Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ
Neden düşünürüz? Tefekkür sırasında beynimizde neler oluyor?
Okuma Süresi: 10 dakika
PISA Tefekkür Sistemimizi de Ölçüyor
PISA’yı biliyor musunuz?
Hani şu ülkelerin düşünme biçimlerini, yani “tefekkür” (eğitim demiyorum) sistemlerini ölçen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Programme for International Student Assessment)?
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 3 yılda bir düzenlenen ve 15 yaş (9. sınıf) grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren PISA 2018 sonuçlarına göre, Türkiye "okuma, matematik ve fen bilimi" alanlarının tamamında OECD ortalamasının altındadır.
Sonuncusu 2018 yılında gerçekleştirilen PISA değerlendirmesinin sonuçları ülkemiz kamuoyunda erken yaşta eğitim, okul özerkliği ve öğretmen maaşları gibi konulara odaklanmıştı.
Haydi, bunları varsayalım; ama acaba sorunun temelinde gerçekten bunlar mı var, yoksa eğitim sisteminin tefekkür alt yapısı mı bozuk?
Amacım “Tefekkür” ü anlatmak; PISA üzerinden yazıya başlamamın nedeni Türkiye’deki eğitimden geçen insanların tefekkür sistemlerinin olmadığını veya arızalı olduğunu, çocukların da PISA sınavlarında bu düşünme sisteminin nasıl da kurbanı olduklarını göstermek istiyorum.
PISA, 3 yılda bir yapılıyor. Bir OECD ülkesi olan Türkiye PISA sınavlarına 1999 yılında üye olmuş, ilk sınavını da 2000 yılında başarısız bir şekilde vermişti. 2000 yılında 32 ülke ile başlayan PISA sisteminde şimdi 79 ülke eğitimlerine daha doğrusu düşünme biçimlerine ayna tutturuyor.
PISA kapsamında ülkeler ve öğrencileri “Okuma Becerileri, Matematik ve Fen Bilimleri” alanlarında verdikleri cevaplar üzerinden en düşük 1. seviyeden en yüksek 6. seviyeye kadar gruplara ayrılıyor.
Türkiye öğrencileri, bireysel düzeyde 1. seviyeden 6. seviye ye kadar dağılım gösterse de, sınava katılan ülkeler ortalaması olarak 3.veya 4. seviyelerde konumlanıyor.
Tabi bu ortalama.
Bundan daha kötüsü şu ki, seviyelemede en düşük seviye olan 1. yeterlilik düzeyinde yer alan öğrencilerimizin oranının Matematikte % 36,7, Fen Bilimlerinde % 25,2, Okuma Becerilerinde ise % 26,1 olmasıdır. Yani ortalamayı 3. seviyeye düşüren bu rakamlar.
Okuma Becerileri alanında en alt düzeyde yeterlilik gösteren çocuklar bir metinde çok açık olan bilgileri belirleme ve kendilerine tanıdık gelen konulardaki yazıların ana fikrini fark etmek gibi, basit şeyleri yapabiliyorlar, ama “Daha derinlikli yorumlarda bulunmakta” zorlanıyorlar.
Matematikte çok basit işlemleri yapabiliyorlar ama karmaşık problemleri çözemiyorlar.
Fen Bilimlerinde kitaptan ezberlediği formülü, sınavda geçecek kadar ezberleyen öğrencinin, bu formülü gerçek hayatın neresinde kullanabileceğine dair bir fikri yok.
Özetle, PISA sınavlarının ülkemize mesajı şudur: Türkiye’deki öğrenciler “Temel becerilerden” yoksun yetişiyorlar!
PISA Sınavlarının Sonucu:
Tefekkürü Olmayan Bir Eğitim Sisteminiz Var.
“Temel beceriler”in eğitimdeki karşılığı “Zihinsel beceriler” dir.
Eğitimci Bloom’unun ürettiği üst düzey zihinsel beceriler içinde öne çıkan 3 beceri vardır: Analiz, Sentez ve Değerlendirme. Alt düzey ise ezberci eğitimi özetliyor: Bilgi, Kavrama ve Teorik uygulama. Bu beceriler bir tür “aklın nurudur”dur.
Bloom ayrıca “Duyuşsal beceriler” adı altında duygulara dayalı becerilerden de söz eder ki, zihinsel becerileri tamamlar.
Duyuşsal alan, duyguları ve tutumları içerir. Değerler, inançlar ve motivasyon gibi insanların duygusal olarak dış ve iç fenomenlerle başa çıkma yollarını içerir. Bu alan, alma, tepki verme, değer verme, örgütleme ve değerler sistemine dönüştürme dahil olmak üzere beş seviyede kategorize edilmiştir. Bu tür beceriler bir tür “kalbin ziyası”dır.
Bu alt alanlar hiyerarşik bir yapı oluşturur ve basit duygulardan veya motivasyondan daha karmaşık olanlara kadar düzenlenir.
