Halil KÖPRÜCÜOĞLU
Nur talebeleri, Kur’an ve Sünnet’e uyarak cemaat olmuşlar ve inşallah cemaat kalacaklardır! (1)
(Yazımın uzunluğuna haklı olarak kızabilirsiniz. Amma en birikimli insanlara karşı mecburen bütün delilleri sunmak mecburiyetinde hissettim kendimi!)
Bir arkadaşıma göre, “Türkiye’de cemaat kültürü sadece dini gruplara özgü değil ve toplum olarak cemaatler şeklinde konumlanmış durumdayız. Sorunlarsa, bu perspektiften çıkıp kamu kavramını kapsayıcı bir unsura dönüştürebildiğimiz zaman çözülecek (miş) (bkz:"Gülen Yapılanması:15 Temmuz’a Giden Süreçte Fetö’nün Analizi ve Tavsiyeler")
Yetmiyor; Hiyerarşi olmayan bir zemin ihdas edilmesini, de bu arada, ciddi ciddi talep ve iddia edip, yazıp yazıştırıyorlar(!) Ahiretlerini yakmak bahasına Risale-i Nuru, Üstadımızı, Nur Talebelerinin bütününü açıkça yanlışlamaya, hatalar bulmaya cüret ediyorlar. Ancak:
1-Risale-i Nurun Önemli Düsturları Vardır:
Risale-i Nurun, Kur’an ve Sünnetten kaynaklanan hakikatleriyle şekillenen cemaatlerimizin gayesi, bütün insanları kapsayan bir İman Hizmetidir. O kadar ki Nur Talebeleri, kusurlara gözünü kapayan, imamlık şerefini diğerine bırakan, hakiki dindar Hıristiyanlarla bile medar-ı münakaşa noktalarını öteleyip samimi ittifakı gerekli kılmakla bu hali gerçekleştirmektedir.
Hem;"Bizim Mesleğim haktır, Nura daha fazla uymaktadır, daha güzeldir" diyoruz. Çünkü bizler, cemaat kültürü ile yaşamayı; cemaat şeklinde Konumlanmayı Nurun, Kutsi Kaynaklardan temel alan ölçüleri doğrultusunda aklen ve kalben uygun görüyoruz...
Bu perspektiften çıkmayı, ‘kamu kavramını kapsayıcı’ olduğu iddia edilen başka bir unsura dönüşmeyi, Kur’an ve Sünnet’in belirlediği Cemaat kelimesinden ayrılmayı hiç mi hiç düşünmüyor; cemaat şeklinde bulunmanın hiçbir zararının olmadığına inanıyoruz. Cemaat olmaktan uzaklaşma ile de hiçbir problemin çözüleceğini düşünmüyoruz.
Hem son Fetö hadiselerindeki büyük bela, cemaat manasından değil; Cemaat manasının, Müslüman toplumlardaki önemli yeri olması bilinerek, onun da bu anlamda örgütlenmiş gibi algı operasyonu yapılıp, belki de dünyanın en alçak beyin yıkama organizasyonu ile İslam’ın, İslami grupların lekelenmesi faaliyetidir.
Bu problemi, delilsiz o yüksek manaya, cemaat olmaya atfetmek gerçeği yansıtamaz, yansıtmaz. Birilerinin cemaat manası içindeki bütün makul gruplaşmalara, cemaat olmanın özüyle hiç alakası olmayan hal-i hazırdaki elim hadiseyi, bahane ederek ve daha ziyade dini reddetmek adına hücum etmesi de bizleri aldatmamalı. Çünkü Kur’an ve Sünnetten ilham alan Nurların akıl ve kalbimizi ikna eden tavsiyesi böyledir
Ancak, Cemaat manasının eksik bırakılan, yanlış tatbik edilen Marzi-i İlahiye tam uymayan hasletlerinin, uygulamalarının değiştirilmesi, geliştirilmesi ve İslam’ın özüne daha uygun hale getirilmesi söz konusu olabilir. Ancak, bu meselede bütün Nurlu Müminler hiç bigâne kalmamış, ciddi bir tecdit ruhuyla Marzi-i İlahi doğrultusunda doğru bir cemaat olmak için çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Fakat kurun-u vustanın yadigârı bazı Nurun hakaikine resetlenemeyen insanlardan bir kısmı bu süreci bilir bilmez geciktirerek, önleyerek, adapte olamayarak cemaat ruhunu zedelese de; bir kısmı da uzun bir birikim ve hizmet sonrası adeta şaşırarak, din düşmanlarına taş çıkartacak mantıksız, yersiz, cahilane efkârla ortaya çıkmaya başlasa da, şükür ki bu türler çok az olduklarından telaşa lüzum yoktur.
