Alaaddin BAŞAR
Tahkik ve taklit
İman için “taklidî ve tahkikî iman” şeklinde bir sınıflandırma yapılır. Birincisinde görgü ve telkine dayalı ve taklit esası üzere kurulmuş bir iman; ikincisinde ise, kendi nefsini ve bu âlem kitabını ilim ve hikmet nazarıyla tefekkür etmenin bir sonucu olarak kalpte hasıl olan ve hiçbir desise, vesvese yahut bâtıl fikirle sarsılmayacak kadar kuvvetli bir iman söz konusu.
İmanı tahkiki olan bir insanın, tevhit inancı da hakikidir.
Tevhid-i âmî ve zahirîde ise, böyle bir ilim ve tahkik söz konusu değildir. Tevhit inancı bu seviyede kalan bir mü’min de birliğini kabul eder, ama bir müşriki tevhide davet konusunda söyleyecek fazla bir sözü de yoktur.
Risale-i Nur Külliyatı’nda, “İman hem nurdur, hem kuvvettir” (Sözler) buyurulur.
Nur zulmetin zıddıdır. Genellikle, nur denilince hayâlimizde parlak bir ışık, zulmet denilince de koyu bir karanlık canlanır. Bu mânâ yanlış değil, ama eksik. Madde âlemini aydınlatan ışığa “nur” ve bu âlemi seyretmemize engel olan karanlığa “zulmet” dediğimiz gibi, mânâ âleminin de nur ve zulmetlerini aynı şekilde değerlendirebiliriz. O âlemi de aydınlatan nurlar ve gizleyen zulmetler var.
İman bir nurdur; göz nuru insanı madde âlemiyle buluşturduğu gibi, iman nuru da insan kalbini iman hakikatlerine muhatap kılar.
Kör bir insan, göz nurundan mahrumdur; eşyaya bakar ama bir şey göremez. İmansız bir insan da küfür karanlığındadır, kâinatı seyreder, ama onun yaratıcısını bilemez.
Cehalet de ayrı bir körlük, ayrı bir zulmettir. Câhil insan, gözü önüne konulan ilmî bir eserin sadece maddesini görür, O’nun içindeki mânâya nüfuz edemez. İlim ise nurdur, insanı o eserdeki hikmetlerle tanıştırır.
Cenâb-ı Hakk’ın bir ismi Nur olduğu gibi bütün isimleri de nuranîdir. Her birinden, farklı güzellikler, değişik inayetler ve merhametler tezahür eder.
Vücut (varlık) nur, adem (yokluk) ise zulmettir. Her bir ilâhî isim, varlık âleminin bir bölümünü, bir şubesini aydınlatır; insanların, meleklerin ve cinlerin tefekkürüne yahut istifadesine sunar.
Hâlık isminin tecellisiyle varlığa ayak basan her mahluk, yokluk zulmetinden kurtulmuş, vücut nuruna kavuşmuş olur.
Hayat sahibi olmak vücuttur, olmamak ise adem. O hâlde bir varlıkta “Muhyî” isminin tecellisiyle hayat nuru parlar.
Adalet nurdur, zulüm ise zulmet. Âdil isminin tecellisiyle zulümler ortadan kalkar, hikmet ve rahmet nurları her tarafı kaplar.
Zâlim insanlarda merhametten bir ışık huzmesi bile göremezsiniz. Ruhları karanlıktır; o ruhlarda inayet, ihsan, ikram gibi faziletleri bulamazsınız. İşte, Kahhar isminin tecellisiyle bu zâlim insanlar cezalandırılırlar; adalet nuru böylece parlar ve zulmün zulmeti de yok olur gider.
Bediüzzaman Hazretleri, cehennemi anlatırken onun önemli bir vazifesinin de “âlem-i vücut kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlemek” olduğunu ifade eder. Cehennemi inkâr eden bir kâfir cehennemde yandığında küfürden temizlenir. Artık o, cehenneme yakînen iman etmiştir. Ama bu geç kalmış iman, onu cennete götürmeye yetmeyecektir.
