Risale-i Nur'un Medine'deki hizmetlerini anlattı
Uzun yıllardır Medine’de yaşayan Ahmet Emin Koçak, Risale-i Nur hizmetlerini ve hatıralarını anlattı
Röportaj: Abdurahman Iraz / Nurettin Huyut-Risale Haber
Uzun yıllardır Medine’de yaşayan Ahmet Emin Koçak, Risale-i Nur hizmetlerini ve hatıralarını anlattı
Birinci bölüm için TIKLAYINIZ
II. BÖLÜM:
RİSALE-İ NUR DÜNYAYA YAYILACAK VE SEN BİR KISMINI GÖRECEKSİN
Şimdi Abdurrahman abiye gelelim. Siz Abdurrahman abiyi ilk nasıl tanıdınız?
Geldiğimizde Abdurrahman abi dersleri hiç kaçırmayan birisi, her derse geliyordu. O zaman iyiydi arabası vardı, sonra biraz yaşlanınca arabayı sattı. Ondan sonra sabah namazlarına yürüyerek geliyordu, yarım saatlik yerden… Çünkü o teheccütten önce gelirdi. Kendini öyle ayarlamıştı, Medine’de bulunduğu müddetçe teheccüt ezanında kalkar, sabah namazından bir saat önce, Haremin kapısında bekler, açılır açılmaz Peygamber Efendimizi (ASM) ziyaret ederdi. Sonra Delailinnuru sabah namazından önce teheccüt kılındıktan sonra her gün okurdu.
Ravza’dan dönüşte ya ben ya Selahaddin abi, ikimizden birimiz eve götürüyorduk. Daha çok ben götürüyordum. Sonra biraz daha yaşlanınca artık yürüyerek gelemez oldu, sabah namazlarına erken gitmiyorsa telefon açıyor namaza gelirken getiriyorum, derslere de ben götürüyorum.
Ahmet Hamza abiye göre Abdurrahman abi konuşkan bir insan, devamlı hatıraları anlatır.
Evet haklısın anlatır.
O anlattığı hatıralardan bildiğiniz bir çok hatıra vardır. Bize de anlatır mısınız? Açıkçası ben Abdurrahman abiyi ilk defa burada tanıdım…
Eskiden Türkiye’ye, iki üç senede bir gidiyormuş son senelerde gitmiyor. “Belki vakit dolmuştur cenazem Türkiye’de kalmasın, burada kalsın” diye epey bir zamandır Türkiye’ye gitmiyor. Abdurrahman abi çok ihlâslı, Risalesini okur, cevşenini, Kur’an’ını okur, üçünü hiç terk etmez. Gözleri şimdi daha az görüyor bundan önce, devamlı okuyordu. Gördüğü herkese “mutlaka Risale okuyun” derdi. “Kitap okudunuz mu Risale-i Nura talebe olursunuz ve kurtulursunuz” derdi.
Her gördüğüne onu tavsiye ederdi. Çocukluğunda amcası, Üstadın yanına çok gidiyormuş, o da çocukluğunda birkaç kere gitmiş. Üstad Eskişehir’de iken her gittiğinde ziyaretine gidermiş. Birçok hatıralar anlatırdı. Eskişehir’deyken o zaman fabrikada çalışıyormuş şoförmüş, bir gün izin alıyor “Üstadı ziyarete gideceğim” diye… Müdürü izin veriyor ama diyor “benden de selam söyle.” O gidiyor Üstad yerinde yok, selamını söyleyemiyor, kendisini göremediği için… Birkaç gün sonra Müdür Üstad’ı ziyarete gidiyor, Üstad ona diyor, “Abdurrahman’la gönderdiğin selamı aldım.”
Abdurrahman abiye müdürü daha sonra söylüyor Abdurrahman abi şaşırıyor “nasıl olur, ben onu Üstada söyleyememiştim” diye hayretini ifade ediyor.
Hatıralarında en çok bahsettiği şeylerden biri de Üstad’ın bir sözü idi… Üstad ona demiş, “Risale-i Nur dünyaya yayılacak ve sen bir kısmını göreceksin” diye o söz bunun tuhafına gidiyor. “Türkiye’de bu eserler yasak, kitap okuyamıyoruz, Nurcu denilen insanları içeri atıyorlar, nasıl dünyaya yayılacak?” diye hayret ediyor. O içinden geçiriyor.
