Dünyanın en özgür insanı Peygamberimizdir (asm)
Eğitimci yazar Hüseyin Kara, Peygamber Efendimiz (asm) ve Sahabelerin hayatını çok farklı bir pencereden yazdı
Röportaj: Ahmet Bilgi-Risale Haber
Eğitimci-yazar Hüseyin Kara, Peygamber Efendimiz (asm) ve Sahabelerin hayatını çok farklı bir pencereden yazdı. Kutlu Doğum haftasının kutlandığı bir zaman tevafuk eden “Özgürlüksün Ey İman!” adlı kitap bu hafta içinde Merak Yayınları arasında yayınlanacak. Asr-ı Saadet’te yaşanan özgürlükleri anlatan kitabı Hüseyin Kara ile konuştuk.
“Özgürlüksün Ey İman!” adlı kitabın ismi neyi çağrıştırıyor?
Yıllarca yabancı olup da aslında sahip olduğumuz davanın en büyük özelliklerinden biri de özgürlük. İnananlar olarak bizim önemli vasıflarımızdan biri olması gerekirken, yine yıllarca bundan, isminden de çekindik ve korktuk. Birileri onu bizden aldı. Ama ne yazık ki, bu güzel isme çok yanlış anlam yüklediler; öylece kullanmaya kalkıştılar. Böyle olunca da özgürlük adına çok rezaletler işlendi. Oysa biz ta Asr-ı Sadette olduğu gibi onu hayatımızda uygulayarak kullanmamız, kullandığımız şekilde anlamlandırmamız gerekirdi. Biz böyle yapmayınca, başkalarının yüklediği anlamla tanıştık özgürlükle ve belki de ondan yıllarca ürküşümüz bu yüzden oldu.
SAHABELERİN HER BİRİ ÖZGÜRLÜĞÜN CANLI TİMSALİYDİ
Kendi değerimizden ürker hale gelişimizin elbette bir mazereti olamazdı. Neyse ki, koca Asrın Adamı Bediüzzaman Said Nursi, öyle bizden küsmüş bu özelliğimize, özgürlüğe, hiç kimsenin iyimser bakamadığı ve belki de korktuğu bir dönemde, olması gerektiği şekilde, Kur’an’ın öngördüğü ve Peygamberimizin uyguladığı anlamda kullanmaya ve onu her yerde konuşmaya başlayınca, işte o zaman “Haa!” diyebildik. Bu güzel ismi, bu güzel hasleti o meşum ellerden kurtardı. Özgürlüğün imanın en büyük hasleti olduğunu öğrendik. Özgürlükle ikiz doğduğumuzun o zaman farkına vardık. İman parladıkça özgürlüğün ancak bütün özellikleriyle gün ışığına çıkacağını gördük. Bunun zıddı olan istibdadın, yani baskının bütün gelişmelerin önünde bir büyük engel olduğunu kavradık. Sahabelerin her biri özgürlüğün canlı timsaliydi.
Bu ismin bu kitaba çok yakıştığına inanıyorum. Çünkü, kitaptaki her bir olay özgürlüğün asırlar önce, sevgili Peygamberimizin (asm) sosyal mucizesi olarak bütün anlamlarıyla yaşandığının en büyük belgesidir.
GELİP GEÇMİŞ VE GELECEK İNSANLARIN EN BÜYÜK ÖZGÜRÜ O’DUR
Sosyal mucizeden kastınız nedir?
Gelip geçmiş ve gelecek insanların en büyük özgürü kimdir diye bir soru sormaya kalksanız, böyle bir sorunun cevabını da biz versek, hiç tereddütsüz sevgili Peygamberimizdir, deriz. Kâinatın Efendisi, davasına özgürlüğün adımıyla başladı. İçinde bulunduğu kavminin inanışlarını reddetmeyle işe başladı. Birilerinin sultasına karşı boyun eğmemekle işe başladı. Müşriklerin inandığı putların anlamsızlığını söyleyerek, tek hâkimin Allah olduğunu ilan ederek, davasının ilkelerini yavaş yavaş ortaya koyarak başladı. Köleliklere son verdi. Bütün hâkimiyetin Yaradan’a ait olduğunu belletti. Kulun kula ve diğer unsurlara köle döneminin kapandığını ilan etti. Bu güzelim dünyada herkesin şahane özgür olduğunu gösterdi. Yalnız başına da kalsa, imana direnen kavminin de bütün dünyanın da karşısında dimdik ve eğilmeden ayakta durmaktan korkmadı. Özgürlüğünün bütün stratejilerini nübüvvetinin başından sonuna kadar uyguladı.
