İktisadi tecavüz sen çalış ben yiyeyimde saklı
Diyanet İşleri Başkanı Görmez: İslam, servet sahibi olmayı çok gören anlayışı kabul etmiyor
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, iktisadın İslami anlayışta kendi haline bırakılmış kapitalin mecrasını gözlemleyen bir bilim olmadığını söyledi. Görmez, İslam'ın, ferde servet sahibi olmayı çok gören, baskıcı bir anlayışı da kabul etmediğini bildirdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen ve 2 gün sürecek 'Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı-3' Afyonkarahisar Oruçoğlu Termal Otel'de başladı.
Programın açılışında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, İslam zaviyesinden bakıldığında iktisat kavramının sadece ticari hayatla sınırlı olmadığını, çok kapsamlı olduğunu söyledi.
İktisat, kazanma (iktisap) ve harcamadan (infakta), hayatın bütün alanlarında itidalden ibaret olduğunu aktaran Görmez, "İtikatta iktisat, ibadette iktisat, hayatın her alanında iktisat… Söz ticari muamelelere geldiğinde ise İslam'ın iktisat namına ortaya koyduğu şeyler bir bütün olarak, nasıl kazanmalı ve nasıl harcamalı sorularının cevabıdır. Zira ne kadar karmaşık olursa olsun bütün iktisadi haksızlıkların temelinde çok basit bir his vardır. Yaşanılan bütün iktisadi tecavüzlerin kökeninde 'sen çalış ben yiyeyim' bencilliği yatar. Bencilliğin mağlubu olan insan, aldatmaktan, sömürmekten, zulmetmekten çekinmez." dedi.
İslam'ın sömürü düzenine karşı son derece sade ve külli hükümler getirdiğini belirten Görmez, bu hükümlerin ilk günkü tazeliğini ve canlılığını sürdürdüğünü söyledi.
Asr-ı saadetten günümüze kadar, iktisadi yapıda çok önemli değişiklikler olduğunu dile getiren Görmez, özellikle son birkaç asırda daha yeni ve daha karmaşık ticari muamelelerin ortaya çıktığının herkes tarafından malum olduğunu ifade etti. Görmez, mal, hizmet, değer, para gibi iktisadın temel kavramlarının daha derin ve daha karmaşık anlamalar kazandığını kaydetti. Görmez, "Fakat bu çeşitlilik ve karmaşıklık karşısında İslam Peygamberi'nin bugünün ölçüleriyle, ancak bir kasaba sayılabilecek bir şehrin, küçük bir pazarında, bir hurma teknesinin başında irad ettiği 'bizi aldatan bizden değildir' sözü, bugün dahi bütün sadeliğiyle hükümfermadır." diye konuştu.
Faizsiz bankacılık denildiğinde konunun fetva ile ilgili iki yönü olduğunu belirten Görmez, bu konuyla ilgili iki müstefti bulunduğunu, bunlardan ilkinin bu müesseselerle çalışan, bu müesseseler vasıtasıyla yatırımda bulunan fertler olduğunu hatırlattı. İkinci müsteftinin ise bizzat bu kurumların kendileri olduğunu anlatan Görmez şöyle devam etti:
"Bu kurumlar da yaptıkları iş ve işlemlerin İslam'a uygunluğu noktasında ilim adamlarının bilgisine başvurmak durumundadır. Kuşkusuz, soruların iki taraflı olması, bu kurumların kendilerini yenilemeye ve daha güçlü bir yapıya kavuşmalarına vesile olacaktır. Dolayısıyla bu konudaki istifta-ifta ilişkisi, faizsiz bankacılığın daha da gelişebilmesi açısından son derece önemlidir. Zira bu müesseselerin ülkemizdeki geçmişi yaklaşık 25 yıldan ibarettir. Takdir edersiniz ki bu süre, bu konuda gerekli tecrübeyi kazanabilmek için yeterli bir süre değildir."
Gün geçtikçe, yatırım, teşebbüs, harcama gibi kavramların daha çok gündeme girdiği bir çağda faize bulaşmadan, helalinden iktisadi hayata katılma ihtiyacı ve talebinin günden güne arttığını belirten Görmez, bu müesseselerin faaliyet hacminin giderek genişlemesinin de bu konudaki ihtiyacın ve talebin fazlalığını gösterdiğini söyledi.
Bankaların toplumsal karşılığının olması, bu konuda ciddi bir talebin olması, bu müesseselerin kendilerini alternatifsiz görmeleri sonucunu doğurmaması gerektiğinin altını çizen Görmez bu konuda şu görüşleri dile getirdi: "Bu alternatifsizlik, söz konusu müesseselerin kendilerini merkez alarak, kar-zarar bölüşümünü tek taraflı olarak belirledikleri bir sisteme de dönüşmemelidir. Aynı şekilde faizsiz yoldan yatırımda bulunmak isteyen kimse de faizden kaçmak isterken daha ağır bir mali yükle karşı karşıya bırakılmamalıdır. Bu müesseselere ihtiyaç duyulması, adaletsiz uygulamalar için bir fırsata dönüştürülmemelidir. Bankacılık, kalkınmayı sağlayan adaletli bir araç olarak değerlendirilmelidir. Varlığını, toplumdaki dini hassasiyete borçlu olan kurumlar, ticarî faaliyette bulunmanın ötesinde bir misyon taşıdıklarının farkında olmalıdır."