Sungur abiye de anlattı. Diyor “Üstad bütün dünya okuyacak deyince ben içimden diyorum ‘yav burada birkaç kişiyiz, bu iş nasıl olacak.’ Böyle içimden geçiriyorum birden Üstad döndü bana dedi ki “sen de bir kısmını göreceksin.” Şimdi elhamdulillah dediği çıktı.
Evet, bunu çok söylüyor.
Böyle aşkla, şevkle, dikkat ettim ilk yaptığı şey hemen, “bu kitabı bana Üstad verdi” ilk basılan Sözler’den. “Medine’ye götür” dedi. Onu hemen söylüyordu...
Hasta olduğu zamanlar dahi dersleri kaçırmıyordu. “Derse gelince hastalığım geçiyor” diye, hastalığında dahi dersleri kaçırmıyor, terk etmiyor.
Bir çok ağabeyde gördüm, Ahmet Aytimur abide de aynı şey var. Ropörtaj yapmak istiyorum, “kardeşim ne konuşacağım” diyor. “Bende bir şey yok ne varsa sizde var” diyorum. Abdurrahman abiye söyledim. “Ben her şeyi unuttum” dedi. Yani işine gelmediği zaman “ben unuttum” diyor.
Biraz da unutkanlık oldu yaşlılıktan tabi… “Söylerimde yanlışlık olur, sorumluluk olur” diye, söylemeye çekiniyor, fakat başlayınca da farkına varmadan arkası geliyor.
Sungur abi o geldiğinde “açtı beni. Yoksa ben konuşamam bu kadar” dedi. Ayrılınca “tutun beni elini öpeceğim” dedi. Tabi Abdurrahman abi bırakmadı.
Mustafa Acet abi buradaydı, Abdurrahman abinin hemşerisi. Beraber o zaman, çok görüşüyorlardı o da çok hatıraları anlatan bir ağabeydi. Çünkü Üstadın hizmetinde kalmış biraz. O, sohbetlerde devamlı hatıraları anlatıyordu, çekinmezdi.
Ben vefatında bir iki gün önce yanına hastaneye gittim, “Kardeşim Üstadın talebelerinin birçoğu Üstadı bir hoca biliyorlardı, Üstadın gerçek mahiyetini bilmiyorlardı. Üstad bir Hoca değildir. Maalesef kıymetini talebeleri bilmiyorlar” dedi. En son vefatından bir veya iki gün önceydi. “Beni çıkartın bu hastaneden” dedi. Hastane Medine hududu haricindeydi, her halde kalbi hissetti ki, “orada vefat ederim de Medine hudutları dışarısında kalırım” diye evine geldi ve ertesi gün akşam ruhunu teslim etti. Akşam namazından sonra…
ÜSTAD, “SENİN GİBİLERİN MİDESİNDEN ALLAH’A SIĞINIRIM” DEDİ
Kaç yaşlarındaydı?
95.
Aklınızda önemli bir hatıra var mı?
Biraz yemesine düşkündü. Bir gün bir marmelat şişesinin dibinde biraz yemek kalmış… Üstad diyor ki “bunu götür çocukların yesin.” “Ev bayağı uzaktı, ben de bir camide imamdım, aynı zamanda Üstada hizmet ediyordum” diyor. “Şimdi, bunu eve götürüp getirmeye değmez, içerisine bir su koydum, çalkaladım içtim” diyor. Biraz sonra içeri girince “sen ne yaptın, onu eve götürmedin mi?” “Yok, ben içtim” dedim. Üstad da, “Senin gibilerin midesinden Allah’a sığınırım ben onunla bir ay idare ederdim sen nasıl bir içişte bitirdin” demiş. Onu çok anlatırdı.
Yemeğe çok mu düşkündü Mustafa Acet abi?
Çok düşkün değildi de, yani böyle anlatırdı. Diyor dibinde azıcık kalmıştı. Eve götürsem de yemezlerdi belki o düşünce ile azıcık su koyup içtim.
ÜSTAD, “GİT, ONDAN HELALLİK İSTE YOKSA BEN HAKKIMI SANA HELAL ETMEM” DEDİ
Üstad Hazretlerinin iktisada verdiği ehemmiyet anlaşılıyor.
