Himmet UÇ
Ömer Özcan’ın ‘Ağabeyler Anlatıyor’ kitabının yedincisi
Tolstoy, Savaş ve Barış’ı yazarken Napolyon’un Moskova Seferi’nin cereyan ettiği mekanı bir atın sırtında dolaşır. Yeğeni sanki gözlem yaparken yüz yıl önceki atların ve konuşmaların tanığıydı. Yaşadı ve yazdı. Tam 500 şahıstan oluşan romanı.
Ömer Özcan’ın bu kitabında şahısların bir indeksi olmalı, diğer kitaplarının da. Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur dünyanın büyük olaylarından birisi. Aristo’nun Poetikası yüzyıllardır okunur ve insanlar ondan istifade eder. Daha nice büyük eser böyledir. Ömer Özcan’ın son kitabı 406 sahifeden oluşuyor. Nesil yayınlarından gün yüzüne çıkmış ama kitapta büyük bir biyografi dedektifi var. Bu Ömer Özcan. Otuz kişiden bahsediyor, herbirinin vaka öznesi Bediüzzaman, yüklemi de tümleci de. Hala karartılmaya çalışılan bir sanat ve edebiyat dehasının aynalarını ve gözlemlerini yazmış Ömer Özcan. Eser büyük bir araştırma ve telif eseri.
Aşk imiş alemde her ne var
İlim bir kıl ü kal imiş ancak.
Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor isimli kitabının yedincisi çıktı. Yaşadığımız yüzyılın en önemli olaylarından biri Bediüzzaman Hazretlerinin tarihe, toplum ve dini yaşayışa hayatının ve mücadelesinin yansımasıdır. Bu yansıma reklam olsun diye sineği deve gösteren bir mantığın mahsulü değildir. Bediüzzaman ta çocukluğundan itibaren olağanüstü bir şahsiyettir. Tip değil toplumu etkileyen davranış tarzı önceden denetlenemeyen bir karakterdir. Toprağımızdan çıkan büyük insanlar hakkında biyografi yazmak bizde adet değil. Hz. Peygamberin (asm) bile hayatı, çok ritmik bir şekilde ele alınmış. Neredeyse yüze yakın kitabın planları ve tasarımları birbirine yakındır. O’nun (asm) şahsiyetinin çok yönlü olarak topluma ve insanlara yansımaları çok ince araştırmalara dayanmalıdır. Başka türlü olunca doğum ve ölüm tarihleri, hayatının önemli olayları anlatılır, çok da etkileyici değildir.
Ömer Özcan kaderin sevki ile her davranışı ve sözü insanların ilgisini çeken ve onları yönlendiren bir insanın hayatının yıllarını, günlerini değil anlarını yakalamaktır. Çünkü insanı etkileyen olayların çoğu anlık olaylardır. Bir büyük insanın doğum tarihi ile ölüm tarihi insana çok şey vermez ama hergün geçtiği yoldan bir Yahudinin üzerine kül atmasına tahammül edip yoluna devam eden Nebiler Nebisi (asm), birkaç gün sonra üzerine kül atılmadığını görünce hemen ev sahibinin kapısını döver. “Benim bir arkadaşım vardı beni her gün küllerle karşılardı ona ne oldu?” Yahudi bu tavrı aklın haricinde olayın etkisi ile Peygamberimizin (asm) ayaklarına kapanır. “Böyle bir davranışı ancak bir Peygamber yapabilir“ der. Bu hacmi küçük olay ne kadar harika izah eder Peygamber-i Kübra’yı değil mi? İşte biyografi budur.
Fenomenoloji olayların ilmidir, yani olayın izah ettiği kişidir. Kur’an da peygamberleri, olayları izah eder. Hz. Zülkarneyn seddi yapar insanlar ona bir ücret vermek ister, o da “Benim ücretimi Allah verir, siz ondan endişe etmeyin” der. Her peygamberin hayatının en açıklayıcı olayını Kur’an yüzyıllar önce ortaya koymuştur.
