Dr. Veli SIRIM
Ölüm kendini unutturmaz
Nice zorbaların, nice zalimlerin başlarını eğdiren; nice saray ehlini, lüks ve şatafat içinde yüzenleri eleme garkeden; nice meliklerin, sultanların, şahların, padişahların, kralların, kayserlerin ümitlerini yok eden; nice karunların, firavunların yegane korkulu rüyası nedir? Bu sorunun tek kelimelik bir cevabı vardır; ÖLÜM!
Ölüm, hayat kadar inkar edilemez bir gerçektir.
Hatta insan ölmek için dünyaya gelir[1] dersek yanlış olmaz.
Tek cümleyle tarif etmek gerekirse ölüm, Kaderin takdiriyle, Kudretin büyük bir tasarrufu[2]dur. Zira, çevremize bir bakacak olursak tabii ömrünü tamamlayıp ölenlerin çok az olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Çoğunluk ise tamamlayamadan ölüp gitmektedir.
Kuran-ı Kerimde Her nefis ölümü tadacaktır[3] buyurulur. Bu âyetteki genel hükümden hareketle denilmiştir ki; Nev-i insânî bir nefistir; dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir; baki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir; âhiret suretine girmek için o da ölecek.[4]
Ölümün peçesi gerçi karanlıktır, siyahtır, çirkindir. Fakat mümin için asıl siması nuranîdir, güzeldir. Bu yüzden ölüme korkarak değil, belki bir cihetle müştakane bakar.[5]
Çünkü ölüm, hayat vazifesinden bir terhistir. Bir paydos, bir mekan ve bir vücut değiştirmedir. Bakî ve ebedî bir hayat için davettir. Bir başlangıç, sonsuz bir hayatın ilk adımıdır.
Nasıl ki, insanın dünya hayatına gelmesi bir yaratma ve takdir etmenin sonucudur; dünyadan ayrılması da yine bir yaratma ve takdir ile gerçekleşir. Bu hakikati, hayat basamaklarının en aşağısında bulunan bitkileri örnek vererek açıklayalım;
Herhangi bir bitkinin ölümü, tıpkı yaşamı gibi büyük bir olaydır aslında. Zira görünürde bir meyvenin veya çekirdeğinin ölümü, bir çok kimyevî işlemlerin gerçekleşmesine, adeta bir hamur misali yerin altında yoğrularak yeni bir hayatın şekillendirilmesine başlangıç teşkil eder. Dolayısıyla çekirdeğin yerin altına girip ölmesi demek, yeni bir hayatın başlangıcı anlamını taşır.
İşte, hayat tabakalarının en aşağısında olan bitkilerin ölümü böyle mükemmel bir sonucu doğuruyorken, en üst tabakada hayat süren insanın ölümle yok olup gitmesi elbette düşünülemez. Yer altına giren bir tohumun bahar mevsiminde sünbüllenmesi gibi, kabre konulan insan, mahşer baharında sonsuz bir hayata mazhar olacaktır.[6]
Ölüm insanın ruhuyla değil, asıl cesediyle alakalıdır. Cesed dağılıp, yok olurken, ruh baki kalır. Cesed ruha dayanır, ayakta kalır. Ruh ise bizâtihi kaimdir. Cesed harab olursa daha ziyade serbest olur, melek gibi göğe uçar.[7]
Ölüm, insanı dünyadan ve bütün sevgililerden ayırır.[8] Belki de insana ölümden daha fazla elem veren ve ölümü kendisine alabildiğine sevimsizleştiren de bu yöndür. Ne var ki, şu dünyada her şey fanidir. Fani olan her şey ise mutlaka yok olacak, ayrılıp gidecektir. Ayrılık ve ölüm bu açıdan her an mukadderdir. Kaldı ki, eğer dostlardan ayrılık olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin alsın.[9]
Ölüm bir daha hayat bulmamak üzere ayrılık, hiçlik ve yokluk kapısı, karanlık bir kuyu değildir. Bilakis, Ezel ve Ebed Sultanının huzuruna girmek için bir kapıdır.[10]
Ölüm haktır. Sahip olduğumuz hayat ve bedenimiz, şu dünyaya direk olacak özellikleri taşımaz. Ne demirden, ne taştan, ne de çok sağlam elementlerden yaratılmamıştır. Et, kan ve kemik gibi kısa zamanda dağılıp yok olabilecek şeylerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur.[11]
Bazıları, her an yüz yüze geldikleri ölüm gerçeğini unutmak ister ve bunun için elinden geleni yapar. Kah aklını uyuşturur, kah devekuşu misale başını kuma sokar ve ölümden emin olduğunu zanneder. Hatta kendi yaptıklarını herkese tavsiye eder ve en doğrusunun bu olduğunu iddia eder. İnsanları dünya hayatına ve eğlencelerine çağırır. Cenab-ı Hakkın helal saydıklarını hor ve hakir görüp, haram çirkefliklerine ve sefahet çukurlarına çeker.
