Türkler ve Kürtler Said Nursi'de ittifak edebilir

Türkler ve Kürtler Said Nursi'de ittifak edebilir

Risale-i Nur üzerine ciddi çalışmaları olan Zehra Yayınları sahibi Osman Tunç ile yapılan röportajın ikinci bölümü...

Özgün Duruş Gazetesi'nden Abdulaziz Tantik'in Zehra Yayınları sahibi Osman Tunç ile yaptığı röportajın ikinci bölümü...


Yaklaşık son 5 yıldır Said Nursi ismi medyada ve bilim çevrelerinde daha fazla konuşulmaya, tartışılmaya ve araştırılmaya başladı. Üzerine sempozyumlar, doktora çalışmaları yapılıyor. Bütün bu gelişmeleri neye bağlıyorsunuz?

Türkiye 1960’ların, 1970’lerin Türkiye’si değil. Rahmetli Turgut Özal’la birlikte Türkiye dünyaya açıldı. Dünya ile entegrasyon halkın ufkunu açtı. İletişim teknolojisindeki hızlı gelişim sonucu dünya adeta bir köy haline dönüştü. Bu arada Avrupa Birliği yolunda yapılan çalışmalar ve atılan adımlar birçok siyasi ve fikri konular etrafındaki tartışmaları da beraberinde getirdi.

TÜRKİYELİ AYDINLAR SAİD NURSİ’NİN DÜŞÜNCELERİ ÜZERİNE KAFA YORUYORLAR

Türkiyeli aydınlar geç de olsa Said Nursi’nin yazmış olduğu eserler ve ileri sürdüğü düşünceler üzerinde kafa yormaya başladılar. Resmi ideolojinin Türkiye’nin sosyal, siyasal ve kültürel sorunlarına çözüm üretemez duruma düşmesinin bunda büyük ölçüde payı var, diye düşünüyorum. Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış ve o dönemlerde sosyal, siyasal ve kültürel yapının değişiminde tartışmalara katılmış, fikir beyan etmiş ve kendine özgü bir metotla düşüncelerini her üç dönemde de her çevreden insanlarla paylaşmaya çalışmış çağdaş bir İslam âlimine bugüne kadar bigâne kalınması büyük bir kayıptır ve bir o kadar da ayıptır. Evet, bu toplumun sorunlarına yakından şahit olan Said Nursi’nin eserlerinin okunması, aydınların ve medyanın onun düşünceleri üzerinde durması eserlerinin başta Arapça ve İngilizce olmak üzere birçok dile çevrilmesi, onun etrafında bir gündem oluşturmuş olması sevindiricidir. Türkiye’nin en can alıcı sorunu olan Kürt meselesi konusunda başvurulması gereken en önemli referanslardan biridir. Kürtlerin ve Türklerin üzerinde ittifaka varabilecekleri isimdir Said Nursi.

Burada demokratik açılımı ve Türkiye’nin kendi sorunlarını çözmeye yönelik adımlar attığı bir dönemi yaşıyoruz. Ama ana gövde olarak Türklerin ve Kürtlerin mevcudiyeti açık, Risale-i Nurlarda Kürt sorunu ve demokratik açılım meselesi nasıl yer alıyor? Veya Risalelerden kalkarak neler söylenebilir?

SAİD NURSİ BİR İSLAM ÂLİMİDİR

Said Nursi bir İslam âlimidir. Çözüm önerileri de İslami çerçeveyi hesaba katan bir bakışı içerir. Çünkü onun Kürt sorununa yaklaşımı yaşadığı bölgenin şartlarından kopuk bir yaklaşım değildir. Şartlarla uyumlu olmayı hesaba katar. İslam toplumlarının ırk ve mezhep ayrımı yapmadan birlikte olmalarını, bir arada yaşamalarını savunur.

KÜRTLERLE TÜRKLERİN BERABERLİĞİ ADİL OLMA ÇERÇEVESİNDE GERÇEKLEŞİR

Kürtlerle Türklerin bin yıllık bir beraberlikleri var. Bu birlikteliğin devamının pekiştirilmesi adil olmaktan geçer. Adalet ise hukukta eşitliği gerektirir. Kürtler başından beri bunun mucadelesini veriyorlar. Ama birlikte olmayı da inatla isteyerek. Çünkü tarih, kültür ve jeopolitik olarak Kürtlerle Türkler birbirlerine muhtaçtır. Kürtlerin yaşadığı bölge, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan geri kalmıştır. Türkler siyasi ve kültürel açıdan önemli bir tecrübeye sahipler. Kürtlerin gücü ile birleşirse tamamlanmış olur. Şayet ayrılma olursa bu durumda her iki tarafın da aleyhinde olur. Hak, hukuk ve adalet şemsiyesi altında bir birliktelik şarttır. İşte bütün mesele budur.