Bir eğitim sistemi, yaş ve sınıf düzeylerine göre kısa dönemde öğrenciyi (bireyi), uzun eğitim döneminde yetişkini alt düzey zihinsel bilgiden, üst düzey zihinsel ve duyuşsal beceriler kazandırmak için vardır.
Değerlendirme becerisi “Problem çözme, Eleştirel düşünme, Veriye dayalı tahmin, İletişim” gibi becerileri kapsıyor.
Tüm bunlar 21. yüzyıl becerileri çerçevesine alınmış durumda. Milli Eğitim bakanlığının da son yıllardaki hedefi bu meziyetlere sahip kuşaklar yetiştirmek. Çünkü PISA soruları bu becerileri ölçüyor; en alt düzeydeki bilginin en üst düzeydeki uygulama alanı olan “gerçek hayatla ilişkisini” görmek istiyor.
21. Yüzyıl becerileri özetle şunlardır:
- Okuma/Dil Becerileri
- Matematik Okuryazarlığı
- Fen Okuryazarlığı
- Eleştirel Düşünme ve Problem Çözme
- İletişim ve İşbirliği
- Kreatif düşünme ve Yenilikçilik
- İnisiyatif Kullanma ve Kendini Yönlendirme
- Sosyal, Kültürler Arası Beceriler, Liderlik ve Sorumluluk
- Üretkenlik ve Hesap Verebilirlik
- Medya, Enformasyon ve ICT Okuryazarlığı
Türkiye’de öğrencilerin yapamadıkları sorulara bakıldığında üst düzey zihinsel becerileri ölçen analitik, sentez ve eleştirel düşünmeyi ölçen sorular olduğunu; bu soruların ilk bakışta eğitim sistemimizin bize ezberlettiği düşünme biçimimizi aşan stilde olduğu görülmektedir.
Türk eğitim sistemi eğitimde nasıl bir yol haritası izlememiz gerektiğini böylece PISA’dan öğrendi. Müfredatta bu becerileri öne çıkaracağını deklare etti.
Şimdi “yeni nesil sorular” gibi anlamsız bir ismi olan soru tipleriyle yapılmak istenen aslında çocukların üst düzey zihinsel becerilerini ölçmek.
Doğru olan bu; ama bu kısım filmin son sahnesi; süreçte bunları göremiyoruz.
Bu filmin senaryo kısmı; filmin çekim bölümlerinde yani müfredatları yansıtan ders kitaplarında “yeni nesil” tarzı konu işlenebiliyor mu?
Emin olun “hayır!”
Müfredatlar ve ders kitaplarının adı “yeni nesil”, ama 1930’ların ideolojisi okutuluyor. Yüzyıl öncesindeki kutuplaştırıcı ideolojik zeminde yeni nesil yetişebilir mi?
Şimdi sizi de tek soruluk bir PISA sınavdan geçirelim.
Yalnız; bu sorunun 15 yaşındaki çocuklara (9. Sınıf) sorulmuş bir soru olduğunu unutmayın!
ÇİKOLATA
“1996 yılında çikolataya harcadığımız paranın, hükümetimizin denizaşırı ülkelerde yoksullara yardım için harcadığı paraya neredeyse eşit olduğunu biliyor muydunuz?”
“Acaba, önceliklerimizle ilgili bir sorun mu var?”
“Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
“Evet, siz!”
Arnold Jago, Mildura
Kaynak: The Age 1 Nisan 1997, Salı
Üstte yer alan mektup, 1997 yılında bir Avustralya gazetesinde yayımlanmıştır. Aşağıdaki soruları yanıtlamak için bu mektuptan yararlanınız.
Arnold Jago’nun bu mektubu yazmaktaki amacı, aşağıdaki duygulardan hangisini uyandırmaktır?
- Suçluluk
- Keyif
- Korku
- Memnuniyet
Sizce cevap hangisidir? Cevabınızı “yorumlar” kısmına nedeniyle yazar mısınız? (Lütfen yazın, ihmal etmeyin!)
Tefekkür Nedir?
Tefekkür, analiz edilmiş “malumatın” (veri) alt düzey becerilerde işlenip bilgiye (enformasyon), oradan da yeni durumlara göre içerik değiştirip “bilimsel bilgi” (bilgi-knowledge) haline dönüşümüdür.
Tefekkür parçalı bilginin, doğru yerde doğru zamanda bütünleştirilmesi; resmin tamamının anlaşılmasının sağlanması faaliyetidir.
Tefekkür, “pirenin midesini kim tanzim etmişse güneş sistemini de o tanzim etmiştir”, diyebilmek; “Holistik düşünme” ile varlıklar arasındaki mükemmel bir ilişki kurabilmektir.
Kişisel ve sosyal hayatta yaşadığı problemleri sistematik bir şekilde çözebilmektir.
Bir durum, olay veya olgu karşısında farklı açılardan bakarak, farklı yaklaşım ve metotlardan istifade ederek o durum veya olguyu anlayabilmektir.
