Bediüzzaman'ın üniversite projesi ne oldu?
Prof. Dr. Suat Yıldırım Bediüzzaman'ın tefsir ve üniversite projesi ile ilgili soruları cevapladı
Prof. Dr. Suat Yıldırım'ın yazısı:
Said Nursi'nin İşârâtü'l-İ'caz Tefsiri
Bu makalemde, vefatının ellinci yılında, merhum Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin tefsirine ve bazı ilmî faaliyetlerine dâir zaman zaman dile getirilen bazı soruları cevaplamaya çalışacağım. Şöyle ki:
Soru: B. Said Nursi’nin İşârâtü’l-İ’caz adlı tefsirinin özellikleri nelerdir?
İşârâtü’l-İ’caz’ın gelenekten filizlenip geleceğe uzanan bir dal olduğunu söyleyebiliriz. Bu eser, Kur’ân-ı Kerîm’in i’cazının başta gelen vechi olan nazm, belâgat ve üslûp özelliklerine dair ayrıntılı örnekler vermektedir. Eserde, Kur’ân’ın mahiyeti, metinleri ve sözlerini layıkıyla değerlendirmenin başlıca unsurları olan “Kim söylemiş, kime söylemiş, hangi makamda ve ne maksatla söylemiş ve ne söylemiş?” gibi hususlar göz önünde bulundurulur (Hermenötik, bunların ancak bir kısmına ve gayrımüslim bir atmosferde cevap arayışı içindedir).
Eser; Kur’ân’ın esas maksatları olan tevhid-i uluhiyet, nübüvvet, ahiret ve istikamet hususlarında ikna edici birtakım delilleri kapsayan bahisler ihtiva eder. Zîrâ eserin Müellifi, münferit açıklamaların ancak bu külli maksatları iyi anlamakla yerli yerine oturacağını düşünür. Eser; nazm ve üslûplarda tezahür eden i’caz vecihleri dışında, felsefî temellendirme, teşri’î i’caz, sosyolojik ve psikolojik tefsir yönlerine de işaret eder.
“İbadet” hakkında felsefî temellendirmenin ve sosyolojik tefsirin pek güzel bir nümunesini Bakara 21-22. âyetlerinin tefsirine başlanırken yazılan “Mukaddime”de görebiliriz. Bunlara iyice vâkıf olmak için kitabın çok dikkatli bir şekilde okunması gerekir.
Mutedil bilimsel tefsir anlayışına da şu pasajı örnek verebiliriz. Ona hâkim olan yön, bilimsel tefsire dair münferit misaller değil, bilimsel kanunlardır. Meselâ tevhidi temellendirirken yazdığı şu kısmı okuyalım:
“Ey arkadaş, eğer zihnin ve nazarın, hikmet mücevheratıyla müzeyyen olan bu nizamı kuşatamıyorsa ve umumî bir istatistikî neticeye varamıyorsan, senin insan nev’inin duyguları hükmünde olan ve nev-i insanın fikri demek olan telahuk-i efkârdan (fikirlerin birbirine eklenmesinden) doğan fen ve ilimlerin casusları (araştırmacıları) ile bak ki akılları hayrette bırakan bu nizamı göresin. Ve bilesin ki kâinatın fenlerinden her bir fen, kaidelerinin külliyetiyle bir ittisak (koordinasyon) ve intizamı keşfediyorlar ki onlardan daha mükemmeli düşünülemez. Çünkü kâinattaki her nevi mevcudat hakkında ya bir fen teşekkül etmiştir veya etmeye kabildir. Fen (bilim dalı) ise, küllî ve geniş kaidelerden ibarettir. Kaidenin genişliği ve külliyeti ise, nizamın güzelliğine delalet eder. Çünkü nizamı olmayan şeyde külliyet ve kanun geçerli olmaz. Meselâ ‘Her âlim beyaz sarıklıdır.’ sözümüz, eğer âlimler nev’inde intizam varsa geçerli olur. Veya ‘Her subay üniforma giyer.’ sözümüz, orduda bir intizam varsa geçerli olur. (…) Evet her bir fen, şehadet bayraklarını açıp, parmaklarını kaldırıp, Yaratıcı’nın kasdına ve hikmetine şahitlik ediyor. Sanki her bir fen, evham şeytanlarını tard eden bir necm-i sakıbdır.