Evet, bu hatırayı çok anlatırdı… İkinci bir şey daha anlatırdı, bir gün doğudan bir şeyh geliyor, camide Üstadın aleyhinde konuşuyor. Müritleriyle beraber camide namaz kıldıktan sonra, o da gidip Üstada haber veriyor. Üstad, “sen nasıl benim talebem olursunda bir şahsı gıybet edersin” diye kızıyor. “Git, ondan helallik iste yoksa ben hakkımı sana helal etmem. Nasıl gıybet edersin böyle bir âlimi” diyor. Gidiyor buluyor. O şeyhe diyor “kusura bakma hakkını helal et siz Bediüzzaman’ın aleyhinde konuşunca ben gittim, haber verdim, beni neredeyse talebeliğinden kovuyordu, çok kızdı hakkını helal et” diyor. Bunun üzerine o Şeyh, biraz düşünüyor diyor ki “o hakkını bana helal etsin, biz cahilmişiz, Üstad bizi ikaz etti, benim hakkım helal olsun Üstad da bana hakkını helal etsin” diyor.
Bu hatıraları yazsaydınız birkaç kitap yazacaktınız.
Doğru burası merkez olduğu için, Türkiye’den gelen herkes bir hatıra anlatıyor. Rahmetli Hamza abi bizim evde gece yarısına kadar anlatmıştı, teybe almıştık. Sonra o bantı aradım bulamadım, orada çok hatıralarını anlatmıştı. Aradan çok zaman geçti tabi Vahşi Şaban abi de çok hatıralar anlatmıştı, gelip burada hatıra anlatanlar çok oldu.
SELAHATTİN YEŞİLYURT ÇOK MÜBAREK BİR KARDEŞTİ
Selahattin abiden (Yeşilyurt) biraz bahseder misiniz?
Ben geldiğimde Selahattin abi çalışıyordu. Yanmu’da. Medine’ye 200 kilometre uzaklıkta bir şehir. Hafta sonları geliyordu. Ben geldikten bir hafta sonra, ilk dershaneyi Hasan, Yusuf, Kenan, Selahattin abi ile Havaide açıldı. Oradaki dershane bir sene kadar devam etti, hafta sonları geliyordu. Sonra Riyad’a yüksek bir maaşla göndermek istediler. O da “Medine’de üçte bir maaşa razıyım yeter ki Medine olsun” diye buraya geldi. Çok ihlâslı bir abiydi. Her gün mutlaka günde iki defa görüşürdük. Bir sabah bir de öğle namazında, ben inşaatta olup gidemezsem, telefon açıyordu “bekliyorum gel namazı burada kıl” diye.
Kendini hizmete adayan mütevekkil bir insandı, derste arabası olanlar cemaati, taksimatla evlerine otellerine götürürdü. O kimseye bir şey demeden önce bir defa götürür gelir, bir daha götürmeye kalkardı. Ben olsam yaşlıyım diğerlerinden büyüğüm, sen götür sen götür kendisinden küçüklere söyleyebilirdi, o öyle yapmazdı kendisi bir-iki sefer yapardı. Ravza’dan çıkmaz bütün namazlarını orada kılar, çok mübarek bir kardeşti Allah rahmet etsin…
Ravzanın içerisinde hangi işlere bakıyordu?
Önce elektrik işlerine bakıyordu, bir defa da ses işlerine baktı, en son da otoparklara bakıyordu Harem’de. Otoparkların emniyetine giriş çıkışlarına bakıyordu. Çalıştığı şirket iş alma durumuna göre, aydınlatma işini almışlardı, sonra su soğutma işinde çalıştılar en son vefatında, otoparklara bakıyordu.
Ravza-i Mutahhara’nın aydınlatma meselesinde, birkaç defa içeri girmişti doğru mu?
Evet, orada bir de Cemil kardeş vardı, elektrik çarptı şehit oldu. O da mübarek bir insandı, Ispartalı, Nur talebesiydi…
Allah rahmet etsin.
Âmin, o da dersleri hiç kaçırmazdı. Gece 12-01 arası paydos veriyorlar evine gidiyor, boy abdesti alıyor. “Ravza’da çalışıyorum, boy abdestiyle çalışayım” diyor. Dönüşte lambayı tamire çıkıyor, elektrik çarpıyor Cemil kardeşi. Onun hanımından bizim hanım duymuş, Selahattin abiden Ravza’ya girdiklerinde, eve geldiklerinde üzerlerinde çok güzel koku olduğunu onlardan duydum.