Kitabın ilk şahsiyeti Abdülmuhsin Alev’dir. O gerçekten bir alev ile ortaya çıkmıştır. Gençlik Rehberi isimli kitabın yeni harflerle basımı Muhsin Alev ve Ahmet Aytimur vasıtasıyla yapılır. Bu davanın nedeni bir eser ama müsebbibi Muhsin Alev’dir. Yargılanan bir katil, bir kötü adam değil bir yazılı kağıt demeti. Nerelerden gelmişiz… Kur’an’ı yeryüzünün dört bir yanında temevvüç ettiren bir milletin mahkemesi gençlere rehber olan bir kitabı, asıl adı Rehber üş Şebab’ı mahkeme ederler. Bir büyük biyograf titizliği ile Ömer Özcan Berlin’de yaşayan Muhsin Alev’e dolaylı bir yolla varır ve hatıralarını zapteder. Alev 1994 yılında Risale-i Nur’dan bir konuyu da doktora tezi olarak yapmış ve bu eser Almanya’da yayınlanmıştır. Muhsin Alev eserleri okur okumaz alevlenir. Zübeyir Abi ona o zamanın parası ile üç yüz liraya bir takım Risale-i Nur verir.
Gençlik Rehberi'ni matbaadan üç arkadaş çuvallarla kaçırırlar. Tam bir polisiye roman. Suçlu kim kitap! Gerekçe; Dini propaganda yapmak. Yazan kim? Seksen beş yaşında bir pir. Muhsin Alev’in kitaplar yüzünden hayatı bir kaosa dönmüş. Bu hatıralar onları anlatıyor. Garip bir tiyatro sahnesidir, mahkeme devam ederken, asıl davayı hatırlatır Bediüzzaman “öğle namazına ne kadar var?” der. Hiç telaş yok, dünya cayır yansa da en büyük olay dinin direği olan namazdır. Birkaç sahnelik tiyotro eseri Gençlik Rehberi. Bir gün yazarlar, bakalım ömür var görürüz. Orhan Veli, kızılcık ağacını anlatırken der ki “bu sene bir meyve verdi kızılcık, gelecek yıl bakarsın üç verir.” Olsun bekleriz, ömür var.
Haberi veren gazetenin başlığı da tam bir mizah, komedi. “Dini siyasete alet eden seksenlik pirin duruşması.“ Eserin mahkemesi üç ay sürmüş, bir ihtiyar üç ay bu aliyülala mahkeme nedeniyle İstanbul‘da bulunmuş. Hukuk tarihimiz harika vakalarla dolu, ibretamiz ve pürgamız.
Alev, Necip Fazıl’ın Bediüzzaman’ı ziyaret ettiğine de şahit olur. Bediüzzaman büyük şaire, ”Biz aynı ağacın meyveleriyiz, aramızda ayrılık gayrılık yok, aynı yere gidiyoruz” der. Büyük Doğu dergisinde Bediüzzaman’ın eserlerinden pasajlar yayınlanır. Osman Yüksel Serdengeçti de gelir ziyarete. Bediüzzaman ona “olsaydı adını Osman koyardım” der. Bediüzzaman İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yıl dönümüne de iştirak eder Fatih Camii’nin avlusunda.
Bir şahıs Sultan Abdülhamid’e kızıl sultan demiş. Üstad’a nakletmişler, “Fesuphanallah Sultan Hamid altmış milyon Müslümanın halifesiydi. Ben ona veli nazarıyla bakıyorum” der. Üstad çok üzülür ve Abdülhamid hakkında bir lahika mektubu yayınlar. Yine o sırada bir doğulu vatandaş Üstadın yanına gelir. Üstadla Kürtçe konuşmak ister. Üstad kabul etmez. “Kardaşım Türkçe konuş, bunlardan saklanacak bir şeyimiz yoktur, hem ben Kürtçe’yi unutmuşum“ der. Devamla “eğer Türkiye, Suriye, Irak, ve İran’da Kürtler İslam’a göre hareket ederlerse İttihad-ı İslama vesile olurlar” der.
Muhsin Alev Isparta’da eserleri teksir makinesi ile çoğaltmıştır. Bir gün kendi başına tramvayda seyahat eder ama kadın ve erkeklerin halinden mutazarrır olur. Kadının sokaktaki hakimiyetine cidden üzülür.