Hem İmam-ı Gazaliler, Mevlanalar ve Bediüzzamanlar (RA) bu önemli vazifeyi doğru şekilde yapa yapa bu zamana kadar ulaştırmışlar. Soljenist’in de Avrupa Konferanslarında dediği gibi, bizler de önemine inanarak “yaşlı ve tecrübeli olanlarla; genç ve dinamik olanlar” birlikte inşallah ahir ömrümüze kadar ahenkle cemaat oluşturmuş olarak İman ve Kur’an Hizmetinde faaliyetlerimize devam edeceğiz.
2-“Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemek….
Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.
Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa'ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.
İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur'ân'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.”(Lem’alar, 269)
Bu arkadaşlarımızın, bu tarz hareket ve fikirleri, bu düstura hiç uymuyor! (İnşallah biz isimsiz olarak cemaatimizi ve Nurlarımızı müdafaa için sadece yanlışlar üzerinde durarak ayni hataya düşmüyoruzdur!)
3-Bu İddialar Mutezile’nin İddiaları Gibidir.
Üstadımız buna da şöyle bakar: “Bu gibi, vesvese, ehl-i itizale lâyıktır. Çünkü onlar derler ki: "Eşyanın zâtında hüsnü var. Sonradan, o hüsne binaen emredilmiş. Eğer kubhu varsa, sonradan o kubha binaen nehyedilmiş."
“Demek, eşyada hüsün ve kubh zâtîdir! Emir ve nehy-i İlâhî ona tâbidir! Bu mezhebe göre insana, her işlediği amelde bir vesvese gelebilir. "Acaba amelim, nefsü'l-emirdeki güzel sûretle yapılmış mıdır?" diyebilir.
Amma, mezheb-i hak olan ehl-i sünnet ve'l-cemaat derler ki:
"Cenâb-ı Hak, bir şeye emreder, sonra hüsün olur; nehyeder, sonra kabih olur."
Demek emir ile güzellik, nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder. Demek hüsün ve kubuh, mükellefin ıttılaına bakar.”
Madem ki Kur’an ve Sünnet’te müminlerin beraber olmaları anlamında, birlik beraberliği manasında cemaat kelimesi seçilmiştir. Emre tâbi olup bu manaya kanaat etmek iman ve iz’anın gereğidir.
4-Burada amacımız muhatabımız olan birkaç kişiyi ikna etmek, bu değerleri savunmak değil; inandığımız “İslâm Ümmeti’nin birliği ve dirliği” konusunun, cemaat olmanın önemine ve bu konudaki sorumluluğumuza vurgu yapmaktır.
5-Cemaat; toplamak, bir araya getirmek anlamındaki cem' (جمع) mastarından türeyen Arapça bir isim olup sözlükte “insan topluluğu” manasına gelir.1
İbn Manzur, tefrika ve ayrılığın zıttı olan “ictima”dan, “cemaa’l-müteferrik” dağınık olan kısımları, parçaları birbirine kattı anlamında ve insan topluluğunun ismi olan “el-cem” den türemiş olduğunu ifade etmektedir. Cem’ kelimesi insan topluluğunun ismidir. Cemaat kelimesi de cem’ gibi “insan cemaatinin (topluluğunun) ismidir”. Ezherî de cemaat kelimesini aynı şekilde açıklamaktadır. Fîrûzâbadî ve Zebîdî “Ayrı ayrı olanı birleştirmek bir araya getirmek”, anlamını vermektedir. Ebu Bekr Er-Razî “ayrı ayrı olan bir şeyi topladı, o dağınık olanda toplandı” ve “kavim bir araya geldi, şuradan buradan bir araya geldiler”, anlamını vermektedir. Ragıb El-Isfehanî “Bir şeyin bir kısmını diğerine yaklaştırarak onları birleştirmek” anlamını vermektedir.