Selahattin abi için şöyle bir şey duydum; Peygamber (ASM) makamına girmeden eve gelir boy abdesti alırmış, hiç giyilmemiş yeni elbise alır öyle girermiş, sizin bu konuda bir bilginiz var mı?
Onu bilemiyorum. Selahattin abinin çok fazla Ravza’ya girdiğini tahmin etmiyorum, çünkü mühendis olanlar fazla girmiyordu, ustalar daha çok giriyordu, Cemil kardeş ustaydı.
Demek ki bir iki kere de girmiş olsa, o hassasiyeti varmış.
Evet, bir iki defa değil devamlı dua için girerdi. İş için girmezdi demek istedim. Duasını orada yapardı. Namazı başka yerde kılsak bile en son gider tesbihatını Ravza’da yapardı.
Cemil kardeşin oğlu Süleyman vardı şimdi üniversitede okuyor onu çok seviyordum, Allah muvaffak eylesin inşaallah, küçük risalelerden ezberlerdi. Cuma derslerinde her Cuma dersimizi Harem’de okurdu ezberden. Küçük sözlerden Mektubat’tan çok vecizeler ezberlemişti,
Selahattin abiyi Cennetül bakiye gömdüler sanırım son zamanlar kimse konmuyor oraya değil mi?
Selahattin abi, vefat ettiği senesi, biraz rahatsızlanmıştı izine giderken arabayla gitmek istedi, ben razı olmadım. Söz verdi, “yollarda istirahat ede ede gideceğim” dedi. İstanbul’a gidince biradere dedim “Selahattin abi İstanbul’da, kalbinden rahatsız git görüş.” Görüştüler beni aradı dedi “durumu hiç iyi değil, bu nasıl böyle gelmiş, kalbi gitmiş ancak nakil olur, ameliyat imkanı yok.” Sonra tekrar arabayla gelmeye niyetliydi, Isparta’ya giderken kaza geçirdi, arabayı bıraktı uçakla geldi, birkaç ay sonrada (Şirket 63 yaşından sonra çalıştırmıyor öyle bir karar almış) 63 yaşında son günü işe çıkmayacak son saatinde, rahatsızlanıyor hastaneye, kaldırıyorlar, bize telefon açtılar gittik ruhunu teslim etmişti.
Peki, Suudi Arabistan kanunlarına göre bir şey var mı çalışırken öldü diye…
Yok yalnız iş bitince, nihai hizmet diyorlar yani, Türkçe olarak ne diyelim ona, tazminat, öyle bir para verdiler.
BEKİR BERK KADAR PRENSİPLİ İNSAN GÖRMEDİM
Bekir Berk abiden bahseder misiniz?
Bekir abi ile hatıralarım çok, umumiyetle iki haftada bir, üç haftada bir, gelir bize misafir olurdu. Perşembe günü öğle namazına doğru gelir, Harem’de buluşur eve giderdik. Akşam kalır, Cuma namazını kılar yemek yer giderdi. Bizi Cidde’ye davet eder biz giderdik. Cidde’yi bize gezdirirdi.
Her Medine’ye geldiğinde, Medine’deki Âlimleri ziyaret edelim diye, sabah namazını kılar önce Ali Ulvi Kurucu’yu, Musa Topbaş’ı ziyarete giderdik. Her geldiğinde onları aksatmazdı. Zehra anne vardı, İzmir’den gelen, ona giderdik. Bekir abi saatine, randevusuna çok düşkün, gelen mektuplarına cevap veren hiç birini ihmal etmezdi. Posta kutusuna bir defa beraber gittik, belki ellinin üzerinde mektup var, “hepsine cevap veriyorum” derdi. Gecenin 2-3’üne kadar oturur bunlara az da olsa “cevap vermediğimiz mektup yoktur” derdi. Bir şey verdiğin zaman onu yerine getirir haber verir. Cidde’ye giderken ben bir şey tembih etmişsem, gider onu halleder, telefon açar “Ahmet Emin ben o işi hallettim” derdi. O kadar prensipli bir insandı. Dakik bir insandı.