Ey arkadaş, eğer bu kâinat fabrikasının o tabii esbabdan doğduğuna inanıyorsan ve nefsin buna kani ise, o fabrika içindeki her bir zerreye Eflatun’un şuurunu ve Calinos’un bilimini vermen lazım gelir. Hem de bütün o zerreler arasında umumî bir muhaberenin (iletişimin) olmasına inanman lazımdır. Bu ise sofistleri bile utandıran safsatadan başka bir şey değildir.”
İnsanlar arasındaki farklı fikirlere temel yaklaşımını gösteren şu cümleyi okuyalım: “İnsan, âli cevheri ve mükemmel mahiyeti sebebiyle daima hak ve hakikatin peşinde dolaşır. Bâtıl ve dalâlet, ancak istenmeden, çağrılmadan ve beklenmeksizin, belki sathi ve tebei nazarıyla onun eline düşer.” Bu yaklaşım, yanlış fikirlerini gidermek istediğimiz insanı, hakikati kabule hazırlamakta büyük bir önemi haizdir. (1)
Velhâsıl, İşârâtü’l-İ’caz, her ne kadar Fatiha ve Bakara Sûresi’nin bir kısmına dâir ise de, tefsirde matlup olan başlıca hususlara numune teşkil edecek özellikler ihtiva etmektedir. Asırlarca süren klâsik dönemde tefsir kitapları ihtisas ehline hitap edecek tarzda yazılırdı. İşârât’ın da, büyük ölçüde ihtisas ehline hitap eden bir kitap olduğunu görüyoruz. Fakat Müellifin aralara yerleştirdiği temel konular hakkındaki sunumlar, dinî ilimlerde ihtisas yapanların dışındaki fikir adamlarını da ikna ve tatmin edecek bir derinliğe sahiptir. Bu yönü ile İşârât, gerçekten çağın idrakine seslenen bir özelliğe sahiptir. Bir ciltten ibaret bu esere bunca özelliği yerleştirmek de ayrı bir marifettir. Aşağıda söz konusu sunumların başlıcaları sıralanarak eserdeki yerleri dipnotlarla gösterilmektedir:
1-Kur’ân’ın özet bir şekilde tanıtımı (2)
2-Kur’ân-ı Hakîm’in esas maksatları (3)
3-İman ve inkâr karşılaştırmaları (4)
4-Tevhid delillerini ortaya koyarak tabiatçı materyalist akımı çürütme (5)
5-Belâgattan güdülen maksat hakkında tecdit (6)
6-Münafıklık hakkındaki tahliller (7)
7-İbadetin felsefi temellendirilmesi (8)
8-Bilim felsefesi (9)
9-Beşeriyetin nübüvvete ve vahye olan ihtiyacı (10)
10-Ahiret ve haşrin aklî delilleri (11)
11-Kader inancı (12)
12-Kur’ân’ın i’cazı (13)
13-Yedi gök ve yeryüzü (14)
14-Meleklerin varlığı (15)
15-Fennî keşifler ile peygamberlerin mu’cizeleri arasındaki münasebet (16)
Müellifin Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şualar gibi diğer eserleri, İşârâtü’l-İ’caz’daki bu gibi temel konuları geniş ölçüde açıklamaktadır. Bu kitap, örnek alınarak tefsir alanında güzel açılımlar sağlanabilir.1(7)
Soru: B. Said Nursi’nin, Kur’ân-ı Kerîm tefsirinin bir hey’et tarafından yazılmasını arzu ettiği bilinmektedir. Onun bu düşüncesi hakkında bilgi verir misiniz?
Merhum B. S. Nursi, 1. Dünya Savaşı’nda, beş bin kadar gönüllünün teşkil ettiği milis alayına kumandanlık ediyor, vatan savunmasında yerini alıyordu. “İşârâtü’l-İ’caz” adlı tefsirini, cephede bulduğu fırsatlar esnasında imla (dikte ettirme) suretiyle yazdırmıştı. Tasavvur etmeye çalışalım ki, sıcak çatışma haleti bambaşka bir hâldir. Gelebilecek bir mermi her ân insanın hayatına son verebilir. Ölüm yakın bir ihtimal değil, insan âdeta kefenini giymiş olarak önündeki mezara girmek üzeredir. Böyle bir durumda yazdığı her şey, aynen bir şehit vasiyeti durumundadır. Her cümlesi mutlaka ulaştırmayı düşündüğü ve kalbinin derinliklerinden gelen ihlâslı fikirlerin aynasıdır.