“Eleştirel” kavramının kuru tenkit değil, farklı yaklaşımlarla her sorunun bir çaresi olduğuna, çaresizlik karşısında acziyet göstermeye gerek kalmadığına, mutlaka bir çözüm yolunun bulunabileceğine inanmaktır.
Tefekkür, kendimize ve kainata “şeş cihetten bakmak”tır. (Lemeat)
“Tefekkür” araştırmaya dayanan bilgi üzerinde yoğunlaşmaktır.
Tefekkürde Neden Lezzet Vardır?
İnsan türü meraklı varlıklar olarak yaratılmıştır. Her merak insanda bir arayış dürtüsü uyandırır. Düşünceyle yapılan “arayış” yolculuğu mutluluğu yakalamak içindir.
Mutluluk hormonumuz olan dopamin, meraklandığımızda kulaklarımızın hemen üstünde bulunan ve beynin haz bölgesi olan Nucleus Accumbens hareketlenir ve beyin dopamin salgılamaya başlar.
Dopamin, beyin hücrelerinde yer alan dendirtlerin uç kısmında bulunan ve diğer nöronlarla iletişimi sağlayan nörotransmitterler aracılığıyla diğer ilgili nöronlara ulaşır; hazzın kapasitesi ve düzeyi yükselir. Bu ağ ne kadar genişlerse, haz da o kadar artar. Haz arttıkça tefekkür de artar; böylece yeni ürünler ortaya çıkıncaya kadar bu işlem tekrarlar. (Lehrer, Karar Anı, s. 148)
Bahar aylarında çiçeklerle süslü bir bahçedeki gözlem yoluyla yapılan tefekkürden aldığınız haz ile bir kitaptan okuduğunuz bir metnin sizi derin düşünmeye yöneltmesiyle elde ettiğiniz haz arasında fark yoktur.
Acıktığınızda açlığı gideren gıdadan aldığınız mutluluk, doyunca bitsin istemiyorsanız yediğinizi “mana-yı harf”i ile, “Rahman” ve “Rezzak” isimlerinin tecellisi olarak yerseniz, maddesi uçsa da mutluluğu ebediyen kalacaktır. Mide sahibi olarak doymuş olsanız da tefekkürü baki kalacağından, bu tefekkür hazzın devamlılığını, haz da tefekkürün devamlılığını sağlayacaktır.
Her alandaki meraklı araştırmacıların, meraklı bilim insanlarının yaptıkları işlerde harcadıkları zamandan aldıkları hazzı dışarıdan bakanın anlaması imkansızdır.
Bediüzzaman’ın Çam dağında yıldızların zikrini dinlemesinden, Yunus Emre’nin sarıçiçekle sohbetinden Mevlana’nın neyle konuşmasından aldıkları haz, derin tefekkürün birer tecellisidir.
Tefekkür meraklı insanların yolculuğudur; en büyük tefekkür yolculuğu kâinattan Hâlikını sormakla başlar; mütefekkire bir keşif alanı açar.
Maddi manevi, akli duygusal düşünmektir.
Tefekkür “aklın nuru fünun-u medeniye + kalbin ziyası ulum-u diniye” sistemidir.
- Tefekkür, bilinçli bakıştır.
- Tefekkür, meraklı yolculuktur.
- Tefekkür, güzel görmektir.
- Tefekkür, farkındalıktır. Bu yüzden “Tefekkür gafleti izale eder.” Çünkü gaflet üstünkörü bakıştır.
- Tefekkür, amiyane bakış yerine bilinçli bakışa kapı açar.
- Tefekkür, “Dikkat ve teemmüldür.”
- Tefekkür, illüzyondan kurtulmak, perdenin arkasını görmektir.
- Tefekkür, her türlü zandan ve evham karanlıklarından kurtulmaktır.
- Tefekkür, kendi üzerimizde derinlemesine ve tafsilatlı düşünmektir.
- Tefekkür, zindanı saray yapmaktır. (Mesnevi-i Nuriye Zeylül Zeyl)
Tefekkür Türleri
Bediüzzaman tefekkürü ikiye ayırır:
Âfaki ve Enfüsi tefekkür.
Afaki Tefekkür; Makro-Objektif Tefekkürdür.
Bilgi ve kavrama amaçlı tefekkürdür.
Örfî tefekkürdür.
Bu tefekkür türü, kendimiz dışındaki varlıklarla ilişkimizi düzenler.
Afakî tefekkür “özetle, kısacası, ezcümle” biçiminde düşünmektir.
Nedeni de afakî tefekkürün sahili olmayan dipsiz deniz gibi olmasıdır ki, boğulma riski yüksektir. Çünkü tefekkür edilecek konular ve detaylar çok fazladır.
Afaki tefekkürde gaflet riski yüksektir; bu durumda gafletli bakış, üstünkörü, teğet ve yüzeysel bakmaktır.
Enfüsi Tefekkür; Mikro-Sübjektif Tefekkürdür.
