Himmet UÇ
Necip Fazıl ve etik
Necip Fazıl, iki dünya iki etik anlayışı ve varlığı kavrayışın arasından Çile şiiri ile çıkmış. Çile‘de bıktığı, iğrendiği bir dünya ve etik telakkinin bir nefret hissi ile yeni bir dünyaya uyanmıştır.
Nasıl bir dünya hikayesi zor
Mekanı bir satıh zamanı vehim
Bütün bir kainat muşamba dekor
Bütün bir insanlık yalana teslim
Dörtlükte fiziki dünyaya mutad bakışı eleştirir. Öyle bir dünyaki hikayesi zordur, mekanı ve zamanı ruhsuz. Adeta dünya pagan dönemlerin ve ilkçağ filozoflarının dünyasından yansımıştır. Zaman ve mekan varlığın iki garip sahnesi ve olayların ipi iken buradaki şair onlardan bir ruh kapamaz, biri düz bir satıh diğeri ise vehimdir.
Mevsimler dört değişik dekora sahip varlık ve olaylar sahnesi iken, onun ile birlikte dünyanın kendi etrafında dönmesinden hasıl olan yirmi dört saatlik zaman ve bu iki hayat arkadaşı hayatın vazgeçilmez iki sahnesidir. Bütün büyük filozofları şaşırtan olayların garip görüntü yeri olan zaman tasarımı ve insan hayatına takılması idrakin sadece seyredeceği bir keyfiyettir. Buradaki zamandan irkilen şair zaman ile ilgili şiirinde yeni bir maverai etikin içinde kaybolmuştur, üstüne düşen bu paltoyu tarif etmeye çabalar.
Nedir zaman, nedir?
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi, yokuş mu?
Bir sese benziyor;
Arkanız hep zifir!
Bir sese benziyor;
Önünüz tüm kabir!
Belki de bir hırsız;
İzi, lekesi var.
Belki de bir hırsız;
O yok, gölgesi var.
Annesi azabın,
Sonsuzluk, şarkısı.
Annesi azabın,
Cinnetin tıpkısı.
İçimde bir nokta;
Dönüyor aleve.
İçimde bir nokta;
Beynimde bir güve.
Akrep ve yelkovan,
Varlığın nabzında.
Akrep ve yelkovan,
Yokluğun ağzında.
Zamanın çarkları,
Sizi yürütüyor!
Zamanın çarkları,
Beni öğütüyor.
Zaman her yerde ve
Her şeyin içinde.
Zaman her yerde ve
Acem'de ve Çin'de.
Kime kaçsam ondan;
Ha yakın, ha ırak?
Kime kaçsam ondan;
Ya sema, ya toprak... (1936)
Şair yeni bir zaman felsefesi keşfetmiştir, gündelik hayatın bayat zaman anlayışından çıkmış zamanı sorgulamaktadır. Bütün satırlara ve hayatın bütün safhalarına nüfuz etmiş garip bir öznedir.
Zaman, su, kuş, iniş, yokuş, hırsız, azap, şarkı, cinnet ve daha başka şeylerdir. Bilinmekte zorlanılanı varlık ve nesneler ve insan üzerindeki tesirleri ile şöyle böyle tarif eder. Bütün gençlikte cömert, daha sonra sarartan solduran ve öldüren bir esrarengiz dosttur, sever okşar sonra bir tokatla insanı hayattan çekip alır.
Hayret beş duyunun insanı aşan durumlarda şaşkınlığının adıdır. Resulullah (asm) Hira’da Cebrail ile ilk karşılaştığında altı yüz kanatlı bir görüntü karşısında hayret etmiş, çünkü varlığın bizim gözümüze göre ayarlanan geometrisinden farklıdır görüntü. Necip Fazıl Çile şiirinde hakikatlerle ilk karşılaşması ve zihnine doğmasının hayret sancılarını yaşar. Sanki şiir şairin mağarasıdır, sanatta hayatta bir mağaraya benzetilir, Eflatun’un mağarası da maveradan yansıyan bir ışıkla aydınlanır. Hayat da bir mağaradır vahyin ışığı olmasa karanlıklarla doludur, Allah bu karanlık dünyada vahyin ışığı ile bu anlamsız dünyayı aydınlatmıştır.