Mü’minin, vasıfları bunlar.
Bir seferinde bize ailesi ile gelecek, diyor “sekizi beş geçe çıkacağız.” Hanımı sekizi on geçiyor inmemiş. “Sen gelme seni götürmüyorum, vakit doldu, yalnız gidiyorum” demiş. O kadar dakikti. Ben o kadar prensipli insan görmedim.
Bir de Zekeriya Efendi var tanıyor musunuz?
Zekeriya Efendi Buharalı bir alim zat. 25 yaşlarında hafız-ı Kur’anmış… Annesiyle Buhara’dan hicret ediyorlar, o zaman dışarı çıkmak yasak olduğu için, sığırların derisini havayla doldururlarmış nehirden geçiyormuş gibi, o şekilde, Afganistan’a gitmişler oradan da buraya gelmişler. Hiç evlenmemiş, her gün, önceleri Kur’an dersi veriyormuş sonra Peygamberimiz’i (ASM) rüyada görüyor diyor, “benim yanımda duruyorsun benim hadislerimi niye vermiyorsun?” Sonra başladı, bir saat hadis dersi sonra Kur’an dersi veriyor. Üstada ve talebelerine çok muhabbeti olan bir zattı. Osman Demirci olsun Bekir Abi olsun, götürürlerdi ziyaret ederlerdi. Çok memnun olur dua ederdi.
1997 yılına vefat etti. Çok zayıftı belki kilosu ellinin altındaydı, kucakta götürüp getiriyorlardı, duyuyordu görüyordu, konuşuyordu. Onunla güzel bir hatıram var, babam Allah rahmet etsin, son beyin kanaması geçirmeden önce ramazanda buradaydı, bayramda ziyaretine gittik. Cemaat olarak gittiğimizde, babama dedi ki, “lailaheillellahu vahdehu laşerike lehul mülkü velehülhamdu yuhyi ve yumit ve huve hayyun layemut biyedihil hayr ve huve ala külli şeyin kadir.” “Bunu çok çek” dedi. Özellikle babama tenbih etti. Babam başladı onu çekmeye. Türkiye’ye döndü, tansiyon hastasıydı, ramazanda baharatlı tuzlu bir yemek vardı onu sevdi, yedi biraz fazla kaçırdı ondan, Türkiye’ye gidiyor o akşam derste tansiyon fırlamış beyin kanaması oluyor, alıp hastaneye götürmüşler hafıza kaybı oldu, her şeyi unuttu bu Kelim-i Tevhidi unutmadı ve onu çekiyor. Bizi tanımıyor ama onu çekiyor. Ağrıları artınca bağırıyor çağırıyor sakinleşti mi onu çekiyor. Zekeriya efendinin o hatırasını unutamıyorum.
Son olarak bir iki tane delikanlı varmış buralarda yaşıyormuş… Said Özadalı ve Hamit Doğan, bunlarla ilgili hatıralarınız var mı?
Mekke-i Mükerreme’ye gidince, bazen Hamit’in evine misafir olurduk. Onlar da Medine’ye gelince bize misafir olurlardı. Talebeliklerinden beri devamlı görüşüyoruz. Sevdiğimiz insanlar, o zaman Said Özadalı, dershanede kalıyordu, evi de orada idi umumiyetle oradayken biz ona misafir oluyorduk.
Fark ettiniz mi? Buradaki, Nur talebeleri biri birlerine daha yakın, daha samimi…
Evet, burada hangi cemaatten gelirse gelsin, hepsi aynı dershanede, aynı yerde buluşuyorlar, şu şurdan bu burdan diye bir ayırım olmadığı için, seksenden önceki muhabbet aynen burada devam etti.