Analitik, sentezci, kreatif (oluşturucu) tefekkürdür.
Bu tefekkürde gaflete düşmek zordur.
Mikro tefekkür, mana-yı harfi ile bakmaktır.
Mikro tefekkür peygamberlerde vahyin, velilerde ilhamın kapısıdır.
“İkra!” Velayet-i Ahmediyenin tefekkür menzili olan Hira mağarasında tecelli etti.
Rabbi Muhammed’e (sav) “İkra” ile iki delili tefekkür etmesi istedi:
Biri “âfâki ayetler” diğeri “enfüsi âyetler.”
Kur’an, düşünen (akleden) bir özne olarak, insan gerçeğini de entelektüel faaliyetin konusu haline getirdi.
“Çünkü bütün o tefekkürat, âyât-ı Kur'âniyenin lemeâtı olduğundan, âyâtın bir hassası olan usandırmamak ve halâvetini muhafaza etmek hassasının bir cilvesi, o tefekkür âyinesinde temessül etmiştir.” (29. Lem’a İfade-i Meram)
Sonuç olarak, “âyet” kelimesinin “Kur’an”, “kâinat” ve “insan” gerçeğine ilişkin anlamları birbirini açıklamakta ve bu gerçeklerden birinin göz ardı edilmesinin, düşünmeyi aslî konularının birinden mahrum bırakma neticesini doğurduğuna işaret etmektedir. (TDV Ansiklopedisi-Tefekkür Maddesi)
Tefekkür Esnasında Beyinde Neler Oluyor?
Çok yağmurlu, bulutların rahmet indirdiği bir hava tahayyül edin. Kara bulutlar bir yandan yağmura vesile olurken, diğer yandan şimşekler çakıyor ve gök tüm haşmetiyle gürlüyor.
Gerçekten, küremiz hayvana benziyor.
Şimşekler yerle gök arasında bir elektriksel enerji alıverişi yaptığı gibi, öğrendiğimiz her bilginin beynimizde nöronlar arasında bir elektriklenme ile iletişimine vesile olmaktadır.
Bu iletişimden “hads” doğar, “ilham” çıkar, sonucu da “Yakîn” olur.
Günümüzde sinir bilimi (Nöroscience) pek çok konunun, maneviyat konuları da dahil, sebepler bakımından açıklanmasına yardımcı olmaktadır.
Beyin araştırmaları gösteriyor ki, insanı insan yapan gelişmiş bir beyne sahip olmasıdır. Beyin muhteşem bir sistem olarak, sadece bu aciz bedenimizi değil, kainatı titretecek bir etkiye sahip.
Bu sistemin temel yapı taşı, resimde gördüğünüz nöron ismi verilen beynin ana sinir hücreleridir. (https://qbi.uq.edu.au/brain-basics/brain/brain-physiology/how-do-neurons-work#:~:text)
Algı, zekâ, akıl, mantık, düşünce gibi bilişsel fonksiyonların hepsi, izn-i İlahi ile nöral aktivitenin sağladığı fonksiyonlardır.
Nöronlar birbirleriyle elektro-kimyasal bir işlemle haberleşerek yeni bağlantılar oluşturuyorlar.
Tüm duygular, düşünceler, eylemler kısacası tüm aktivitelerimiz bir nörondan diğerine iletilen elektro-kimyasal sinyallerle meydana geliyor.
Yetişkin bir insan beyninde ortalama 100 milyar adet nöron bulunur.
Her nöron, dendrit adı verilen uyarıcı sinyallerin alındığı bir giriş bölgesi ile uyarıları hücre gövdesinden alıp diğer hücrelere ileten çıkış bölgesi yani akson yapılarından oluşuyor.
Nöronların temel görevi, beynin verdiği kararlara uygun biyoelektrik sinyalleri dağıtmaktır.
Uyarılan nöronlar şimşek çakması gibi bir hızla diğer nöronları uyararak karmaşık bir nöron ağı oluşturuyorlar.
Her nöronun akson ucu, elektrik kablolarındaki gibi miyelin kılıf adı verilen özel bir doku ile sarılarak izole edilmiş haldedir.
Bu doku enerjinin iletim hızını arttırarak, düşünme ve öğrenme becerilerini geliştiriyor.
Tefekkür ettiğimizde, yeni bir şeyler öğrendiğimizde ve aslında bir şeylere “kafa yorduğumuzda” nöronlar arasında yeni bağlantılar oluşturmuş oluyoruz.
Bu düşünsel olaylar sonucunda karmaşık nöron ağları oluşuyor.
Bu bağlantılar arasındaki boşluğa ise sinaps adı verilir.
Her nöron, ortalama olarak 1000 sinaps (sinir bağlantısı) oluşturur. Sinapsların sayısı ne kadar fazlaysa, edindiğimiz bilgilerin işlenebilirliği o kadar fazla diyebiliriz.