Hayat bir deliler köyüdür, deli varlığı anlamlandıramaz, birçok insan gibi zahiren akıllı hakikatte deli. ”Deliler köyünden bir menzil aşkındır” mağara. Mağarada hakikatı bulamadığı için aylarca gezinmiştir yıkık ve şaşkın. Varlığın ister etik ister dini ister estetik boyutunu göremeyen sadece eveleyip geveleyen ilkçağ filozoflarına benzer.
Çile’nin hakikat evreni ve oradaki hakikatın haritası şairin dizginsiz ilhamına tabi olmuştur. Belli bir tarife ve teoriye girecek gibi değil. Ama klasik etik telakkisinin dünyası darmadağın olmuş, yıkılmış, perişan olmuştur.
Ve uçtu tepemden birden bire dam
Gök devrildi künde üstünde künde
Uçan dam ne, devrilen gök ne. Bakılmamış, keşfedilmemiş hakikattir başımızın üstündeki dam bakmadığımız bakamadığımız evrendir. Yeni bir dünya telakkisi dama yıkmıştır, vahiyle karşılaşan sonranın ashabı böyle değil miydi?
Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum
Orada da burada da yıkılan dam ve bakılamayan gökyüzüdür. Bu yüzden Allah insanları eşya ve olayları, fiziki varlıkları yeniden keşfe çağırır. Deveye bakmaz mısınız der, dünya düzdür bakmaz mısınız, nasıl gökyüzünü dam yaptım tepenize bakmaz mısınız?
Sanat da din de felsefe de ilim de hep yeniden keşif seyahatidir.
Şarini Çile ‘si bir uzlet mağarasıdır, nübüvvetin ışığını bekleyen nebiler nebisinin formu burada da geçerlidir. Şair bir ışık bulmuştur ama bu ışık onun bütün köhne dünyasını yıkmıştır, her taraf yıkılmış dünyasın hasarlı nesneleri ile doludur.
Pencereye koştum kızıl kıyamet.
Sahte bir kainat telakkisi insanın hevesleri ile şişmiş bir balon, atılan ok ile patlamıştır. Şair ateşten zehrini tatmıştır okun. Bu ok bildiğimiz ok değil, müphem bir nesne, ama bir hayali, yıkmıştır. Okun tesiri ile şair; “Kustum az ağzımdan kafatasımı” der.
O hakikati göremeyen kafadır, kafatasıdır, ok ile yıkılmış dağılmıştır. Din ile sanat arasındaki dengeyi şair korumaktadır, bunlar demonik ve apokaliptik nitelik kazanmış imajlardır ama camideki din değildir.
Çile’de o kadar mesele var ki bir kitap yüklüdür bu şiire. Şiirin yüksek ve çarpaşık bir geometrisi vardır. Kavak gibi değil, söğüt gibi ivicaclıdır.
Demonik dünyanın imajları ile yeni keşfedilen apokaliptik dünyanın imajları birlikte anlatılır. Etik metafizik olmaktan çok dünyevidir, demoniktir ama şairin dünyası maverai ve apokaliptiktir.
Bir bardak su gibi çalkandı dünya
Söndü istikamet yıkıldı boşluk
Hep olumsuz kelimeler ve fiiller seçilmiştir. Sönmek, çalkanmak, yıkılmak.
Bütün bu yıkılışların arkasından kanlı bir şafakta bir çil horoz şaire yeni bir dünya hediye etmiştir. Çil horoz kim, hangi manayı anlatır, demonik bir kalıpta hangi apokaliptir dünyayı öne sürer. Butün bu yıkılanlar klasik etiğin tanrısal keyfiyeti olmayan levazımatıdır. Yıkılan demonik dünya değil şair de yıkılmıştır.
Ensemin örsünde bir demir balyoz
Kapandım yatağa son çare diye
Etik Törebilim, Osmanlıcası ilm-i ahlak, Frethique, Al ethiking ethics, itetica. İyi ile kötünün ayrılabilmesi için ölçüler koyan ilim. Yunan kökünden gelen ethique sözcüğüyle latin kökünden gelen morale sözcüğü, Osmanlıcada ahlak ve Türkçe’de törebilim kelimeleriyle karşılanmıştır.
Farklı töre şekilleri vardır. Metafizik ve bireyci temele dayanan töre. İdeailst öğretiler töreyi Allah’ın emirleri, buyrukları aklın ve ruhun mukavimi olan düşünceler sayarlar.