Abdünnur Keseli Mersin doğumlu. Mersin hizmetlerinin çekirdeği olan bir nur talebesi. İstanbul’da eserlerle karşılaşır. Okuyunca tesirine kapılır ve artık devam eder. Meşhur 46 numarada davanın ilk rükunları ile tanışır. Piyer Loti oteline gelen Bediüzzaman’ı merak eder. Otelde Bediüzzaman’ı ziyaret etmek ister, resepsiyondaki adam irtica şefidir. Yine garip bir manzara. Her yer polis, hafiye dolu. Suçlu seksen yaşını aşkın bir ihtiyar. Yürürken başkasından yardım alan bu ihtiyar devleti yıkabilir! Olur ya! Ne endişe değil mi? Gülelim mi ağlayalım mı?
Üstadın odasına girince “bunlar bana 31 Mart hadisesinde bir şey yapamadılar, şimdi mi yapacaklar. Korkmayın hiçbir şey yapamazlar, küfür ölmüştür“ der Bediüzzaman. Bugün hala Bediüzzaman korkulan adamdır. Mescid ve cami kitaplığında Bediüzzaman kitapları bir geliyor bir gidiyor. Olur ya mescidi yıkarlar! Hala menhus zekalar tetikte.
Sonra otelden ayrılmak ister. Gazeteci ordusu fotoğrafını çekmek için savaşırlar, “Said Nursi’nin yüzünü açın da görelim“ derler, bir arbede olur. Bu bölüm de bir tiyatro senaryosu olur. Aslında Ömer Özcan‘ı kitabı tiyatro, tiyatronun adı “Seksenik ihtiyarın trajik hayatı.” Araba Kabataş iskelesine giderken, iki yanında gençler koşarlar. Gazetelere büyük haberler yansır. Ne garip! Adamın her hali vukuat-ı mukaddese. Askerlik sonrası Kahramanımız Abdünnur Keseli Mersin’e hizmetleri başlatır ve öylece devam eder. On iki ay da Yusufiyede yatar ve orayı nurlandırır.
Ahmet Gümüş Ermenek’lidir. Zübeyr Abinin hemşehrisidir. Nurları 1952’de Ermenek’te tanır. Her fırsatta o zor zamanlarda bulduğu parayla hep Isparta’ya gider. Üç ayda bir Üstad’ın yanına gelir. Zübeyr Abi ona “böyle ulvi bir niyet maddi sebeplerle tehir edilmez, gidiş geliş paran benden” der. 1954’te Risale-i Nur’u okuduğu için okuldan tasdikname ile uzaklaştırılır. Al sana bir komedi daha. Dinsizlik ve din düşmanlığı nerelere kadar girmiş, gel de hayret etme. Isparta’da bölüm başkanı bana “sınıflarda Said Nursi adı ağzından çıkıyormuş, üç şahit tutar seni attırırım” demişti. O zaman bu zaman o kafa bu kafa. Çalışmadık arkadaş çalışmadık, ne söylersen söyle. Isparta imam hatip okuluna geçişini anlatır. Üstad, “imam hatip okulu müdürüne git, benim selamımı söyle seni okula kaydetsin” dedi. Bunun üzerine okula gittim Müdür Bey’e Üstad’ımın selamı var. Ben Konya İmam Hatipten tasdikname ile geldim, beni kayıt edeceksinin’ dedim. Müdür Bey “hangi üstad” dedi. “Üstadımız Bediüzzaman” dedim. Müdür hemen ayağı kalktı, gözlerimden öptü. “Seni aldım yavrum, değil mi ki sen bana Üstad’dan selam getirdin, beni müdürlükten alsalar da seni aldım” der. Helal olsun adama…
Burada Üstad kahramanımıza “kardeşim kemiyet insanı aldatır, iş keyfiyettedir, sen bütün talebelik hayatında Risale-i Nur’u fıtraten arayan iki kişinin nurları tanımasına vesile olsan, onlar da imanlarını kurtarsalar vazifeni yapmış sayılırsın. İhlas kemiyette değil keyfiyettedir” dedi. Bir kere de “senden birkaç defa Risale-i Nur istesinler o zaman ver. Biz kitapçılar gibi kitap satmayız“ der.