Said Nursi’nin çözüm konusundaki önerileri üzerine neler söylersiniz?

HAK OLAN BİR ŞEY HAKKINDA TARTIŞMA OLMAZ!

Bunu en doğal bir hak olan anadilde eğitim konusuyla örneklendirebiliriz. Said Nursi Medresetü’z-Zehra örneğini veriyor. Burada Arapça, Kürtçe ve Türkçeyi eğitim dili olarak öneriyor. Günümüzde gelinen nokta nedir? Demokratik açılım ile neler tartışılıyor? Anadil ile eğitim gibi temel bir hak, tartışmaya açılıyor. Hak olan bir şey üzerinde tartışma olur mu? Ne kadar trajikomik bir durum, değil mi?

Bediüzzaman ise daha Meşrutiyet döneminden itibaren ana dille eğitimi öneriyor. İmparatorluğun dağılma sürecinde ana dille eğitimin bir ıslah projesi olduğu gibi haklar bağlamında da bunun bir temel hak olduğunu söylüyor. Her milletin kendi ana dili ile eğitim yapabilmesi lazım. Biz ise bunu yüz sene sonra konuşmaya başladık. Ve maalesef buna halen de hukuki bir zemin bulamadık. Umarız demokratik açılım bu meseleyi bir çözüme kavuşturur. Evet, Kürtlerle Türklerin bir arada, eşit şartlarda yaşaması bir ihtiyaçtır. Bu hem sosyal, hem kültürel hem de siyasal açıdan bir ihtiyaçtır. Demokratikleşme sürecindeki bazı açılımlar bu açıdan Bediüzzaman’ın görüşlerine tekabül ediyor diyebiliriz. Şayet siyasi irade tökezlemez ve sağa sola yalpalamazsa tabii.

Bu Medresetü’z Zehra projesi hangi döneme tekabül ediyor?

MODERNLEŞME MEDRESELERİ GÖZ ARDI ETTİRİYOR

Tarihsel olarak Meşrutiyet dönemine tekabül ediyor. Eski Said dönemine yani. Tanzimat Fermanı’ndan sonra Osmanlı medreselerinde genel bir durgunluk olduğu biliniyor. Eğitimde modernleşme faaliyetleri, medreseleri göz ardı ettiriyor. O dönemde idadiye ve rüştiye okulları ve yabancı kolejler revaçta. Modern eğitim kurumlarına destek verilirken tekke, zaviye ve medreselere gerekli önem verilmiyor. Medresetü’z Zehra projesi bir yönüyle medreselerin ihmal edilmesine karşı bir reaksiyondur. Bunu bir proje olarak İkinci Abdülhamit’e getiriyor ve medreselerin ıslahı önerisini sunuyor. Verdiği dilekçede Kürdistan’da model bir üniversite açılmasını teklif ediyor. Aynı model üniversitelerin Diyarbakır ve Bitlis’te de açılmasını istiyor.

Bu projeyi biraz açar mısınız?

ZEHRA ÜNİVERSİTESİ EĞİTİMDE ISLAHAT PROJESİDİR

Zehra Üniversitesi projesi bir yönüyle eğitimde bir ıslahat projesidir. Diğer yönüyle dağılmakta olan imparatorluğun bir arada tutulması için siyasi ve sosyal bir girişimdir. Proje şu: Pozitif bilimlerle dini ilimlerin birlikte okutulması gerekiyor. Bu İslam dünyasının halen başaramadığı bir projedir. Bunu son dönemlerde İsmail Faruki ‘Bilimin İslamileştirilmesi’ olarak dillendirdi. Malezya, Bangladeş, Suudi Arabistan ve Pakistan’da uygulamaya yönelik birtakım hamleler yapıldı. Bu, işin kültürel yönü. İşin bir de siyasi yönü var. Celal Bayar ve Adnan Menderes’e yazdığı mektuplarda böyle bir üniversitenin kurulmasıyla Arabistan, Hindistan, İran, Kafkasya, Türkistan ve Kürdistan’daki milletler birbiriyle kaynaşacak, böylece birbirini yutmakla geçinen menfi milliyetçiliğe fırsat verilmeyecektir. Öte yandan Avrupa medeniyeti ile İslamiyet arasında bir musalaha temin edilecektir.