Necip Fazıl‘ın töre telakkisi yukardan bakan, semavi, metafizik insanı düzenleyen evreni anlamlandıran bir töredir, dünyevi ve sosyal değil insanı düzenleyen evreni anlamlandıran bir etiktir. Kısacası semavi bir ahlak felsefesidir.
Bu yönüyle Çile şiiri ve kitabı şairin eskimiş misyonunu yitirmiş etiğin yerine metafizik ve sorgulayan bir etik ve davranış prospektüsüdür.
Necip Fazıl’ın etiği semavi ilişkiler ağını tesbit etmek ve ona göre davranışını düzenlemektir. Bunun anlamak “haşmetli azap”tır.
“Yalvardım gösterin bilmeceme yol,
Ey yedinci kat gök esrarını aç
Annemin duası düş te perde ol
Bir asa kes bana ihtiyar ağaç”
Kendine matifizik bir etik, davranış modeli bulamayan şair, arayış içinde yardım ister çözümlemede. Bilmecesi nedir? Neyi arar, bilmek ister. Yedinci kat göğün sırları ile ne kazanacaktır? Kapıları açan en önemli dua anne duasını perde olarak ister, Musa’nın asasının olağan üstü gücü gibi bir asa ister, hangi zorlukları açacaktır bu asa ile.
Onun etik yürüyüşü varlığın sırlarını ve kafasına takılan yüce sorunların cevabını bulduktan sonra gerçekleşecektir. “Sırrını arar, fikir çilesi büyük işkencedir, onda herşey bir gizli düğümdür, dibi yok göklerden ürker, mesafelerden çekmiştir, büyücü ile başı derttedir, kendinin ne olduğunun dahi farkında değildir, ismi bile yok lügatten istimdad eder, hayattan muhacirdir, dev sancıları vardır, iç dünyasının büyüleyiciliğini farketmiştir. Birden gerçeğin kucağına düşmüştür, bu hangi gerçektir. Mavera dede ile buluşmuştur. Bir sır için açıl susam açıl der. Varlığın iç içe mimarisi merak konusudur. Bütün sırları çözeni bulmuştur. O kim Rabb, bilinmez meşhur. Nizam, ezel ebed fikri, evrenin düzenini sağlayan ahenk, büyük sırları çözen bir sanatkar olmak ideali, öteler ve dipsizlikler, bütün mesele nefsi hakikata diz çöktürmek ve sonsuza varmak.Onun ulvi etiğinin ve bütün hayatının etrafında , döndüğü sırlar ve çözümsüzlükler bunlardır. Bunların hepsi Necip Fazıl’dır. Bütün dünyevi etik bu maverai etiğin çözümü ile mümkündür.
Antik çağda etik ve estetik sorunları iki kelime etrafında şekillenir. O dönemde iyi ile güzel aynı olarak algılanmıştır. Güzel ve iyinin adı kologagahiadır. Sokrates birine verdiği bir cevapta “iyi ve güzel arasında bir ayrım olduğunu mu sanıyorsun? Aynı şeyin hem iyi hem güzel olduğunu bilmiyor musun? Etik ve Estetik Değerler, 62.Xenephon güzeli gayeye uygun olan, elverişli yahut yararlı olan şey, iyi de maksada uygun olan elverişli ve yararlı olan diye tanımlar.(62)
Platon‘un iyi ideasını idealar dünyasının kavranan gerçek dünyanın saltık değeri yapmış olduğunu düşünür. Ona göre güzel ve iyinin kaynağı Tanrıdır, Allah’tır. “İnsan onu kolay kolay göremez. Görebilmek için de dünyada iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir.“ 63
Çile’nin başındaki elliye yakın şiir Platon’un iyi ve güzel felsefesine uyar, aslında bunlar İslam felsefesinin imaja dönüşmüş, apokaliptik imajla şekillenmiş şiirleridir. Bu ilk çağın ilk filozofları mütekaddimin diye anılır ve bunların fikirleri islam felsefesiyle bazı yönleri ile parelellik gösterir.
Ta maveradan
Rüzgar öyle esti öyle esti ki
Her şey uçup gitti kaldı yaradan
Ayna düştü hayal perdelerdeki
Bir akiscik gibi çıktı aradan. (Çile, 36)
Olmaz mı?