Ahmet Gümüş İşaratül İcaz’ın tercüme edilmesine vasıta olur. “Abdülmecit Efendi’ye gittim tercümem etsek olur mu dedim. Olur dedi.“
Bir keresinde Çam dağında Üstad konuşur. “Kardeşlerim biz kendi kendimize hareket edenlerden değiliz, biz inayet altındayız. 1400 sene evvel mübarek bir ümmi ve öksüzün eliyle o zamanın krallarının, sultanlarının muhalefetine rağmen, İslamiyet bütün dünyaya nasıl yayılmışsa, Kur’an’ın hakikatleri olan Risale-i Nur da Hz. Ali’nin Celcelutiyesinde bildirdiği gibi gizliden gizliye inkişaf edecektir.”
Bir gün Bediüzzaman Menderes‘i över. “İslamiyet için samimidir fakat yalnızdır” der. Haşir Risalesi’nin basımını bir koyun tüccarı koyunlarını satar Üstadın yanına gelir. Haşir’in basımı için para lazımdır. “Üstadım bu beşyüz lira yeter mi” der. O da “getir kardeşim“ der ve parayla eser basılır.
Ahmet Ramazan isimli talebe bir şeyh arama derdine düşer. Bir türlü tatmin olmaz. Emirdağ’a gelir. Üstadı görür ilk duyduğu söz, ”Senin aradığın bizde yok ha?” cümlesidir. Ahmet Ramazan Üstad’ın İhvan-ı Müslimin liderine yazdığı mektubu Mısır’a götürür. Altı ay sonra döner. Bu sefer Bağdat’a gönderilir. 18 yıl Bağdat‘ta kalır. Sonra Şam’a geçer, 16 yıl orda kalır. Arkasından Medine’ye geçer akrabası olan Turgut Özal’ın aracılığıyla orada Resul-i Kibriyaya komşu olur. Ahmet Ramazan, İhsan Kasım Ağabey’in Risale-i Nurları tanımasına da vesile olur.
Bediüzzaman Denizli mahkemesinden beraat eder, hükümet kararı ile Emirdağ’a sürgün edilir. 1944’ün Ağustos ayında buraya gelir. Bediüzzaman Emirdağ’da sekiz yıl kalmıştır. Ahmet Urfalı 1924’te Emirdağ’da doğmuştur. Bediüzzaman Emirdağ Çarşı camiinde 16 yıl namaz kılmıştır. Urfalı Balıkesir’de askerdir, izinli gelince tekrar gitmek için Üstadın yanına gelir. Üstad onunla Hasan Basri Çantay’a selam gönderir. Birinci Mecliste Bediüzzaman’ın arkadaşıdır Çantay. Gider Hasan Basri Çantay’ı bulur, selamı iletir. “Nasıl Bediüzzaman? İyi mi, sıhhati yerinde mi, eziyet ediyorlarmış” diye sorar.
Bediüzzaman Afyon hapishanesine gittikten 7-8 ay sonra bir belediye memuru “Bediüzzaman’ı asacaklar“ demiş. Ahmet Urfalı, “Bediüzzaman’ın kılına bile dokunamaz kimse” diye ona çıkışır. Memur Ahmet Urfalı’yı şikayet eder. Karakola götürürler kelepçeyi takarlar. Bir hafta Emirdağ hapishanesinde yatar. Sonra Afyon’a gider orda 10-15 gün kalır, sonra hapisten çıkar. Bediüzzaman camları kırık büyük bir koğuşta camların iki milim buz tuttuğu zemheride sobasız yapayalnız kalır. Bediüzzaman bu hapishanede çektiğini başka hiçbir yerde çekmez. Üstelik zehirlenir de. Dünyaya bakış açısına ve kulluğa dair olan eserleri nedeniyle olmadık zulme maruz kalır Bediüzzaman. Üstadı Emirdağ’da çok faytonda gezdirir. Urfalının kızı Elveda’yı sevmek için evin önünden her geçtiğinde Bediüzzaman onu çağırtır ve sever.
