Safa AKINCIOĞLU
Ölü damat
Tiruwa köyümüzde evler genelde iki katlıdır. Giriş katı genişçe olur, ambar olarak kullanılır ve yanında ahır vardır. Küçük bir merdivenle büyükçe bir sundurmaya çıkılır. Sundurma hem ikinci dam hem balkon görevini görür. Kurutmalıklar dama serildiği gibi oraya da serilir. Yün çırpılır, yorgan dikilir ve bir nevi evin tezgâhıdır. Evler küçüktür ve iki odalı evlerde aynı odada uyulur. Yazın ya sundurmaya ya da dama kurulan demirlerin üzerine döşekler ve yastıklar serilir. Sıcaktan böylece kaçınılır. Demir düzeneğinin uzun çubuklarına örtüler gerilir ve ailenin yatmasına uygun bir ortam hazırlanmış olunur. Bir keresinde sıcaktan o kadar bunalmış olmalıyız ki demir tahta, pervaneyi çıkardığımızı hatırlıyorum. Sineklerden rahatsız olmak istemeyenler demir çubukların üstünden bir tül bırakırlar ve cırcır böceklerinin eşliğinde rahat ve serin bir uyku çekerler.
Her şey bir düğünle başlamıştı. 4-5 yaşlarındaydım. Bir evin koca avlusu ve sundurması insanlarla doluydu. Merdivenler ve sundurma hep insandı ama asıl hareketlilik avludaydı. Parlak işlemeli, atlas elbiseler giymiş ve beyaz ince başörtüler takmış hanımlar ile genelde beyaz giymiş ve kuşak takmış erkekler hızla yukarından aşağıya inişlerle ve uyumlu diz büküşlerle halaya durmuşlardı. Mendili havada uçuran halay başı arada attığı naralarla halaydakileri coşturuyordu. Etraftakiler de aralardan halaya katılıyordu. Halaydakilerin sayısı azalmıyor ve sürekli artıyordu. Siyah gür saçlı, kravatsız siyah takım elbiseli ve beyaz gömlekli damat, halayı ateşlendiren delikanlıydı. Ben bu kalabalığın arasına girmeye korkmuş olmayım ki ya da daha iyi görebilmek için yukarıdan izlemeyi tercih etmiştim. Köyde hatırladığım en renkli ve en hareketli an buydu.
Evdeydik, babam elinde bazı evrakları anneme gösteriyordu ve konuşuyorlardı:
-Artık sürekli orada kalabileceğim, ikamet işlemim yapılıyor ve sonrasında sizi de yanıma alabilirim. Eskisi gibi bir iki sene ayrı kalmamıza gerek kalmayacak.
-Köyün bütün erkekleri kasabaya yürüyecekmiş. Zindandakilerin çıkarılması için yürüyüş yapacaklarmış.
-Ben katılmak istemiyorum hem bak bu fırsat elimize geçti, bunu kaybetmemeliyim.
-Korkuyorum, katılmayan erkekleri tehdit ediyorlarmış. Sana bir zarar vermelerinden korkuyorum. Bak, herkes katılacakmış hem.
Babam onaylarcasına sustu. Sonraki sabah köyün bütün erkekleri yürüme ile 45 dakika süren kasaba yoluna koyuldular. Başlarında yüksek sesle bağıran yine üzerinde beyaz gömlekle damat vardı. Köyden uzaklaşmışlardı. Kasabanın girişinde yolu askerler kesmiş, topluluğa dur denmişti. Birkaç uyarıya rağmen topluluk tezahüratlarla yürüyüşe devam etmiş. Komutan da ateş emri verince topluluğun önündeki damadın gömleği kana bulanmış. Diğerleri de sağa sola kaçmaya başlamış. Kaçan kaçabilmiş, kaçamayanları da asker yakalamış. Bir asker, babamın puşisini boğazına dolayıp çekmeye başlamış ve babam da öleceğini sanmış. Onları tutuklayıp Diyarbekir zindanına götürmüşler. Bir gün annem beni de yanına alıp babamı görmeye gittik. Kümes telleri gibi uzun tellerin ardında saçları kaşları tıraş edilmiş babamı gördüm. Başkası olsa korkacağım ama babam olduğu için annemin kucağında tellere yapıştım ve minik parmaklarımı telin deliklerinden geçirdim. Babam öptü parmaklarımı, gözlerinden yaşlar akarken bir daha öptü. Babamı o halde görünce benim yüreğim tellerde asılı kaldı.
Üç ay zindanda kaldı. Bunun üzerinden 25 yıl geçti ama üç ay neler yaşadığını ne ben sormaya cesaret edebildim ne de o anlatmaya. Yarasını açıp bizi üzmek istemedi. Arabistan işi de yanmıştı. Bir yıl sonra köyün zoraki boşatılmasını beklemeden bizi daha emin bir yere götürmek için ana ve babasına bile gideceğini sabah haber verip Batıya doğru göç ettik.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.