Yön yön sarılmışım ne yana baksam
Sarılan olur da saran olmaz mı?
Kim bu güzel yüzü çizen sanatkar ressam
Geçip de aynaya soran olmaz mı? (29)
Allah derim
Sırtımda taşınmaz yükü göklerin
Herkes koşar zıplar, ben yürüyemem
İsterseniz hayat aşını verin
Sayılı nimetler bal olsa yemem. (28)
Platon’a göre en yüksek iyi veya saltık güzeli elde edip mutluluğa erişmek isteyen kimse duyular dünyasından kendini kurtarmalıdır. Çünkü bu dünya sürekli oluş durumunda olan değişen gerçekte var olmayan bir dünyadır. Oysa iyiyi ve güzeli isteyen ölümsüzlüğü istemek zorundadır. Bir başka filozof kötülük ve ölümlü doğalar ve şu topraklar üzerinde egemenlik sürdüğüne göre buradan olabildiğince yukarılara kaçmaya uğraşmalıdır. (64)
Necip Fazıl da ölümü güzel şey olarak vasıflandırır.
Ölüm güzel şey budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber. (188/1927)
Necip Fazıl da bu iniş ve çıkışlar çoktur. Sanat şiirinde yukarıya çıkmak vardır Allah’a.
Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış
Marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış. (44)
Şu şiirde de şair semadan ve söylemlerinden habersiz olduğu dönemlere haykırır.
Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum. (40)
Aynalar Yolumu Kesti
Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İste yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karsıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, gunah, hasad yerinde demet;
Merhamet, sucumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?
Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti…1958
Gökyüzünü görmeye ve yorumlamaya başlayınca eşya ve nesneler eski parlaklığını yitirir, bunların başında ayna gelir, güzelliğini hergün yeniden keşfettiren bu nesne ona dik dik bakmaya çalışır bir estetik nesne iken sorgulayan bir vicdan aynasına dönüşür.
Şair burada duyular dünyasından kendini kurtarmak ister ama kendi ile kavgalıdır, muhasebe devam ede durur. Bu dünyadan semaya sıyrılamamanın acısını çeker.
Hırsıma ne şöhret yetti ne de şan
Döndüğüm her nokta dünyadan nişan
Nefsimin ardından koştum perişan
Ondan bir kıl bile avlayamadım. (76)
Kaldırımlar şiiri 1927’de yazılmış, şiirde Necip Fazıl şair karakteri ile görünür ama etik ve estetik değerler açısından şiirde bir şey göremeyiz.
Gökyüzünden habersiz mısraları 1934’de yazılmış. Kaldırımlar şiiri de şairin gökyüzünden habersiz olduğu dönemlerin şiiridir. Şair sadece bir şehir çocuğunun kaldırımlarla olan muhasebesini anlatır bunun yanında karanlık kelimesinin melankolisi içinde kendine has bir mutluluk icad etmiştir. Ama genel anlamda mutsuzdur.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık
Evlerin bacasının kolluyor yıldırımlar
…
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum
Aydınlıktan kaçar, aman sabah olmasın der. Sabah hakikat midir, yoksa şairin kendini karanlığa bürüyerek kendinden kaçması mıdır? Yine sabahtan kaçar;
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim
Gündüzler size kalsın verin karanlıkları
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları.
Kaldırımlar’da şirin görünme öğelerinden kaçıp kaldırımlarda kendini isbata çalışır. Aynalar yolumu kesti şiirinde şair kaldırımlardan kurtulmuş, bir yükselme merdiveni bulmuştur. Ama şiirlerin tarihleri bu tesbitimizi doğrulamaz. Aynalar yolumu kesti şiiri Kaldırımlardan biraz sonra yazılmış olmalıdır. Çünkü şiirin tarihinde şair maverai bir dünya bulmuştur kendine.
Necip Fazıl’ın ahlak /etik anlayışı Shaftesbury‘in ahlak anlayışı ile yakınlık gösterir. ”O ahlak duyusunun evrenin birliğini yapmış olan şey hakkında bir kavrayışı yansıttığını düşünüyor.” (108)
Ahenk evrenin estetik anlamda birliğini ifade eden bir kelimedir. Derbeder kişiliğinden evreni bir ilke etrafında toplayan ahenge kaçmak ister.