Etrafında birer ikişer toplanan davasının bağlıları da özgürlük ve korkusuzlukta onu takip etti. Ona bağlanan zulüm ve işkencelere rağmen ondan bir daha kopmadı. Kendisiyle kenetlenen öylesine bir toplum oluştu ki, dünya kurulalı beri ona benzer bir toplum çıkmamıştı ve bundan sonra da çıkmayacaktır. Peygamberimizin bu mucize toplumu, her biri tam bir özgür olan sahabeler topluluğuydu.
İşte bu toplum, bireyleriyle dünyaya özgürlüğü yaşatan bu imanı, bu ruhu özellikle dört halife döneminde bütün yönleriyle tanıttı ve hayatın her safhasında uyguladı. Bu güzide toplum yalandan, ikiyüzlülükten, her türlü çıkarlardan hep uzak durdu. Öylesine süratle bu değerleri yaydılar ki, dört halife döneminde nerdeyse dünyanın etkin bölgesinin üçte ikisine hâkim oldular. Bu kısa zaman parçasında İran İmparatorluğu yerle bir oldu. Bizans İmparatorluğunun da büyük bir bölümü Müslümanların eline geçti.
Evet, sevgili Peygamberimizle ve onun kurduğu güzide mucize toplum olan sahabelerle dünyanın yüzü değişti. Dünya da, kâinat da gülmeye başladı. Artık peygamberimizin getirdiği nurla, her şey bir anlama kavuştu; çözümlenmeyen bir olay ya da bir nesne kalmadı. Bu Nur, asırlarca, dünyayı, insanları, toplumları ışıttı; büyük medeniyetlerin kurulmasına önayak oldu. Bugün de bunları düşünebiliyorsak, özgürlüğü konuşabiliyorsak, hakikatin, yani Kur’an’ın bir büyük açılımına şahit oluyorsak, sevgili Peygamberimizin getirdiği bu Nur sayesinde olduğuna hiş kuşku yok.
ÖZGÜRLÜK İMANIN ÖZELLİĞİDİR
O halde “Özgürlüksün Ey İman!” nasıl çıktı?
Biz âcizane, ihlâsın, davaya bağlılıkların, fedakârlıkların, yalnız ve yalnız Yaratıcının rızasına uygun davranışların, özgürlük denen olgunun dört dörtlük yaşanmasından geçtiğine inanıyoruz. “Evet” deyebilmek kadar “hayır” demenin de bir dava adamında son derece önem arz ettiğine inanıyoruz. Allah’tan korkan hiçbir şeyden korkmaz. Ölüm de bu gibiler için bir nevruz günüdür. Korkmayan, yani özgür olan, yani davasına gönlünü kaptıran, yapacağını hiç kimsenin etkisi altında kalmadan yapar. Onda ne gösteriş ne de ikiyüzlülük olur. Söyleyeceğini de dobra dobra söyler. Onun için kırılmayacak olan yalnız ve yalnız hakikattir, doğru olandır, davadır, davanın en küçük ilkesidir. Bu gibilerin hayatında hiçbir çıkar yok.
İşte Peygamberimizin sahabelerinin her biri, “özgürlüğün imanın hassası” olduğunu hayatlarıyla ispatladılar. Kimi davası için savaş meydanlarında şehit düştü, kimi en iğrenç ve acımasız zulümlere sabretti, kimi bir halife de olsa halkıyla birlikte acıları yaşadı, kimi davasının yalnız bir ilkesi için ölümü bile göze aldı ve kimi de malını ve mülkünü davası yoluna harcadı. Hepsi de birbirinden güzel özgürlükler sergiledi. Onlar bunları bir bir yaşarlarken, hep Allah’ın rızasını gözettiler, en küçük bir çıkarı dahi akıllarından geçirmediler. Sahabeleri sahabe yapan iksir de buydu.
İşte biz de âcizane, bu iksirle birlikte özgürlüğün bir insanda neler yapabildiğini ve yapabileceğini göz önüne sermek için, önce Peygamberimizin mucize toplumunun bu eşsiz insanlarının yalnızca ihlâs ve özgürlük levhalarını çıkarmaya çalıştık. Denenmiş, yaşanmış olaylardı bunlar. Kur’an’ın sanki canlı timsalleri, Kur’an’ın yaşanabilirliğinin örnekleriydi hepsi. Bu olaylara geçmiş gözle bakamazdık. Onlar yaşamışsa, birilerince de günümüzde yaşayabileceğinin ruhunu vermeliydi bize. Nitekim sahabelere parmak ısırtan şeref levhalarının günümüzde de yaşandığına şahit oluyorduk. Bunları da ikinci kitabımızda, belki birinci kitaptan hemen sonra yayınlanacak eserimizde vermeye çalıştık.