Bir şekle sahip olmak vücuttur, sahip olmamak ise adem. Musavvir isminin tecellisiyle şekiller âlemi varlık sahasında boy gösterir.
Hikmet de bir nurdur; abesiyet, yâni faydasız ve mânâsız olmak ise zulmet. Her ilâhî eser, Hakîm ismine mazhardır ve abesiyetten uzaktır.
Diğer ilâhî isimleri de aynı şekilde düşündüğümüzde her birinin tecellisinden ayrı bir nur doğduğunu ve tecelli etmemesinin de ayrı bir zulmet olduğunu görürüz.
İşte bütün isimleri ve sıfatları nuranî olan Allah’a iman etmek de ayrı bir nurdur. İnsan bu nur ile, küfür zulmetinden kurtulur. Kendi varlığını ve çevresindeki eşyayı ilâhî isimlerin tecellileri olarak görür. Onun için artık her taraf nur ile doludur. Her mahluk bir tefekkür hazinesi, her nimet bir şükür davetçisidir.
Kalbi imanla nurlanan bu bahtiyar insanın bütün his dünyası da, Kur’ân ahlâkıyla nurlanır. Güzel ahlâkın her bir şubesinden ayrı bir nur alır, ayrı bir zevk duyar.
İmanın diğer rükünleri de insan için ayrı birer nurdur ve her biri bir başka zulmeti ortadan kaldırmaktadır:
Âhirete iman ile istikbal nurlanır; kabir “âlem-i nura açılan bir kapı” olarak görülmeye başlar. Bir dakika sonrası hakkında hiçbir bilgisi olmayan insan, bu iman sayesinde kabri görür, mahşeri görür, cennet ve cehennemi görür; küfür zulmetinin doğurduğu ruhî sıkıntılar onun ruh dünyasına yanaşamazlar. Ufku genişlendikçe genişlenir; huzuru arttıkça artar.
“Fikrin sönük ise Kur’ân’ın güneşi altına gir. İmanın nuriyle bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur’ân birer yıldız misüllü sana ışık verir.” (Sözler)
Kadere iman ile, hâdiseler nurlanır. Mü’min, kahrı da lütfu da birer imtihan sorusu olarak değerlendirir ve her ikisinde de kendisinden beklenen kulluk tavrını en güzel biçimde ortaya koymaya çalışır. “Kadere iman eden kederden emin olur” sırrı onda tahakkuk eder. Artık onun kalp dünyası daima aydın ve ruh iklimi her zaman sakindir.
“Kar kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz,
Mevsim bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz.” (Ali Ulvî Kurucu)
İnsan, peygamberlere ve kitaplara iman etmekle, rehbersizlik zulmetinden kurtulduğu gibi, meleklere imanla da yalnızlık zindanından halâs olur.
İman nur olduğu gibi kuvvettir de.
Kör insan, yürüme gücünü de büyük ölçüde kaybeder, rahatlıkla yol alamaz. Adımları endişe yüklüdür; sür’at yapamaz.
Bilgisiz insan da bir eseri anlamaya güç yetiremez. Çünkü, ilim nurundan mahrumdur.
Görme ve bilme, hem nur, hem kuvvet oldukları gibi, iman da eşsiz bir nurdur ve en büyük bir kuvvettir.
“Sultan-ı Ezelî’ye iman ile intisab eden ve amel-i salih ile itaat eden bir insan” (Sözler) artık hiçbir şeyden çekinmez ve korkmaz. Semâvat ve arzı ve onlardaki bütün mahlukatı Rabbinin askerleri bilir; o âciz ve mahkûm varlıkların korkusu kalbinde yer tutamaz. O’nun korkusu da, sevgisi de Sultan-ı Ezelî içindir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.