Prof. Ali Özek’e Bediüzzaman’ı Ali Kılınçalp isimli birisi tanıtır. Ali Özek, Ezher’de talebe iken ona Arapça öğretir. Kılınçalp Bediüzzaman’la mektuplaşır. Ali Özek’ten de bahseder. Sonra Türkiye’ye gidecektir, Mustafa Sabri Efendi ona “senden üç şey istiyorum; Çorum leblebisi, Kırkağaç kavunu, bir de Bediüzzaman’a sor kaç talebesi var, o sana rakam verecektir. O zaman diyeceksin ki, niye duruyor niye bir hareket yapmıyor Türkiye’de.”
Soruları Bediüzzaman’a nakleder. Onun neden bir hareket yapmıyor sorusuna “Sen Sabri Efendi’ye selam söylersin, bizim davamız iman davasıdır.” Mısır’a döndüğünde Ali Özek’ Mustafa Sabri Efendi, “Bediüzzaman gerçekten haklıdır, evet söyledikleri doğrudur. O davasında muvaffak oldu, biz hata ettik, o memleketten hiçbir yere ayrılmadı, sebat etti” der ve Bediüzzaman’ı doğrular.
Ali Özek, Ahmet Feyzi Kul’a İşaratül İcaz dersi verir. Bu eser Ezher’de ders kitabı olarak okutulur. Ali Özek eserlerin üslubu hakkında bilgi verir. Üç türlü üslub vardır. Üslub-u askeri, insanları coşturmak için heyecan için yapılır. Diğeri üslub-u ilmi, üçüncüsü ise üslub-u hatabi. Bu üslub şiirimsidir ve etkileyicidir. Risale-i Nur’un üslubu cezbedicidir, etkileyicidir. (Duyguları ve aklı heyecana getiren eserlerdir. Onun tesiri biraz da maveraidir, akılla izah edilir gibi değil. Bir gel kelimesini bir insan da söyler ama bir kumandan söylerse herkes koşar. Kelimeler büyük ve manevi ağırlığı olan insanların ağzında büyük tesirlere sahiptir. Bu yüzden Bediüzzaman kendini tecrid ettiği ve yüzde yüz firesiz inandığı ve yaşadığı için sözleri tesirlidir. HU)
Üstadın 1944 senesinden itibaren vefat ettiği 1960 yılına kadar Emirdağ ile münasebeti hiç kesilmemiştir. Ertuğrul Kireç 14 yaşına kadar Emirdağ’da kalmış olduğundan dolayı çocukluk ve gençlik çağına geçiş dönemlerinde Bediüzzaman hazretlerine oldukça yakın olmuş. Bediüzzaman Dede ifadesi çocukluk yaşından itibaren lisanına yerleşmiş öyle kalmıştır. Bediüzzaman’ın haksızlığa uğratıldığını bildiği için onunla ilgili hatıralarını anlatmayı çok arzu eder.
Bediüzzaman’ı ilk gördüğünü tıpkı bir romancı gibi anlatır. “Birgün arkadaşlarla sokakta top oynuyoruz. Bir baktım ki çok değişik, Ay’dan, Merih’ten gelmiş birisi gibi. Oradaki camiin avlusunda toplandık merakla bakıyoruz. Gördüklerimi anneme anlattım. Annem dedi ki “Oğlum o çok derin bir hocadır, bir evliyadır. Müftü dedenin arkadaşıdır, elini öp duasını al.” Bundan sonra onu her görüşümüzde elini öpmeye başladık. Bediüzzaman Dede yürürken çok haşmetli, heybetli, meydan okurcasına yürüyen biriydi. Dede’nin nurlu bir yüzü vardı, bakışları bize güven veriyordu. Yalnız gözlerine devamlı bakamazdık. Bize “ben hastayım sizin duanız makbuldür, bana dua edin“ derdi. Dedemin evinin önünden arkadaşlarla her geçtikçe ona selam verirdik ayağı kalkar selamımızı alırdı. O hep ayakta selam alırdı. Halbuki bize el sallasa da olurdu. Ünlü Emirdağ yangını çıkar. Yangın ahşap binaları yakar. Bediüzzaman ayağa kalkar dua eder. Mehmet Çalışkan’ın dükkanının önünde yangın söner. O dükkanda meğer Risale-i Nur’un müsveddeleri vardır.