Beynimize saniyede yaklaşık 400 milyar bit bilgi girer; ne kadar çok sinaps, o kadar çok bilgi işlemek ve bu girdileri verimli bir şekilde değerlendirebilmek demektir.
Bilişsel fonksiyonların karşılaştırılması aşamasında ise beynin büyüklüğü yani nöron sayısı değil, sinaps sayısı önemli ölçüttür. Yani sinaps sayısı ile tefekkür seviyeniz doğru orantılı diyebiliriz.
Nöron sayısı azalmaz ama sinaps sayısı azalabilir. Zaman içinde aktif etmediğiniz verileri artık hatırlayamadığınızı görürsünüz. Buna yaşlanma diyoruz.
Beynimizde 100 milyar nöron olduğuna göre, toplamda 100 trilyon adet sinaps bulunur!
Etkileyici, değil mi?
Tıpkı bize ışığı henüz ulaşmamış olan yıldızların varlığını bildiğimiz gibi değil mi?
Düşünme anında beyinde ne gibi değişiklikler oluyor?
Sinir sistemimizin nasıl çalıştığından bahsettiğimize göre gelelim şimdi düşünme işlemimize.
Tefekkür yeteneğimiz o kadar güçlü ki; yaşamadığı bir tecrübeyi hayal eden bir kişiyle, bunu yaşayan bir kişi karşılaştırıldığında, ikisinin de beyinlerindeki nöron ağının birbiriyle aynı olduğu anlaşıldı.
Düşünce adını verdiğimiz kavramı, beyindeki hücrelere ulaşan elektrokimyasal sinyallere verilen biyokimyasal tepkilerin tümü olarak açıklayabilmemiz mümkün. Yani düşündüğünüz şey, tamamen bunun için özelleşen hücrelerin meydana getirdiği beyinsel tepkimelerden oluşuyor.
Ontario, Kingston'daki Queen's Üniversitesi'ndeki psikologların yaptığı yeni bir çalışma, fMRI beyin taramalarında bir düşünceden diğerine geçiş gözlemlerini rapor ediyor.
Araştırmacılar düşüncelerimizin içeriğini tespit edememiş olsalar da, yöntemleri her birini saymalarına izin verdi. "Düşünce solucanları" olarak anılan ekip, ortalama bir insanın günde 6.200 düşüncesi olduğunu söylüyor. Araştırmayı kaleme alan ise Jordan Poppenk. (Kaynak: https://www.nature.com/articles/s41467-020-17255-9)
Herhangi bir konu hakkında ne kadar çok düşünürsek, o konuyla alakalı özel nöron ağları güçleniyor ve her seferinde harcanan enerji daha da azalmış oluyor.
Yalnız, yaş gruplarına göre nöron üretimi değişiyor.
Çocukken beynimizin oluşumu 3 yaşına kadar %70 oranında tamamlanırken, gençliğimizde ve büyüme yaşlarımızda beyin hücre sayıları ve sinapsler aldığımız eğitimin ve öğrenme isteğinin dürtüsüyle hızla çoğalıyor.
Çocukken, gençken ve yetişkinlik yaşlarında sürekli çoğalan nöronlar, öğrenme durdurulduğunda veya kullanılmadıkça ölmeye başlar. Bu süreç yani beyni kullanmama veya öğrenmeyi durdurma süreci devam ettirilirse, yaşlandığımızda Alzheimer gibi hastalıklara yakalanma riskimiz artmaktadır.
Yaşlandıkça beyniniz yeni kayıtlar yapmakta zorlanır ve çocukluğunuz ve gençliğinizdeki anıları hatırlarken, yeni öğrendiğiniz isimler ve yüzleri, yeni bilgileri hafızanıza kaydetmez veya kaydetmekte zorlanacaktır.
Çözüm Nedir?
Çözüm tefekkür sisteminin bir parçası olmaya devam etmektir. Beyninizi okuma ve öğrenme, ilişkiler kurma, gezme, problem çözme, yarışmalara ve sosyal gruplara katılma, sohbet etme gibi beyni düşündürmeye, tefekkür sisteminden kopmadan hayat boyu öğrenmeye devam etmektir.
Nöron Tarlasına Ne Ekiyorsanız Onu Biçersiniz!
Bu kadar bilgi ürkütücü değil mi?
Beynimiz aslında bir nöron tarlası gibidir. Bu tarlaya ne ekerseniz onu biçersiniz. Çünkü şu görünen kainatta da, başımızda taşıdığımız beyin de “Levh-i Mahfuzun Kitab-ı Mübinidir; bir yaz boz tahtasıdır.” (30. Söz, İkinci Maksad, Mukaddime)
İnsan düşünce tarlasına ne ektiğine bakmaz mı?
“Tefekkür” sistemi, beyin tarlasına ekim yapma işidir.