Cemaat, “İslâm dinine mensup olanlar, onların yolu, efkârda birlik” manasında da kullanılmaktadır.
Sosyoloji literatüründe ise cemaat kavramı, cemaat üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları bir şeye, genellikle ortak bir ideolojiye ya da bir kimlik duygusuna dayanan, özel olarak oluşturulmuş bir toplumsal ilişkiler bütünüdür.
Dini kavram olarak da; cemaat, her zaman Müslümanların büyük çoğunluğu anlamına gelen bir tabirdir. Ayrıca, Müslümanların din kardeşliği esasına dayalı olarak gerçekleştirdikleri, katılmak durumunda oldukları birlik, beraberlik anlamında da kullanılmaktadır.
İslâm; Kur’anî, Nebevî, ahlakî ve insanî değerler manzumesidir. Kur’an ile Sünnet’e ait sosyal değerler arasında yardımlaşma, dayanışma, birleşme, cemaatleşme, kaynaşma, komşuluk, dostluk gibi sosyal, manevî değerler n öndedir.
Mekke’de “Erdemliler İttifakı” (Hılfu’l-Fudûl) üyesi olarak mazlumların yanı başında, onlara destek olan Hz. Peygamber ASM. Medine’de ilk uygulama olarak Ensar ve Muhacirler arasında İslâm Kardeşliğini ilan etmiştir. Hatta O’na, Peygamber olduktan sonra da bu mesele hatırlatıldığında “Bugün öyle bir cemiyet kurulsa ve davet edilsem hemen icabet ederim, demiştir. (Dr. Fahrettin Atar, İslam Adliye Teşkilatı, 31)
Medine’de İslam’da ilk Devletin, anayasasının ilk maddesi, birlik ve beraberlik çağrısı olması tesadüf değildir.
Cemaatin Önemi ile ilgili temel mana ve metinler çoktur. Bazıları şöyle sayılabilir:
1-Cemaatle namazın çok fazla sevap kazandırması
"Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletlidir."
(Buhari, Ezan 30; Müslim, Mesacid 249. Ayrıca bk. Nesai, İmamet 42; İbni Mace, Mesacid 16)
2-Ehli dalaletin cemaat halinde saldırması
A- İhlas Risalesindeki Dokuz Emrin önemli metinlerinde şöyle denir:
“Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,
“…değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.” (Lem’alar, İhlas, 256)
B-Üstadımız bu cemaat manasına, önemine nasıl bakıyor:
Madem,
- Hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı; ve
- Fıtrat-ı beşeriyenin bir hâcet-i zaruriyesi; ve
- Aile hayatından tâ
- Kabile ve Millet ve İslâmiyet ve İnsaniyet hayatına kadar
- En lüzumlu ve kuvvetli râbıta; ve
- Her insanın kâinatta gördüğü ve
- tek başına mukabele edemediği
- Medâr-ı zarar ve Hayret ve
- İnsanî ve İSLÂMÎ vazifelerin ifasına mâni
- Maddî ve mânevî esbabın tehacümatına karşı
- Bir nokta-i istinat ve
- Medar-ı tesellî olan
- dostluk ve kardeşâne cemaat ve
- toplanmak ve
- Samimâne uhrevî cemiyet ve uhuvvet,
- Hem siyasî cephesi olmadığı halde ve
- Bilhassa
- Hem Dünya, hem Din, hem Âhiret saadetlerine
- Kat'î vesile olarak
- iman ve kur'ân dersinde
- Hâlis Bir Dostluk ve
- Hakikat yolunda bir arkadaşlık ve
- Vatanına ve Milletine zararlı şeylere karşı
- Bir tesanüt taşıyan
- Risale-i Nur şakirtlerinin
- Pek çok takdir ve tahsine şâyân
- Ders-i İmanda toplanmaları…” (Şualar, 383)
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.