Kimi insan da vardır ki ölüm onun sığınağıdır. Toprak onun yatağı, toprağın altındaki haşerât adeta onun dostudur. Münker ve Nekir onun sohbet arkadaşıdır. Kıyamet onun buluşma anı, Cennet ise onun son durağıdır..
Ölüm bir nimettir. Özellikle ulvî insanlar nazarında.
Ölüm, ebedi saadet için bir başlangıçtır. Bu yönüyle belki de en büyük nimettir. Çünkü arzu edilen bir nimete ulaştıran vasıta da o ölçüde nimet olacaktır.
Ölüm, adeta muzır hayvanlarla dolu bir hapishaneden geniş ve güzelliklerle dolu bir bahçeye çıkmak gibidir. Dolayısıyla ruh, kendisi için sanki kafesi andıran cesedinden çıkmakla, gerçek anlamda hürriyetine kavuşmuş olacaktır.
Diğer yandan, bir an ölümün olmadığını düşünelim. Dünyanın hali nice olurdu? Hiç yaşanacak hali kalar mıydı? Sadece insanlar için değil, hayvanlar ve bitkiler için de ölüm, dünyayı yaşanılır hale getirmektedir. Aksi takdirde, geçen bütün zamanlar boyunca yaşayan canlılarla birarada bulunmak zorunda kalacak, akla-hayale gelmedik sıkıntılarla karşılaşacaktık.
Ölüm kadar istenmeyen ihtiyarlık sıkıntılarına ve dertlerine de yegane ilaç aslında ölümden başkası değildir. Çevremizde, hatta en yakınlarımızda bu tür insanlara şahid olmuşuzdur. Ya bizzat kendisi veya bizler ölümün gelmesi için dualar etmişizdir. Böyle birisi vefat edince, üzüntüden çok belki sevinmiş ve Allah kurtardı demişizdir.
Ehl-i iman için ölüm bir başka açıdan da önem taşır. O da, sonradan yaratılmış varlıklar için söz konusu olan ölümün, yüce Yaratıcının devam ve bekâsına bir delil olmasıdır.
Nehirlerin kabarcıklarında, denizlerin dalgalarında ve yeryüzündeki bütün şeffaf maddelerde yanıp-sönen ışık parıltıları elbette daimi bir güneşin varlığını göstermektedir. Tıpkı bunun gibi binlerce senedir dünya üzerinde hayat bulup, ölümle sönüp giden varlıklar da bir Şems-i Ezelî ve Ebedîyi gösterirler.[12]
Ehl-i imanın nazarında başta Habibullah olmak üzere bütün sevdikleri, kabrin öbür tarafına geçmişlerdir. Bu tarafta kalan bir-iki tanesi de her an ahiret yönüne gidebileceklerdir. Bu sebeple, asla ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirmez. Merdane kabre bakar, onun ne talep ettiğini dinler.[13]
Kaldı ki, insan dünya hayatında karşılaştığı bir çok sıkıntı, elem, zorluklar ve musibetler karşısında aciz kalmaktadır. Bu acziyeti ve hayat yükü altında ezilme derdi insanı adeta dünyaya küstürmektedir. Bu bakımdan ölüm bir ümitsizlik değil, insana ahiret mükafatını düşündürmesi bakımından bir ümit telkin etmektedir.[14]
Ölüm, şu dünya misafirhanesinden ayrılma vaktidir. Çünkü insan bir misafirdir. Dünyada ebedi kalmayacaktır. Dolayısıyla, şu dünya menzilinin ve içinde oturan insanların hallerine dikkatle bakılırsa, şu dünya ve içindekiler ebedî kalmak için yaratılmamıştır. Cenab-ı Hakkın ebedî ve sürekli olan Dârüsselâm menziline davet ettiği kullarının toplandıkları bir han ve bir bekleme salonudur.[15]
Ölümü bu yönleriyle değerlendirenlerin söylediği her sözü, yaptığı her işi, aklından ve kalbinden geçirdiği her düşüncesi hep o değişmez gerçekle bağlantılıdır. Ne dilerse onun için diler. Ne söylerse ona yönelik söyler. Tedbiri ancak onun için alır. Onun dışında hiç bir şeye yönelmez. Sadece ve sadece onun çevresinde dönüp dolaşır. Onunla ilgili şeylere önem verir. Onun dışında hiç bir şeyi bekleyip, yolunu gözlemez. Ölümü gülerek karşılar ve kendisi gibi düşünmeyen ve inanmayan dünya düşkünlerine şöyle seslenir;
Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam.
Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.
Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı - sen gibi görmem.
Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.
Rahmet kapısı, nur kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem.
Bismillah diyerek çalıyorum, arkama bakmam, dehşet de almam.
Elhamdülillah diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam
Allah-u Ekber diyerek ezan-ı Haşri işitip kalkacağım, Mahşer-i Ekberden çekinmem[16]
Bir şeye hazırlanmak, ancak o şeyi her an kalbiyle hatırlayıp, yeniden yâdetmekle olur. Yeniden anmak ise ancak onu hatırlatan şeylere kulak vermek, onunla ilgili yapılan uyarılara dikkat etmekle gerçekleşir.
Hülasa, ölüm hakikati sonradan yaratılan her hayat sahibi için söz konusudur. Her insan için kabir vardır ve herkes ister istemez oraya girecektir. Kabre giriş, insanların içinde bulundukları vaziyete göre şu üç tarzda gerçekleşir;
Birincisi: Kabir iman ehli için şu dünyadan daha güzel bir alemin kapısıdır.
İkincisi: Ahireti tasdik eden, fakat sefahate ve dalâlete dalanlar için ebedî bir hapsin kapısı, bütün dostlarından soyutlanmış bir mahkumiyete atılan ilk adımdır.
Üçüncüsü: Ahirete inanmayan inkar ve dalâlet ehli için, ebedî bir idam kapısı, hem kendisini, hem de bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için de aynı şekilde cezalandırılacaktır.[17]
Ölüm ve sonrası aslında çok yakındır. Ömrümüzden geriye elimizde çok azı kalmıştır. Ne var ki insanlardan çoğu bundan gafildir. İnsanlara hesaba çekilecekleri gün yaklaştı, ama onlar bundan gaflet içinde yüz çevirirler.[18]
Hülasa, bütün bu anlatılanlar Hz. Peygamberin (a.s.m.) akıllı insanı tanımladığı şu hadis-i şerifi tasdik eder mahiyettedir;
Akıllı o kimsedir ki, kendini ölüme yaklaştırır ve öldükten sonrası için amelde bulunur.[19]
[1] Bir hadis-i şerifte her sabah bir meleğin insanlara şöyle seslendiği buyrulmuştur; Ölmek için doğup dünyaya geliniz; Harap olması için binalar yapınız. (Bkz. el-Aclûnî, Keşfül-Hafâ, 2041)
[2]Risale-i Nur Külliyatı (RNK), İşârâtül-İcâz, Nesil Yayınları, İstanbul 1996, C. 2, s. 1259
[3] Âl-i İmran, 185
[4] Lemalar, 706
[5] Lemalar, 707
[6] RNK, Mektubat, C.1, s. 348
[7] RNK, Barla Lahikası, C.2, s. 1515
[8] RNK, Mesnevi-i Nuriye, C.2, s. 1354
[9] RNK, Lemalar, C. 1, s. 716
[10] RNK, Mesnevi-i Nuriye, C.2, s. 1360
[11] RNK, Mesnevi-i Nuriye, C.2, s. 1297
[12] RNK, Sözler, C.1, s. 128
[13] RNK, Sözler, C.1, s. 65
[14] RNK, Sözler, C.1, s. 77
[15] RNK, Mesnevi-i Nuriye, C.2, s. 1294
[16] RNK, Sözler, C.1, s. 79
[17] RNK, Sözler, C. 1, s. 55
[18] Enbiyâ; 1
[19] Tirmizî, Kıyâme: 25; İbn Mâce, Zühd: 31; Ahmed İbn Hanbel, 4/12
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.