Risale-i Nur’da ismi çok geçen Konyalı Sabri Halıcı’nın oğlu Feyzi Halıcı. Feyzi Halıcı bir sanatçı kişiliğe sahiptir ve şairdir. Bediüzzaman’la ilgili şu mısraları yazar:
Üstad engelleri yardı
Göğü insü melek sardı
Müjdenin gelmiyor ardı
Nur doğması zamanıdır.
Fevzi Halıcı Türkiye’nin kültür ve sanat muhitinde büyük gayretleri olan sıraüstü bir kişilik. 1948‘de Bediüzzaman’ın elini öper, yer Emirdağ’dır. Daha sonra Mevlana Türbesi’nin kapısında görür. Bediüzzaman Mevlana türbesinin kapısında dua etmektedir, yanına varır. Polis Bediüzzaman’a “yeter artık bu kadar” der. Ben de “görmüyor musun bak Hz. Mevlana ile görüşüyor“ dedim. Üstad o polise “Evladım ben gidiciyim kalıcı değilim“ dedi. Ve arabayla oradan ayrıldı. İki ay kadar sonra Urfa’da vefat etti. Babamlar ona bir araba aldılar, o hemen geri gönderdi, hediye kabul etmezdi.
Ömer Okcu (Hekimoğlu İsmail) Erzincanlıdır. Uzun yıllar orduda görev yapmış, 1972’de emekli olmuş. Daha önce başladığı yazarlık hayatına devam etmiştir. Onun olay eseri Minyeli Abdullah yüz baskıya ulaşmıştır. Defalarca hakkında soruşturmalar açılmış 72 gün de hapis yatmıştır. Başlangıçta Nihal Atsız‘la Türkçülerle birlikte çalışırken Necip Fazıl, Osman Yüksel ile beraber olmuş, sonra Bediüzzaman’ın adını duyunca 1957’de Emirdağ’a gider Bediüzzaman’a hizmet edeceğini söyler.
Risale-i Nurları Amerika’ya götürür. Gümrüklerde 160 subayın bavulu aranır onunki aranmaz. Risale-i Nur’u okumadığı halde Amerika’ya götürür. Bunu istihdam olarak niteler. Götürdüğü eserleri Washington İslam Merkezine göndedir. Merkezde Risaleleri özel bir dolapta teşhir ederler, değerini anlamışlardır. Hekimoğlu da onlara anlatır. “Risale ile uğraşmasaydım felsefe ile meşgul bir adamdım şimdi.” Erzincan’da bir vaiz efendiye Risaleleri götürür, aralarındaki konuşma tam bir komedi. Bayram Abi ile Ankara’da dershane ararlar.
O, Minyeli Abdullah romanı ile Türkiye’de nur talebelerinin hayatını anlatır ama mekan Mısır’dır. İronik bir tutumdur. Mısırdakiler de Ankaralı Abdullah romanı yazabilirler.
Bediüzzaman’ın biyografisi olan Tarihçe-i Hayat’ta Hariç Memleketler kısmında altı yaşında Suriyeli bir çocuğun mektubu vardır, onu yazan Hüseyin Abdülhadi’dir. Türkiye’de özel bir üniversitede Arapça öğretiyor. Kur’an’ı altı yaşında hatmettiğinden anne babası 1954 yılında Bediüzzaman’a bir mektup yazarlar. Bu mektup o mektuptur. Abdülhadi Suudi Arabistan’a yerleşir orada akademisyen olur, ilim adamları yetiştirir. Daha sonra Türk vatandaşı olur.
İsmail Güven Isparta imam hatipte okurken Bediüzzaman’la irtibat kurar. İsmail Güven ünlü gangster Necdet Elmas’la hapiste tanışır. Elmas hapiste Risaleleri okur, namaz kılar. Zekeriya Kitapçı onunla Bediüzzaman’ı görüştürür. Üstad’a İmam Hatip öğrencileri ile birlikte mektup yazarlar.
