Nefsinin arzusunu kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?

Nefsinin arzusunu kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Câsiye Sûresi 20-24. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

20-Bu (Kur’ân), insanlara (kurtuluş yollarını gösteren) basîretler (deliller)dir ve kat‘î olarak îmân edecek bir topluluk için bir hidâyet ve bir rahmettir.

21-Yoksa kötülükleri işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, îmân edip sâlih amel işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı sandı(lar)? Ne kötü hüküm veriyorlar!

22-Ve Allah, gökleri ve yeri hak ile (herşeyi, yerli yerinde) yarattı ki (kudretine delâlet etsin) ve herkes kazandığının karşılığını görsün! Ve (o gün) onlara haksızlık edilmez.

23-İşte (nefsinin) arzusunu kendisine ilâh edinen ve Allah’ın (ezelî olan) bir ilim üzere (küfürlerindeki inadları yüzünden) dalâlete attığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üzerine de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Peki onu, Allah’dan sonra kim hidâyete erdirebilir? Hiç ibret almıyor musunuz?

24-Hâlbuki (onlar): “O (hayat), ancak bizim bu dünya hayâtımızdır; (burada) ölürüz ve (burada) yaşarız; hem bizi ancak zaman helâk eder!” dediler. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Doğrusu onlar ancak zanda bulunuyorlar.(*)

(*)“Ebedî, sermedî (dâimî), misilsiz bir cemâl (güzellik), elbette âyinedâr müştâkının (ayna gibi onun isimlerini görecek ve kendinde gösterecek hayranlarının) ebediyetini ve bekāsını ister. Hem kusursuz, ebedî bir kemâl-i san‘at (san‘attaki mükemmellik), mütefekkir dellâlının (onu düşünerek i‘lân edenin) devâmını taleb eder. Hem nihâyetsiz bir rahmet ve ihsan (merhamet ve ikrâm edicilik), muhtaç müteşekkirlerinin (minnetdârlarının) devâm-ı tena“umlarını (devamlı ni‘metlendirilmelerini) iktizâ eder (gerektirir). İşte o âyinedâr müştak, o dellâl mütefekkir, o muhtaç müteşekkir; en başta rûh-ı insânîdir (insan rûhudur). Öyle ise, ebedü’l-âbâd (sonsuzluk) yolunda; o cemâl, o kemâl, o rahmete refâkat (eşlik) edecek, bâkī kalacaktır. (...) Değil rûh-ı beşer, hattâ en basit tabakāt-ı mevcûdât (varlık tabakaları) dahi, fenâ (yok olmak) için yaratılmamışlar; bir nevi‘ bekāya mazhardırlar. Hattâ ruhsuz, ehemmiyetsiz bir çiçek dahi, vücûd-ı zâhirîden gitse (görünen vücûdu yok olsa), bin vecihle (cihetle) bir nevi‘ bekāya mazhardır (varlığı devâm eder). (...) Rûh-ı beşer, ne derece kat‘iyetle bekāya mazhar ve ebediyetle merbut (bağlı) ve sermediyetle (sonsuzlukla) alâkadar olduğunu anlamazsan, nasıl ‘Zîşuûr (şuûr sâhibi) bir insanım’ diyebilirsin?” (Sözler, 29. Söz, 191)