Kaçır beni ahenk, al beni birlik
Artık barınamam gölge varlıkta
Ver cüceye onun olsun şairlik
Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta. (1939)
Daha sonra ahenk kelimesini daha başka bir vadiye aktarır, ahenk içinde bir kainat, ahenkli yöneten bir irade ve o iradenin yansıtıcısı peygamber.
Solmaz solmaz bu bir renk
Ölmez ölmez bir ahenk
İnsanlık hevenk hevenk
Onun ümmetinden ol. (131)
Hume’de ahenk kelimesini başka bir ifadede anlatır. “Beğeninin ölçütü varlığın çeşitli düzen ve sınıflarını düzenleyen ve her birine kendine özgü doğasını veren Allah tarafından saptanmıştır.” (145)
Ahenk kelimesinin profesör dilinde ifadesi.
Etik ve estetiğin birlikte işlev ifa ettiği bir kelime arınma kelimesidir. Şair Çile‘de arınma örnekleri verir. Dünyada arınmak, arınmışların ülkesine gitmek.
Bir hamam ki arınma gayesinden şahaser
Arınmışların yeri Cennette nurlu kevser. (1980)
Platinos da arınmayı anlatır. “İnsan kendini sürekli olarak yetkinleştirerek beden güzelliğinden tem, us ve Allah güzelliğine yükselebilir. Her alt basamaktan bir üst basamağa geçişte yöntem ve mikyas arınmadır.” Platinos da güzellikle erdem arkadaştır. (59)
Dayan Kalbim şiirinde arınma zorlukları çeker.
Seni dağladılar değil mi kalbim
Her yanın içi su dolu kabarcık
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim
Akıl yırtık çuval sökük dağarcık
...
Sensin gökten gelen oklara hedef
Oyası ateşle işlenen gergef
Çekme üç beş günlük dünyada esef
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık. (1972)
Örümcek Ağı şiiri de yükselme düşme paniği yaşayan bir ruhu anlatır.
Duvara bir titiz örümcek gibi
İnce dertlerimle işledim bir ağ
Ruhum gün doğunca sönecek gibi
Şimdiden ediyor hayata veda
…
Kalbim yırtılıyor her nefesinde
Kulağım ruhumun kanat sesinde
Eserim duvarın bir köşesinde
Çıkamaz göğsünden başka bir seda. (1922)
Yarar da bir etik öğedir, Allah’ın bütün insanların, varlıkların yararına göre eşya ve olayları tanzim ettiği fikrine göredir yararcılık. Necip Fazıl herşeye Allah açısından bakar, onun yararlarına göre kendini tanzim eder. Sen şiirinde O’na göre bakar;
Sen
Senden senden hep senden
Akisler aynalarda
Göğe çıksam mahzenden
Hasretim turnalarda
Seni buldum bulduysam
Gökten bir davet duysam
Ben ki suçumu yuysam
Su biter kurnalarda
Garibe sensin vatan
Nur yurdunu aratan
Sensin sensin yaratan
Rahmeti analarda. (1973)
Herşeyi O’na göre yorumlamak yani Yararcılık bir ekoldür etik tarihinde. “Bu görüşün çıkış noktası Tanrının yararcılığına inanmaktır. Allah’ın yararcılığına inanmak, genel mutluluğun gerçekten kendi başına iyi olduğunun göstergesi sayılabilir. John Brown‘ın vardığı sonuçtur. Essays on the Charecteristics adlı eserinin 2. denemesinde erdemin tek kaynağının insanlığım mutluluğu olduğunu savunuyor.“ (97)
Bütün herşeyin ötesinde O vardır ve ebedidir.
Necip Fazıl‘ın etik dünyası mukayeseli çalışılsa yüksek bir hacimli eseri ortaya çıkarır. Şiir estetiği ile estetik görüşleri de ayrı bir bahistir. O evreni estetik kavradığı gibi şiirini de maverai bir estetik kalıba dökmüştür.
Kaynaklar:
Çile, Necip Fazıl Kısakürek
Himmet Uç, Dev ve Dahi Necip Fazıl Ankara 2012
Necla Arat, Etik ve Estetik Değerler, Say Yayınları Kasım 1986
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.