aynıdır. Aynı sarık, aynı kıyafet ve aynı endam ve nuraniyet içindedir. Şaşkın ve perişan bir halde Üstad’ın ayaklarına kapanır. Gözyaşları derya olur, hıçkıra hıçkıra ağlar.
Kaldır İbrahim’in başını Üstad’ım. Yoksa kuş yavrusu gibi öldü ölecek.
Üstad mübarek elleriyle İbrahim’in başını kaldırır. Yanına oturttur. İbrahim ateşler içindedir. İçindeki ormanlar bir daha ateşe verilmiştir. O rüyanın harı geçmeden başka bir yangın başlamıştır. Dili lâl kesilmiştir. Üstad’ı daha erken ziyaret etmediği için büyük pişmanlık içindedir. “Ancak gelebildim Üstad’ım” diyecektir ama bir türlü kalbi diline söz geçirememektedir.
Üstad’ın sır kâtibi Mehmet Feyzi bir köşeye çekilmiş Risale’leri temize çekmektedir. Feyzi alışkındır İbrahim gibilerin hâllerine. Bu kapıya kanaya kanaya gelinir, ağlaya ağlaya gidilir. Ama bu İbrahim’in gözyaşları bambaşkadır. Onlar rüya âleminde daldığı Peygamberimizin rahmet deryasından damlalardır.
Üstad ziyaretçi istemediği zaman kapı ipini içeride tutar. Daimi hizmetkârı Mehmet Feyzi de buna özen gösterir. O gün evden en son o çıkar. Tevafuk eseri ipi dışarıda bırakır. İbrahimler de rahatça içeri girer. Üstad da bu duruma dikkat çeker. Kapının ipi her zaman içeri de olduğu halde bir tevafuk eseri olarak o anda dışarıda olduğunu, dolayısıyla kendilerini kabul ettiğini, Risale’lerin imanı kurtardığını ve Risale-i Nur’un şahsı manevisinin on iki tarikatın temsilcisi olduğunu anlatır. Böylece İbrahim’in kalbindeki tarikatla ilgili şüpheleri de kaldırmış olur.
Nakşi tarikatına mensup babasının da Üstad’la tanışıp Nur Talebesi olmasını ister. Fakat babası yanaşmaz. İbrahim, Üstad’a dert yanar. Üstad teskin eder.
“Babanın şeyhinin şeyhi Ahmed Efendi ile manen görüşürüz. O benim talebeliğimi kabul ettiğinden baban da manen talebem sayılır.”
O gün İbrahim’e Üstad’ın kapıları açılır. O gün İbrahim’e iki âlemin saadeti Risale-i Nur’un kapısı açılır. O gün İbrahim’e yeni âlemlerin kapıları açılır. O günden sonra hayatını Nur’a vakfeder. Dokuz ay Denizli, altı ay Afyon Hapsinde Üstad’la yatar. Küçük Sözler’i 500 nüsha, Asay-ı Musa ve Zülfikar gibi Risale’leri, ayrıca Üstad’dan gelen birçok lahikayı yazarak çoğaltır.
*Daha fazla bilgi için İnebolu Nur Talebelerini anlattığımız Hiçbişey yayınlarından çıkan “Kuzey Işıkları: İnebolu Nur Kahramanları” isimli kitabımıza bakabilirsiniz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&publisher_id=10964
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.