Mustafa KILIÇ
Okumak lazım!
Bismillahirrahmanirrahim
Bugün küfür ve dalalet şubelerinin Kur'an ve sahih hadislere en fazla yönelttikleri eleştirilerin bozuk bir İlah-resul-kitap algısından kaynaklandığını görüyoruz.
- Galaksileri yaratan ve çeviren yaratıcı neden benim fiillerimle ilgilensin?
- Kutsal bir kitapta filanca konudan bahsedilmesi uygun değildir! (Haşa)
- Peygamberin (sav) her hareketini taklit etmek ne için? Neden günlük hareketler ilahiyatın konusu oluyor?
Bu şekilde toparlanabilecek bir çok soru günlük hayatta ve sosyal medyada tartışılıyor.
Bediüzzaman, İşârât-ül İ'caz'da Bakara suresinin 26 ve 27. Ayetlerini tefsir ederken bu yanılgıların kaynağını şöyle sıralıyor:
"1- Onlar her şeye, me'luflarına baktıkları nazar ile bakıyorlar.
2- Onlar insanın zihninin, fikrinin, lisanının, sem'inin cüz'î olduklarını ve cüz'î olduklarından kasden ve bizzat iki şeye beraber taalluk edemediklerini nazara almışlardır.
3- Himmetin yüksek ve alçak kısımlarını tefrik eden mikyasın, iştigal ve ihtimamdan ibaret olduğunu düşünmüşlerdir. Yani yüksek şeylere ihtimam edenin himmeti yüksektir, alçak işlerde iştigal edenin himmeti alçaktır.
4- Kıymet ve azametin, himmet nisbetinde olduğunu zannetmişlerdir. Hattâ küçük veya alçak bir şeyi, yüksek ve büyük şahıslara isnad etmezler. Güya azîm insanlar, kıymeti olmayan şeylere tenezzül etmezler ve zayıf, küçük bir şey, o büyük himmet ve azameti tahammül edemez."
(Risale-i Nur-İşârât-ül İ'caz)
Yani Cenab-ı Hakk'ın fiillerini ve icraatını insanlara kıyas ederek değerlendirme hatasına düşmüşlerdir. Oysa insan; normali bildiğiyle sınırlı sanan, kısıtlı duyulara, düşünce gücüne ve iradeye sahip, aynı anda birçok işi göremeyecek bir canlıdır. O yüzden himmetini, enerjisini uğraştığı bir tek işe vermek zorundadır. Bu yüzden bir insanın kıymeti uğraştığı işlerle ölçülebilir. Veya kıymetli bir insan zamanını ve enerjisini yüksek işlere ayırması ile ayırt edilebilir. Çünkü basit veya önemsiz sayılabilecek uğraşlara ayırabilecek ikinci bir zihni ve yeterli zamanı yoktur.
Bediüzzaman şöyle devam ediyor:
"İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinaden Cenab-ı Hakk'ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: "Allah celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz'î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?"
Acaba o süfeha takımı; Allah'ın iradesi, ilmi, kudreti gibi sair sıfatlarının da küllî, umumî, şâmil, muhit olduklarını bilmezler mi? Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk'ın azametine mikyas ancak mecmu âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz! Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk'ın tecellisine mizan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki eşcar kalem, denizler mürekkep olsa o kelimatı yazıp bitiremezler." (Risale-i Nur-İşârât-ül İ'caz)
Oysa Allah'ın sıfatları külli ve umumidir. Muhittir, her şeyi ihata eder, kapsar. Tüm mevcudata şamildir. Satürn'ü yarattığı gibi sineği de o yaratmıştır. İnsanın iç dünyasını farklı bir alem zenginliğinde yarattığı gibi üreme sistemini de o yaratmıştır. Elbette ki sanatına dikkat çekmek isterken arıdan ağaçtan örnek getirecektir. Cuz'i bir ihtiyar ile imtihana soktuğu insanı en küçük icraat ve hissiyatından hesaba çekecektir. Ve elbette göndereceği peygamber önceliği tevhid iman akaide vermekle birlikte hangi elle yemek yeneceğine kadar her konuda hükümlerle gelecektir.
Kararsız dünyada geçici bir hayatta insanın en önemli amacı kendisini buraya gönderenin arzularını, kendisinden beklentilerini bilmek ve buna uygun yaşamak olabilir. Bu arzuları öğreneceğimiz yer ise Peygamberin (sav) sözleri ve yaşantısıdır.
Üstadın başka yerlerde dediği gibi;
"Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müthiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır." (Risale-i Nur-Haşir Risalesi)
"Kâfirler Allah'ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hata ediyorlar." (Risale-i Nur-Şualar)
Oysa İslamiyet'in sunduğu ilah tanımı Esma-ül Hüsna ile zati ve subuti sıfatlar ile şuunat ve icraat ile kainattaki tecelliyat ile tamamen bir ahenk içerisindedir.
Risale-i Nur ispat metodu olarak bunu bir çok yerde kullanmıştır. Haşri Cenab-ı Hakk'ın isimleriyle açıklamıştır. Kur'an-ı Kerim'in mahiyetini açıklarken "kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş ve ne makamda söylemiş" olan belagat kıstaslarını esas tutmuş, Allah'ın kitabı olduğunu göstermiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselam vesselamın manevi şahsiyetini ism-i azama ve her ismin azami mertebesine mazhariyeti üzerinden anlatmıştır ve her idrak sahibine "böyle bir Rabbin böyle bir elçisi olur" dedirtmiştir hakeza diğer konular kıyas edilsin...
Cenab-ı Hakk'ı isim ve sıfatlarıyla tanıdıkça sair iman rükünleri gereklilik halini almakta, ibadetlerin anlamı, illeti, hikmeti anlaşılabilmektedir. Aynı anlayış Makam-ı nübüvvet için de geçerlidir. Hz. Muhammed Aleyhisselatu vesselam'ın manevi şahsiyeti, Nebi yönü ile beşer yönünün ayrımı idrak edildiği ölçüde söz ve davranışlarının hikmetleri de idrak edilebilecektir.
Ne yazık ki bugün İlah-Resul algısı sağlam temellere oturtulmamış insanlara hadisler inkar ettiriliyor. Ellerine yine aynı anlayıştan yoksun mütercimlerin mealleri Kutsal Kitap olarak veriliyor. Rabbini elçisinin önemini bilecek kadar dahi tanıyamamış biri bu meallere ne kadar doğru anlam verebilir? Bu kişiler iyi bir ihtimalle teslimiyeti sağlamsa tevillerle günü kurtarmaya çalışacak, tahkiki bir imana ulaşamayacaktır.
Böyle bir ortamda Risale-i Nur gibi Allah'ın isimleriyle, risaletle, inzal-i kütüb ile haşir ile kader ile meleklerle, İslam'ın şartlarıyla iman esaslarını ilmek ilmek dokuyan bir eseri bize ihsan ederek dalaletten halas eden Rabbimize sonsuz hamdolsun.
Allah istifademizi arttırsın. Amin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.