Sahabeler kim, biz kim de diyemezdik. Mademki, yüce Peygamberimizin emanet ettiği Kur’an elimizde vardı; o halde, onlar gibi değilse de, karınca kararınca bu özgürlükleri, bu imanı, bu özverileri yaşamamaya engel ne olabilir ki? Dava varsa, dimdik ayakta duruyorsa, bizi hayrete sürükleyen özgürlükler günümüzde ve her zaman da yaşanır, yaşanmalı ve nitekim yaşandı. Birinci kitap, onlarca örneklerle bu davanın yaşandığına ilişkin en büyük delilse, ikinci kitap da çağımızda Kur’an davasının sahabeye benzer şekilde yaşanabileceğinin belgesidir.
Bu konunun ikinci kitabı da mı var?
Evet, şimdiden bunun müjdesini de verebiliriz. Biraz önce dediğimiz gibi, Kur’an günümüzde pekâlâ gözümüzü kamaştıran o sahabeler gibi yaşanabilir. Bunun çığırını Asrın Adamı Bediüzzaman açtı; onu takip edenler yüzlerce örnekleriyle yaşadı ve halen de yaşamaktadır. Önemli olan Kur’an’ın elde bulunmasıdır, onun çağımızdaki tefsiri olan Risale-i Nur’un elden ele dolaşmasıdır.
SAHABELERİN ÖZGÜRLÜKLERİ, İHLÂSLARI VURGULANDI
Şimdiye kadar buna benzer bir çalışma yapıldı mı? Varsa, sizin kitabınızın bunlardan ne farkı var?
Şüphesiz yapıldı. Sahabelerin ve büyüklerin hayat öyküleri çoktur. Birçok değerli yazarlar tarafından kaleme alınmış. Zaten biz de bunlardan yararlandık.
Ama bir farkla ki, sahabelerin hayat hikâyelerini araştırırken, özgürlükle, ihlâsla ilgili olanlarını ve fedakârlık gibi özellikleri içeren örneklerini özenle seçtik. Özellikle kutsal davanın nasıl bir insanda yaşanabildiğinin ve yaşanması gerektiğinin üzerinde vurgu yaptık. Yer yer hayatımıza nasıl yansıyabileceğine işaretler edildi. Bu büyük insanların yaşadıklarını okurken, bizden biri imiş gibi algılayabilmek için uygun bir üslup kullanıldı. Rahat ve sürükleyici okunan hikâye üslubu seçildi. Sahabelerin özgürlükleri, ihlâsları vurgulandı. Kim onların hangisini okursa, onların hayatına imrenme gibi bir duyguya kapılması için ne gerekiyorsa yapıldı.
Daha önceki şeref levhalarından çok daha değişik bir çeşni okuyuculara vereceğine, bir okumaya başlanınca bitirinceye kadar bırakılmayacağına, okunulan her bölümde derin bir iç sorgulamasına girileceğine inanıyoruz. Sahabelerin her biri bir nur halesidir zaten.
Kitap kimi köşe başı ölçüleri de veriyor uyulması gereken. Her olayın hemen sonunda da “özgürlük levhası” adı altında olaydan çıkarılacak sonuç da verilmiş.
ZÜBEYİR GÜNDÜZALP SAHABELERİN HAYATLARIYLA İLGİLİ ESERLERİN MEYDANA GETİRİLMESİNİ ÇOK İSTİYORDU
Böyle bir çalışma düşüncenize nereden esti?
Özgürlük, öteden beri düşündüğümüz bir olgu. Özgürlüğü bilinç düzeyinde özümsemekle çok şey yapacağımıza, İslam’ın çıkarsız yaşanacağına inananlardandık. Sona yakın bir zamanda Bediüzzaman’ın havarisi olan Zübeyir Gündüzalp ağabeyimiz de sahabelerin hayatlarıyla ilgili eserlerin meydana getirilmesini çok istiyordu. İslam’ın, Kur’an’ın yaşanabilirliğinin delilleriydi sahabeler. Onların özellikle davaları adına yaptıkları kahramanlıkları, fedakârlıkları ve serdengeçtiliklerinin bütün hatlarıyla ortaya çıkarılmasını istiyordu. O da bir serdengeçtiydi çünkü; günümüzde sahabeye benzer örnekler yaşanacağına inanıyordu. İşte bu bağlamda, ta o zamanlar Ahmet Şahin’in “Şeref Levhaları”nın ortaya çıkmasına Zübeyir ağabeyin büyük teşvik ve rolü olmuştu. Gazetede çıkan o şeref levhalarını nasıl pür dikkatle ve içercesine okuduğunu dava dostları çok iyi bilir.
Biz de bu kitabı çok daha değişik bir çeşni ile ortaya çıkarmakla Zübeyir ağabeyin ruhunu da şad etmiş olursak, çok bahtiyar olmuş oluruz.