Bu konu ile ilgili bir şey aklıma geldi onu anlatayım. Bekir abi bize geldiğinde Harem’e gideceğiz akşam namazına. Önce Zehra anneye uğradık. Zehra anne rahmetli Bayram abinin burada olduğunu söyledi. Biz yatsı namazını kılıp derse gideceğiz. Bayram abi oraya gelecek. Bekir abi, Bayram abiyi duyunca, “ben derse gelmiyorum geri eve döneceğiz” dedi. Dedim “abi ne oldu?” Dedi “ben ona mektup yazdım. Yeni Asya’yı destekliyorum diye bana çok ağır bir mektup yazdı o nedenle…” Ben hemen Harem’de otururken, yanından ayrıldım Selahattin abiyi buldum. Dedim böyle böyle Bekir abi, Bayram abiyi görmek istemiyor, sen Harem’de Bayram abiyi bul bunları burada görüştürelim. Biz orada otururken Selahattin abi Bayram abiyi bulmuş Bekir abiden bahsetmiş baktım geliyorlar. Biraz tedirginim ama yan yana gelince bir sarıldılar her şey eridi gitti, beraber derse gittik, Bekir abi dedi “Allah razı olsun ne iyi ettin yoksa ben görüşmeden geri dönecektim.” Yani Medine’de hakikaten, Birinci, Fırıncı abi bir ara biribirlerine küsmüşlerdi, Medine’de kucaklaştılar. Kutlular abi, Fırıncı abi yine Medine’de dershanede kucaklaştılar. Burada çok şükür ihtilaf yok…
“BEN NURCULARIN ANNESİYİM”
Zehra anne kim?
Zehra anne kendisi İzmirli, kocası biraz ayyaş takımındanmış, fakat bu inançlı bir insan, bir tarikata mensupmuş. Şeyhi diyor ki “sen aradığını Barla’da bulacaksın, ben yakında vefat edeceğim, sen Barla’ya git, aradığın insan Barla’da.” Fakat başka bir şey bilmiyor, giderken, birkaç tane limon alıp kocasından habersiz, (kocasına söylese kabul etmeyecek, bırakmayacak) Ispartaya gidiyor. Diyorlar bu Barla arabası Barla’ya gidecek, ama diyor “benim Barla’ya gideceğimi kimse bilmiyor” kimse de onu tanımıyor. İlk defa İzmir’den Ispartaya gidiyor. Barla’da Ceylan abi karşılıyor. Üstad “sizi talebeliğe kabul etti” diyor. Zehra anne, “ben görmek istiyorum” diyor. Ancak Ceylan abi, “Üstad talebeliğe kabul etti, götürsün bu risaleyi yazsın, ben ona dua edeceğim dedi” diyor.
Ceylan abi ayrılıp gidiyor, biraz sonra geri geliyor. “Üstad getirdiği emanetlerimi versin diyor.” Limonları alıyor bozuk para veriyor, o zaman 2,5 kuruş ortası delik, üzerinde resim yokmuş. “İnşaallah bunun bereketi ile Hacca gidecek” diyor. Sonra gidiyor kocası ölüyor, o da Medine’ye umreye geliyor. Harem’de Cevşen okurken, yaşlı sarıklı sakallı bir zat geliyor. “Gel benimle” diyor. O zaman Kral Faysal’ın hanımı Türk asıllı, onun adamlarındanmış. “Sana burada vatandaşlık izni, oturma izni vereceğiz” diyor. Medine’de kalıp yerleşiyor, “Ben Nurcuların annesiyim” diyordu. Biz Selahattin abi ile devamlı ziyaretine gidiyorduk. ihtiyaçlarını gideriyorduk. Şimdi kızı vardı o da seksen küsür yaşındaydı…
KIRKINCI HOCANIN BABASI, “BEN NURCULARIN DEDESİYİM” DERDİ
Kızı da annesinin izinde miydi?
Evet kızı da annesinin izinde, evinde üstadın çorapları, hırkası var. Zehra anne “ben Nurcuların annesiyim” diyordu, Kırkıncı Hocanın babası Celal Dede de “ben nurcuların dedesiyim” diyordu. Hatıralarını anlatırdı. O da çok mübarek bir zattı Allah rahmet etsin.
Ondan biraz bahseder misin?
Kırkıncı Hocanın babası, 87’de vefat etti. Bizim yeşil saatin önünde ders yapmamız ondan kalmadır. Orada otururdu.
Yeşil saat Osmanlı saati…
Evet, Osmanlı saati. Celal Dedenin yeri orasıydı orada otururdu. Biz onun yanına oturur ders okurduk sonra cebinde o beyaz şekerler vardı, akide şekeri, nane şekeri onlardan cebinde olurdu, hepimize dağıtırdı ders şekeri diye. Orada toplanmak Celal Dededen kalma bir adettir.