Bediüzzaman, iki yıllık Sibirya esaret döneminden kurtulmasını müteakip kitap hâlinde yayımlarken eserine “İfade-i Meram” adlı kısa bir önsöz koymuştur. Orada şu fikri vurguladığını görüyoruz: Kur’ân, hakiki ilimlerin envaına şamil çok kapsamlı İlâhî bir kitap olduğundan kıyamete kadar gelecek bütün beşer tabakalarına müteveccih dersler mahiyetinde olduğundan, bir tek ferdin ona mükemmel tefsir yapması mümkün değildir: “Kur’ân’ın mânâlarının keşfi ve tefsirlerde dağılmış ayrı ayrı güzelliklerinin cem’i, hem zamanın çalkamasıyla ve fenlerin keşfiyle cilvelenen, tezahür eden Kur’ân hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki, muhakkikin-i ülemadan her biri bir fende mütehassıs, geniş fikre, ince nazara malik allamelerden müteşekkil bir hey’et bu vazifeye sahip çıksın.” (18)
Merhum Bediüzzaman Said Nursi, bu ümitle beklerken -durum aciliyet ve risk kazandığından- harp esnasında yazmaya başladığını, o sırada Kur’ân’dan başka başvuracağı kitap bulunmadığını, dünya harbi zelzelesinin, savaş sonrası dönemde de hey’et işini zorlaştırdığını, neşir sırasında hâlisane bir surette yazılmış parçaları gözden geçirmeye gönlünün razı olmadığını söyleyip “Şehitler kefenlenmez, mevcut elbiseleriyle gömülürler.” diyerek “bunları Tenzil’e bir tefsir olma iddiasıyla değil, belki tefsirin bazı vücuhuna bir nevi mehaz olarak ehl-i kemal olan ülemay-ı muhakkikînin nazarlarına arz ediyorum” (19) şeklinde dile getirmiştir.
Üstad Bediüzzaman’ın duyduğu bu ihtiyaç daha sonraki dönemlerde elbette duyulmuştur. Ne var ki gerçekleştirilmesi kolay olmadığından neticeye ulaşılamamıştır. Zîrâ onun tasavvur ettiği hey’eti teşkil etmek kolay değildir. Nitekim ondan, takriben on beş yıl sonra müfessir Elmalılı M. Hamdi Yazır da tefsirinin mukaddimesinde daha geniş bir hey’et temenni etmiş, bu da gerçekleşmemiştir.
Sebepleri üzerinde duracak olursak: Alışkanlıklar ağır basmaktadır. Diğer taraftan, takım çalışması, gerçekten zor bir iştir. Uyum, koordinasyon, şahsî fikirlerini tenkide açık tutabilmek, farklı üslûpları birliğe kavuşturmak kolay değildir. Ayrıca hey’ette bulunan herkesin başka ihtisaslara kesin ihtiyaç duyması şarttır. Bunları aşmak kolay olmadığından böyle ideal bir tefsiri beklemeye devam edeceğiz. Bediüzzaman, Hamdi Yazır ve emsallerinin özlemlerini yerine getirmese bile, takım çalışması sonucunda bir tefsir yazılabileceğini göstermesi bakımından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırlattığı “Kur’ân Yolu” çalışmasını burada anabiliriz. Bu çalışma, hiç değilse, tefsirde ekip çalışması tecrübesinin başlangıcı sayılabilir.
Soru: Bediüzzaman’ın el-Ezher Üniversitesi ayarında bir üniversite kurma projesinin olduğu biliniyor. Bu teşebbüsün âkıbeti ne oldu?