BU KİTAPLA EFENDİMİZİN ŞEFAATİNİ ÜZERİMİZE ÇEKMEK EN BÜYÜK ARZUMUZ
“Özgürlüksün Ey İman!” adlı kitabı özellikle mi “Kutlu Doğum Haftası”na yetiştirildi?
Yok. Tam bir tevafuk diyelim. Ama güzel bir tevafuk… Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimizin (asm) emaneti hatırlatmış olacak bu kitap. O’nun yüzlerce sahabelerince davasını yerde konmadan bize kadar iletildiğinin onlarca öyküleri ile karşımıza çıkacak. O güzide sahabelerin her birinde Peygamberimizin nefesi var. Onlar bunca fedakârlıkları, kahramanlıkları Allah adına, onun adına ve davaları adına yapmışlardı. Her olay o büyük insanı çağrıştıracak. Elde olmayan nedenlerden bile olsa, elbette güzel bir zamanlama oldu. Bu kitapla Efendimizin şefaatini üzerimize çekmek acizane en büyük arzumuz. Bu vesileyle Kâinatın Efendisi sevgili Peygamberimize (asm) en derin sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. Kutlu Doğumunun İslam dünyasına yepyeni bir diriliş bahşetmesini Allah’tan diliyoruz.
SELMAN-I FARİSÎ’NİN KÂİNAT EFENDİSİNİN DİZİ DİBİNDE HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLAMASI
Özgürlüksün ey İman!’ın sizce orijinal yanı nedir?
Ben de bir taraf olarak değil, dışarıdan biri olarak bunu değerlendireyim bari. Sahabeler büyük kahramanlar. Onların her biri insanı ciddi etkiliyor. Tashih ederken çoğunlukla onların ruh hallerinde kaybolurdum; bu kez tashihi unuturdum. Eğer bir ruh dinginliği içinde isem, kimi bölümlerde derin düşüncelere dalarım. Kimi zaman onların bu fedakârlıkları karşısında gözyaşı döktüğüm anlar olur. Selman-ı Farisî’nin o hararetli arayışının sonunda, peygamber olduğuna tam kanaat getirdiğinde Kâinat Efendisinin dizi dibine kendisini atıp, sahabelerin de olduğu bir ortamda nasıl hüngür hüngür ağladığı beni hala derinden düşündürür.
Bu şu demektir; yazarını da ağlatan kitap, çok şeyleri vermeye hazır bir kitap demektir. Hem sonra bu kitapta bizim fazla payımız yok ki! Bizim bunda payımız yalnızca bir vesilelik. Bu olaylar zaten sahabelerce yaşanmış. Davanın yaşanmış belgeleridir. Elbette bizim onlara çok çok minnet borcumuz var. Kitabı hazırlarken, önce ben kendim çok yararlandım. Elbette başkalarının da okuyarak yararlanmalarını isterim. Bu aynı zamanda onların bana duaları olur. Duaya çokça ihtiyacı olanlardanım.
Bir orijinal yanı da her olayda özgürlüğe vurgu yapması ve kendimizi de olaylara katmasıdır.
OKURLARA TAVSİYEM
Kitabı okuyana neyi tavsiye edersiniz?
Her özgürlük olay sahibi sahabeyi okurken, kendi gibi biri olduğunu kabul ederek okumasını tavsiye ederim. Yani o bu özveriyi yaşıyorsa, ben de o ilkeye sahip çıkarak yaşayabilirim düşüncesi içinde okunsa elbette iyi olur. Onlar da bizim gibi insanlar. Bir farkla ki, onlar Kur’an’ı, davayı özümsediler; davalarının bir emirber neferi, Peygamberin havarisi oldular. İlkeler bazında yaşadılar. Çıkar, yalan nedir bilmediler; hep doğruları söylediler. Bunları yaşadığımız takdirde biz de onlarınkine benzer kahramanlıklar gösterebiliriz. Bu duygular içinde okursak, elbette çok çok yararlanırız.
Ha, şunu da söylemede fayda var. Bir ideale, bir davaya sahip olmak güzel bir şeydir; insana başka şeylerden alamadığı hazzı verir. Hele bunun öte dünyayı da kucaklayan bir dava, yani İslam, yani Kur’an davası ise, sahibine neler kazandıracağını kestirmek zor değil. Bizi öyle geçici şeylerin tatmin etmediğine ilişkin hayatımızda bol bol örneklerine şahit olduk. Sahabeler, Kâinatın Efendisi’nin (asm) birinci muhatabıdır. Onların yaşayıp soluduklarına çok ihtiyacımız var. Onlar canlı birer dünyadırlar. Onların bu özgürlük levhalarını okurken, hayata bakış açılarını da, ilkelere bağlılıklarını da, toleranslarını ve herhangi bir çıkar gözetmediklerini de görmüş oluruz. Kitap bu açıdan da ilgi çekicidir sanırım.