Yapmanız gerekenler basittir:
1- Tefekkür tohumlarını “güzel düşünme” prensibiyle mevsiminde ekersiniz. Bakınız: https://www.risalehaber.com/guzel-goren-neden-guzel-dusunur-22770yy.htm
2- Sonra beyin tarlanızı ekime hazırlamalısınız. Bunu daha çok bebekliğimizden çocukluğumuza, oradan yetişkinliğimize kadar önce anne-babamız ve özel çevremiz, sonra genişleyen dairelerde etkilendiğimiz sosyal çevremiz ekime hazırlar.
3- Olumlu, iyi, ahlaki, İlahi rızaya, sünnete ve adetullaha riayet etmek gibi düşünce tohumlarınızı serpersiniz.
4- Tefekkür tohumlarını; ibadetle, zikir ve evrad ile sularsınız.
5- Filizlenen tefekkürü, zararlı fikirler kemirmesin (vesvese) diye tevbe-istiğfarla ve “Subhanallah” ile (9. Söz) ilaçlarsınız, sınırlar çizersiniz.
6- Çiçeklenen tefekkür fidanınızı bal toplayan arılar ve döllenmeyi sağlayan diğer uçucular dışında kimseye yaklaştırmayınız. Özellikle “eşeklere”; yoksa fikirlerinizi yerler.
7- Meyve veren tefekkürünüzü, meyvenin çekirdeğinde muhafaza ederek, farklı zeminlerde boy atması için etrafa yayınız.
İyi bahçıvan kendi tefekkür bahçesine sahip olandır.
Düşünceler nasıl kaderiniz olur?
Önceleri işittiğim güzel bir deyiş vardı.
“Hayallerinize dikkat edin, onlar düşünce olur.
Düşüncelerinize dikkat edin, onlar davranış olur (Dervişin fikri-zikri)
Davranışlarınıza dikkat edin, onlar alışkanlık olur.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, onlar kaderiniz olur.”
Hayalle başlayıp bizden kopmaz bir parçaya dönüşen düşüncelerimizdir. bizi sorumlu kılan ise uygulama ve iltizamımızdır.
Amel Defteri Nedir?
Bir başka yazıda, Bediüzzaman’ın Yirmialtıncı Söz’de üzerinde durduğu hafıza, iki kader türü olan “Nazari kader” ile “Bedihi kader” konusunu, beynimizdeki nöron tarlasına (nöron defterine), hesabını bir gün vereceğimiz hayat hikayemizi nasıl yazdığımızı anlatacağız ve aslında belki de amel defterimizi nasıl oluşturduğumuz üzerinde duracağız.
Şimdilik kısa kesiyoruz.
Bilimsel ayrıntıya girmeden şunları söyleyelim:
Tefekkür beynimizde sinaps üretmektir.
Ne kadar fazla sinaps üretirseniz, beyniniz ve düşünme biçimleriniz o kadar ayrıntılı, alternatifli olur. Çözüm insanı olursunuz.
Beyni kısır kalmış insanların, sürekli çözümsüzlükle sorunların bir parçası olmaları kaçınılmazdır.
Risale-i Nur’un Dört Mesleğinden Biri Neden Tefekkürdür?
“İşte, madem kalb ve dimağ-ı insanî (insan beyni) bu merkezdedir; çekirdek haletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde derç edilmiştir.”
“Elbette ve herhalde, o kalbin Fâtırı, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış.”
“Madem irade etmiş; elbette o kalb dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velâyet merâtibinde zikr-i İlâhî ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir. (29. Mektup, telvihat-ı Tis’a, Birinci Telvih)
Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakka vâsıl olacak yolları dört gruba almıştır:
“Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür.” Tercih nedeni ise basittir: Kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli olmasıdır.
1- Kısa: İnsanlar kısa yolların tercih edildiği hız çağında yaşıyorlar. (Yeri gelmişken; ben de bu yazılarımın uzunluğunun farkındayım, ama araştırma yazılarında maksat buna uygun düşüyor.)
2- Daha selametli: Bu yolda olanlar zarar görmez. Tevazu ve mahviyet içerir. Minimaldir.
3- Daha umumiyetli: Toplumun geneline iletilebilir; kapsayıcıdır; dışlayıcı değildir.
Bu üç özelliği yanında, bu dört yol, ubudiyeti sağlar ve Rabbini hoşnut ederek halkalara da kabul ettirir.
“Acz ve Fakr” Allah’ın “Rahman” ismine, “Şefkat” “Rahîm” ismine ve “Tefekkür” ise “Hakîm” ismine ulaştırır.
Tefekkür yolu nasıl bir yoldur?
Bediüzaman insan beynini “Dimağ” kavramıyla ifade etmektedir. Bu dimağ üzerinden Kâinatın her bir nev'iyle iletişim kurulabilir.
Cenab-ı Allah, “zîhayatların kafalarında bir fonoğraf, bir fotoğraf, birer telgraf gibi çok makineleri” yerleştirip, “her bir insan kafasına, değil yalnız plâksız fonoğraf, birer âyinesiz fotoğraf, bir telsiz telgraf” yerleştirmiştir.