Üstad Bediüzzaman Afrika’da (Mısır’da) bin yıl kadar önce kurulan Ezher Üniversitesi’nin kardeşi durumunda (bu sebeple de, onun kızkardeşi anlamında Zehra adını taşıyan) Asya’da, İslâm dünyasının ortasında sayılabilecek bir yerde, bir üniversite kurulmasında zaruret görüyordu. Bunu gerçekleştirmek için çalışmıştır. Bu gaye ile ilk olarak 1907’de İstanbul’a gidip çalışma yapmıştır. Sultan Abdülhamid’e ulaşıp meramını anlatma imkânı bulamadı. 1911 Haziran’ında Sultan Mehmed Reşad’ın düzenlediği Kosova gezisine, şark vilâyetlerini temsil etmek üzere katıldı. O dönemde Kosova’da açılması plânlanan üniversite bilahare Balkan savaşının çıkması sebebiyle gerçekleşemeyince, o tahsisatın Medresetu’z-Zehra için tahsis edilmesi hususunda yetkilileri ikna etti. Sultan da bunu onayladı. (20) Birinci Dünya Savaşı’ndan az önce Van’ın Edremit semtinde Medresetu’z-Zehra adını verdiği bu üniversitenin temelini attı. Fakat bu sırada başlayan Birinci Dünya Savaşı bu üniversitenin binasını akîm bıraktı ve bildiğimiz üzere, muhterem müellifimiz savaşa katıldıktan sonra Ruslara esir düştü.
Yer olarak, İslâm dünyasının merkezi konumunda olan Diyarbakır veya Van şehrini düşünmüştü. Modern bilimlerden de haberdar olarak İslâm ilimlerinde ihtisas verecek ve çeşitli fakülteleri kapsayacak bir üniversite hedefliyordu. Böyle bir üniversite, hem İslâm’ı çağın idrakine söylettirecek, hem de İslâm dünyasının her tarafından gelen talebeleri bir arada eğiterek onlar arasında kardeşlik, yardımlaşma, iş birliği, sevgi bağlarını güçlendirecekti. Böylece üniversite İslâm medeniyetini ihyâ etmede önemli bir merkez olacak; cehaleti, dinsizliği, yıkıcı akımları, özellikle ırk ayrımcılığını önleyecek ve İslâm ülkelerinin maddeten de kalkınmalarında rol oynayacaktı. Bu ihtiyaç, ondan altmış yıl sonra, 1976’da Mekke’de toplanan Uluslararası İslâm Eğitim Kongresi’nde de dile getirilmiş; böyle bir üniversiteye en layık yerin İstanbul olacağı düşünülmüştü. Fakat Türkiye bu projeye sahip çıkmadığından 1983 yılında Malezya Uluslararası İslâm Üniversitesi kuruldu. Bu üniversitede 90 kadar ülkeden öğrenci okumaktadır. Türkiye’nin konumu ile Malezya’nın konumu arasında büyük fark bulunduğunu söylemeye gerek yoktur. Böyle bir projeye Türkiye samimi olarak sahip çıksaydı, dünya çapında bir hâdise olur, âdeta “yüzyılın projesi” gerçekleşmiş olurdu. Ümidimiz kesilmiş değil.
Dipnotlar:
1. Naklettiğimiz fikirler için bkz. İşârâtü’l-İ’caz, trc. Bahaeddin Sağlam, İstanbul, Tebliğ Yay., 2001, s.204-205, 206, 208.
2. İşârâtü’l-İ’caz, s.14-15.
3. A.g.e., s.18-19.
4. A.g.e., s.40-42
5. A.g.e., s.204-212; s.294-297.
6. A.g.e., s.24, 60-61, 66, 151-152, 158-160
7. A.g.e., s.111-198.
8. A.g.e., s.199-203;s.38-39
9. A.g.e., s.205; s.234-235
10. A.g.e., s.225-236.
11. A.g.e., s.72-80; s.261-266.
12. A.g.e., s.97-104.
13. A.g.e., s.240-244
14. A.g.e. s.308–314.
15. A.g.e., s.315-318.
16. A.g.e., s.327-329.
17. Bu satırların yazarının “Yazır ile Nursi’nin Müteşabih Âyetleri Anlamaya Katkıları, Usul Dergisi, s.49-68, 2005, sayı:1 adlı çalışması buna bir misal teşkil edebilir.
18. A.g.e., s.12.
19. A.g.e.,s.13.
20. Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, İstanbul, Yeni Asya Yay, 1994, s.154-157.
Yeni Ümit