Said Nursi’nin hareketi ile diğer İslami hareketler arasındaki farkı nasıl yorumluyorsunuz?

ŞİDDET, DÜNYADAKİ İSLAMİ HAREKETLERİN BAŞARILI OLMASINI ENGELLEDİ

İslam dünyasındaki İslami direniş hareketleri, kullandıkları metod yüzünden başarıya ulaşamadılar. Siyasal şiddet unsuru taşımaları halkla bütünleşmelerine engel oldu. İslam dünyasındaki bu hareketlerin mantığı şöyleydi: Önce iktidar ele geçirilecek, sonra toplum şekillendirilecekti. Bediüzzaman bu metodu başından beri tasvip etmedi. Onun izlediği ve önerdiği metod, aşağıdan yukarıya doğru bir değişim projesiydi. Toplum herşeyden önce irşad edilmeye, ikna yolu ile aydınlatılmaya muhtaçtı. Zorla yapılacak bir aydınlatmanın ise sakıncalı tarafları vardı. Bediüzzaman’ın metodu zaman içerisinde meyvelerini vermiş oldu diyebiliriz. İslam dünyasındaki İslami direniş hareketleri de sonuç itibarı ile bir eksen değişimine yöneldiler ve yöntemlerini daha özgürlükçü bir çizgiye doğru çektiler.

Said Nursi, sezgisi çok güçlü biri, ihtilaf yerine ittihadı öne çıkaran bir âlim ve entelektüel. Ancak onu takip edenler, farklı kesimlere bölündüğü gibi risalelerin sadeleştirilmesi bile tartışmaya neden olabilmektedir. Ayrıca yaptığımız okumalar sürecinde Said Nursi’nin bazı görüşlerinin kitaplarına yansımadığı konusunda eleştiriler var. Siz bir müntesibi olarak bütün olup biteni nasıl yorumluyorsunuz?

BÖLÜNME, BİR YENİLENME GİBİ ÖNÜMÜZE ÇIKABİLİR

Nur cemaati Said Nursi’nin vefatından sonra yekpareliğini uzun süre devam ettiremedi. Maddi ve manevi kişisel eğilimler bir zaaf unsuru olarak ortaya çıktı. Bunun siyasi, kültürel ve ekonomik nedenleri de gözardı edilmemelidir. Şunu da belirtmek gerekir ki bölünme gibi görünen şey, bazen bir yenilenme olarak da karşımıza çıkabilir. Bu takdirde cemaat, kendi içinde yeni bir biçim ve formasyonla kendini yeniden üretmiş de olabilir. Kendini zamanın ruhuna göre yenilemeyen hareketler giderek kısırlaşır ve donuklaşır. Diğer bir tabirle kendi kendini tekrar eder. Ayrıca mevcut yorum farkları siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik sebeplere de dayalı yapılmış olabilir. Evet, Bediüzzaman Said Nursi’yi değişik şekilde ve belki de birilerinin hesabına laik Kemalist sistemle barışık gösterme ihtiyacını hissedenler de çıkmış olabilir. Bütün bunlarla birlikte Said Nursi’nin müntesipleri Üstadlarının mesajını değişik şekillerde yorumlama hakkına da sahiptirler denilebilir.

Osman Bey, demokratikleşme süreci, anayasa değişiklik paketi ve Kürt sorunu üzerine, ayrıca bu Kürt sorununda sadece PKK ve onun siyasi uzantısının muhatap alınması konusunda şahsi fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?

İNKÂR VE ASİMİLASYON SORUNU ÇÖZMÜYOR

Bu sorun yeni bir sorun değil. Yılların getirdiği ve biriktirdiği bir sorun. Bu soruna iktidar olmaya çalışan her hükümet farklı bir yaklaşımda bulundu. Turgut Özal hükümeti öncesindeki bütün hükümetler böyle bir sorunun olmadığı şeklindeki inkârcı tutumlarını sürdürdüler. Bir kısmı inkârı tercih etti. Sorunun temelini ekonomiye dayandırdılar. Ekonomik gelişme sağlanırsa Kürt sorunu da kendiliğinden hal olacaktı. Bir kısmı da asimilasyonu tercih etti. Eğitim sorunu olarak kabul edilerek doğu bölgelerinde Türkçenin yaygınlaştırılması halinde sorunun kendiliğinden çözülebileceğini düşündüler. Cumhuriyetin kurulmasından bugüne kadar farklı projeler uygulanmaya çalışıldı. Ama hiçbiri tutmadı.

DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ SOMUT ADIMLAR ATAMADI

Özal ile başlayan süreçte Kürt sorununun varlığı kabul edildi. Bu dönemde federasyon dâhil sorunun çözümü için her türlü görüşün fikir bazında tartışılmasının gerekliliği üzerinde duruldu. Demirel “Kürt realitesinden” söz ederken Mesut Yılmaz, Avrupa Birliği yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini dile getirdi. İnkâr ve asimilasyon politikaları ile sorunun çözülemeyeceğine ikna olan iktidarlar, bu sorunu çözecek başka seçeneklerin olması gerektiğini kavradılar. Avrupa Birliği ile başlayan süreçte hukuk temelinde sorunun çözümü gerektiği gerçeği dile getirildi. AKP hükümetinin başlattığı demokratikleşme sürecinde dile getirilen çözüm, ete kemiğe bürünemedi. Somut adımlar henüz atılamadı. Somut adımların atılması halinde sorunun büyük ölçüde çözülmüş olacağına inanıyor ve öyle ümit ediyorum. Ama siyaseten bu açılım konuşulur, sonra da ertelenirse problem yine devam eder.

Demokratikleşme sürecindeki adımları başarılı buluyor musunuz?

TÜRKİYE’NİN RAHATLAMASI BÖLGENİN RAHATLAMASIDIR

Demokratikleşme konusunda atılan ilk adımlar başarılı adımlardır. Bunu teslim etmeliyiz. Türkiye’nin rahatlaması bütün bölgenin rahatlaması anlamına gelir. Çünkü Türkiye bölgede güçlü bir konuma sahiptir. Jeopolitik, kültürel ve demografik olarak önemli bir ülke. Ayrıca imparatorluk bakiyesi olması hasebiyle büyük bir birikime sahip. Bu birikim İslam dünyasına yeniden bir ivme ve hareket kazandırabilir. Dünya barışına da katkıda bulunabilir. Bunun yolu da kendi içindeki ihtilafları ve sorunları çözmekten geçer.

Biliyorsunuz, anayasa değişiklik paketi Ak Parti eliyle Meclis’e taşındı. Bu anayasa paketinde yargı vesayetini ortadan kaldıran maddeler de var. Bu anayasa paketine yönelik muhalefet ve sizin beklentileriniz üzerine neler söylersiniz?

Şimdi anayasa meselesi yılların getirdiği bir sorundur. Bu ülkede her on yılda bir darbe olur. Halen mevcut anayasa 12 Eylül 1980 darbesinin hazırladığı 82 Anayasası’dır. Birçok maddeleri anti demokratiktir. Bu maddelerin behemehâl değişmesi gerekir. Mevcut AKP hükümeti anayasayı değiştirme girişimini hep erteledi ve bugüne getirdi. Şimdi de kısmen değiştirme paketi gündemde. Zararın neresinden dönersen kârdır hesabı veya “Birşey bütünüyle elde edilmezse bütünüyle de elden çıkarılmamalı” prensibinden hareketle anayasa paketi içinde askeri vesayetin hafifletilmesi, askere de sivil yargı yolunun açılması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden yapılandırılması, Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısında ve seçiminde yeni düzenlemelerin getirilmesi gibi önemli hususları içeren maddelerin bulunması önemlidir.

Sivil, demokrat ve çoğulcu olmalı, değil mi?

HUKUK VE ÖZGÜRLÜK YOLUNDA ATILAN HER ADIMI ÖNEMSEMELİYİZ

Anayasa değişiklik paketinde mevcut bulunan anayasa maddeleri sayesinde şayet askeri vesayet geriletilirse, yargı daha bağımsız ve özgürlükçü bir çizgiye getirilirse, bu küçümsenmeyecek bir atılım sayılır.

Verdiğiniz örnek ve çoğu örnekte olduğu gibi yargı siyasi gerekçelerle hareket ediyordu, değil mi?

Türkiye halkı, hukukun ne olduğu konusunda acı deneyimlere sahip oldu. O yüzden özgürlük ve hukuk yolunda atılan her adımı önemsemek lazımdır, diye düşünüyorum.

Özgün Duruş