Bununla ulvi şuunatını ve sürekliliği kesilmeyeb faaliyetlerini açıklar. (Otuzuncu Lem’a, İsm-i Kayyum, 4. Şua)
***
Bediüzaman’a “Neden tefekkür sistemini mesleğiniz olarak benimsediniz?” şeklinde sorarsanız alacağınız cevap şöyledir:
“Evet, Risale-i Nur'un mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle, Hazret-i İbrahim'in (a.s.) hususî meşrebi olan tefekkür ve şefkat noktasında tam tevafuk etmek sırrıyla şu sûrede daha ziyade Risale-i Nur'u kucağına alıyor.” (Birinci Şua, İkinci Sual, 29. Ayet)
"Gece bastırınca İbrahim bir yıldız gördü, 'Rabbim budur!' dedi. Yıldız sönünce de, 'Ben öyle sönüp batanları tanrı diye sevmem' (dedi)." En'âm Sûresi, 6:76.) (9.Söz)
Ayetlerde "Tâ ki tefekkür edin." Bakara Sûresi, 2:219; "Tâ ki tefekkür etsinler." Nahl Sûresi, 16:44.) "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur." “Hattâ Nakşîlerin hafî zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
On üç seneden beri kalbim, aklımla imtizaç edip Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın, “Tefekkür eden bir topluluk için deliller vardır” gibi âyetlerle emrettiği tefekkür mesleğine teşvik ettiği; “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.” (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn, 4:409 (Kitâbu't-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1:78.) hadis-i şerifi, bazen bir saat tefekkür bir sene ibadet hükmünde olduğunu beyan edip tefekküre azîm teşvikat yaptığı cihetle, ben de bu on üç seneden beri meslek-i tefekkürde akıl ve kalbime tezahür eden büyük nurları ve uzun hakikatleri kendime muhafaza etmek için, işârât nev'inden bazı kelimâtı, o envâra delâlet etmek için değil, belki vücutlarına işaret ve tefekkürü teshil ve intizamı muhafaza için vaz' ettim.”
………….
“Bu âhirde gördüm ki, Risale-i Nur'un eczalarındaki kuvvetli ukde-i hayatiye ve parlak nurlar, o silsile-i tefekkürâtın lem'alarıdır. Bana ettikleri tesiri başka zatlara da edeceği düşüncesiyle, âhir ömrümde mecmuunu kaleme almak niyet etmiştim. Gerçi çok mühim parçaları risalelerde derc edilmiştir; fakat heyet-i mecmuasında başka bir kuvvet ve kıymet bulunacaktır. ( 29. Lem’a İfade-i Meram)
***
İnsanlar Neden Düşünmezler?
Sahi, “Neden akletmiyorlar?”
İnsanların düşünmemesine, tefekküre yanaşmamasına dair, bu anlamda, Kur’an-ı Kerim’de. 42 ayet vardır.
Özellikle “Akletme” eylemine dikkat çeker.
Cenab-ı Hak da insanların bu akılsızlıklarından müştekidir.
“Ey akıl sahipleri” diye uyarır; insanoğlu-insanın akletmesi gerektiğini defalarca ifade eder.
“Âlim olanlardan başkası onlara akıl erdirmez. (29/Ankebût 43)” der.
Zaten kendi aleyhine davranış biriktiren, daha zalim ve çokça cahil varlık olarak insandan başka kim vardır?
Tefekkür sistemi gelişmiş, akleden, kendini ve kainatı okumasını bilen okuryazarları kutsamıştır.
Peki insanlar neden düşünmezler?
Düşünmek bu kadar zor mudur?
Evet, zordur.
Her yapıcı davranış gibi, düşünme ve tefekkür de bir eylem gerektirir.
Öncelikle farkında olsun-olmasın düşünmeye niyetlenmesi gerekir.
Düşünen sorumludur.
Tefekkür eden fikir yüklenir.
Sorumluluk “keyfemayeşa” davranışları engeller.
Sorumluluk alamayan insanlardan hayır gelmez.
Düşünse ne olacak, düşünmese ne olacak?
Düşünse de nefsini, içtimai rütbesini düşünür. Riyakar olur.
Düşüncesizlik bencilliğe yol açar.
Sadece ilkel beyniyle yaşayan insanlar topluluğunda düşünme olmaz.
İlkel beyinle yaşayan toplumlar, aklına gelen ilk fikri uygulamak, iki ayağıyla suyun derinliğini ölçmek, ağzından çıkanı kulağı duymamak, mahalle dedikodusuyla kardeşini öldürmek, içgüdüleri ve zevklerinin dürtüleriyle dürtüklenip harekete geçen insanlar topluluğudur.
İlkel beyin düşünmeyen beyindir; böyle toplumlar kuvve-i dafiası ve kuvve-i şeheviyesinin ifrat düzeyleri öne çıkan ilkel toplumlardır. Avcı toplumlardır. Kuvve-i akliyesi tersine çalışan (ifart-tefrit) toplumlarıdır.
Sonuç: Haydi, “Düşünen Nesiller Projesi” Yapalım!
Hasan Âli Yücel “23 Nisan” şiirinde bir neslin hafızasını nasıl formatladıklarını dört kelime ile özetlemişti:
“Eskiyi unut, yeni yolu tut!”
Oysa yeni yol, geçmiş hafızaya dayanılarak yapılır.
Eskiyi, tarihi, kökü unutturmak demek anarşist nesiller yetiştirmek demektir.
Kur’an’dan ve ecdadından uzak bir nesil.
Ne yaman bir saldırganlıktır bu; oysa yetişecek kuşak kendisini de yer.
Bu topraklar tefekkürü Kur’an’dan öğrendi.
Tarih boyunca kutup gibi mütefekkirler yetiştirdi.
Son yüzyılında kah-ı ricale uğradı.
Bir avuç mütefekkir kalmıştı; onları da cumhuriyet dönemi sildi, süpürdü.
Kimini idam etti, kimini sürdü, kimini kaçırdı.
Her şeye rağmen ayakta kalabilen nadir şahsiyetler vardı. Hatta belki “nadir şahsiyet” demek daha doğru olur: Bediüzzaman Said Nursi
O da Risale-i Nur yoluyla hayatımıza yepyeni bir yöntem kattı: “Tefekkür sistemi”
“Din yok” diyen cumhuriyet seçkinlerine; “Din hayatın hayatı hem ruh hem esası, ihya-yı din ile bu milletin ihyası” mesajını verdi.
Tefekkürsüz bir neslin anarşist olacağını üzülerek haber verdi.
Devlet ideolojisinden ve tek adamlığın empoze edilmesinden ortaya bir acubeden başka ne çıkar?
Yetişen nesillerin aşamayacağı idolleri bir de benzesinler diye ortaya dikenler, kabirlerinde ne kadar rahatlardır şimdi?
Bu hür düşünmeyi öldürmektir.
Bu güruha karşı tek bir kişi ayaktaydı: Said Nur ve talebeleri.
Tefekkürü olmayan kurşun asker yetiştirme politikalarına karşı, kurşun kalemiyle tefekkür tohumları ekti; nice isimsiz mütefekkirler yetişti.
Kurşun askerin vicdanı hür olabilir mi?
Tefekkür hür kalelerde yapılır.
Cumhuriyet hür tefekkürün sığınağı olması gerekirken onu da iğdiş ettiler.
Elimize “Cumhuriyet” diye tutuşturulan “isim ve resimden ibaret bir Cumhuriyet”ti.
Böyle bir ortamda düşünce nasıl gelişsin?
Nasıl mütefekkir yetişsin?
Geçmişi unutturmak isteyen Hasan Âli Yücel ne demişti: “Eskiyi unut!”
Demek istediği, “Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek için sefahat ve eğlencelerle bu ince şeyleri düşünmeyerek yaşayacağız.” (Meyve Risalesi, 3. Mesele)
Oysa ne cevap vermişti Bediüzzaman:
“Hayvan gibi olamazsın. Çünkü hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır.”
Oysa insan mazi ve müstakbet arasında ikili etkileşime açıktır; açık da olmalıdır.
Eski olmadan bugünü anlayamazsın; tefekkür edemezsin.
En ünvanlı adamlarımız bile derinlikli değil; yüzeysel, “Teğetçi.”
Şimdi farklı erozyonlar nedeniyle derin düşünme yerine teğet geçme (Teğet bakışı) hakim oldu.
PISA’da en iyi puanları alan ülkeler bizden daha fazla düşünsel hayat sahipler. Daha mütefekkir insanlar yetiştiriyorlar.
Finlandiya, Norveç, İsveç bizden daha çok tefekkür sahibi…
Çünkü tefekkür hür düşünme ortamında yetişir; o ülkeler buna sahip.
“Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul. Veya aklını imanla başına al, Kur'ân'ı dinle, yüz derece hayvandan ziyade bu fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan.”
***
Cemil Meriç, “Tefekkür vuzuhla başlar, kurtuluş şuurla” demişti
- Tefekkür Teşekkürü (Minnet hissini)
- Tefekkür Tebessümü (Şaşkınlık ve hayreti)
- Tefekkür Tedebbürü (İdare ve terbiye hissini) istilzam eder.
Buna göre, konuyu Birinci Söz’ün meşhur Zikir-Fikir-Şükür üçlemesiyle ilişkilendirelim:
Tebessüm: Nimetlere içten bir gülüşle gönül kapısını “Bismillâh" ile açmak zikirdir.
Teşekkür: “Âhirde "Elhamdü lillâh" şükürdür”.
Tefekkür: Ortada ise “bu kıymettar harika-i san'at olan nimetler Ehad, Samed'in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.”
Tefekkürü bol, sağlıklı günler dilerim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.