İsmail Hakkı Zeyrek Risale-i Nurları 1952 yılında Manisa’da tanıyor. Üstadı ziyaret etmek ister. Üç arkadaş Isparta’da eve gider kabul edilmezler, daha sonra Zübeyir Abi onları bulur, içlerinden biri ile görüşeceğini söyler. İsmail Hakkı Zeyrek’i Üstad’a götürür. Üstad Risale-i Nur’un öneminden bahseder. 1959 yılında Üstad’ı bir kere daha ziyaret eder. Bu zatın Tılsımlar Mecmuasının Zeyli olarak Maidetül Kur’an eserini görmekteyiz. Aynı şahsın Kur’an ve Harflerinin Riyasi Dili diye bir eseri vardır.
İsmail Karaçam bir tefsir profesörü. 1953 yılında arkadaşları ile Bediüzzaman’ı ziyarete giderler, kabul edilmezler, fakat ta İstanbul’dan bu niyetle geldiklerini söylerler. Zübeyir Abi durumu Üstad’a arzeder, kabul edilirler.
Mahmut Çalışkan Bediüzzaman’ın iki yıl şoförlüğünü yapmıştır. Çalışkan’ın ağabeyleri Üstad Emirdağ’a geldiğinde ona yakınlık gösterirler. Üstada ihtiyaçlarını tedarik edebileceklerini söylerler. Mehmet Çalışkan bir ev tutar Bediüzzaman orda kalmaya başlar. Mahmut Çalışkan rüyasında Stalin’in Bediüzzaman’ı öldürmek için Emirdağ ‘a geldiğini görür. Bu da nasıl komünist, ateist felsefenin başları ile Bediüzzaman’ın ne kadar mukabil güç olduğunu gösteriyor.
Mehmet İman Beşinci Şua’yı okuyunca ufku değişmiştir. Tugay Camii’nin temel atma töreninde bulunmuştur. Musa Yoldaş 1953 yılında Emirdağ’da hafızlık ünvanı alır. Onların hafızlık mekanı üstadın evinin karşısındadır, sürekli Üstadla hafızlar selamlaşırlar, Üstad onlardan dua ister.
Mustafa Ramazanoğlu Maraş’ın ilk Nurcusudur. 1950‘de Bediüzzaman’ı Emirdağ’da ziyaret eder. Ziyaretinde Üstadın belinde silah görür, nisbetini anlayamaz. Üstad cevap verir, “Daha eski partinin çok münafıkları var, nefs-i müdafaa meşrudur, onun için ben silahsız durmam” der. Maraş müftüsü eserleri okur ve Ramazanoğlu’na “iki yüz senedir dünyaya böyle bir eser gelmemiştir” der. Ramazan oğlu Sivas kampına da alınmıştır.
Mustafa Fahri Üründül, 1935 yılında bir yanlışlıkla Bediüzzaman’la birlikte Eskişehir hapishanesinde yatmıştır. Uzun yıllar müftülük yapmıştır.
Münire Özdemir Said Özdemir’in ikinci annesidir. Münire Hanım Ankara’da hanımlar dersini başlatmıştır. Üstad’ı ziyaret etmiş ve kolunu öpmüş, duasını almıştır.
Niyazi Özsoy Isparta’da Bediüzzaman’ı ziyaret etmiş bir hayranı.
Nuri Kul Ahmet Feyzi Kul’un oğludur. Babasının evde durmayıp hizmet için dolaştığını söyler, kendisi ise çiftçilik yapar.
Osman Avni Yüksel, Risale-i Nur’u Erzincan’a getiren şahıstır. 1958 yılında Isparta’da Bediüzzaman’ı ziyaret eder. Burada Zübeyir Abi’nin naklettiği bir olay var. Sözün muhatabı Avni Yüksel’dir. “Orada bir Erzincanlı Osman Dede var, eğer ayrılmadıysa Üstadımız dedi ki Erzincanlı o zata de ki Erzurum’a gitsin, o üniversite benim üniversitemdir. Çünkü şarkta üniversite açma fikri ve teşebbüsü ilk evvel benim olmuştu.” Dede 1970 yılında vefat eder, Refet Kavukçu Ömer Özcan’ı kendisine Risale-i Nur’u tanıtan bu şahsın mezarına götürür.
Bediüzzaman İnebolu’ya “Küçük Isparta” der. Çünkü o belde en önemli hizmet merkezlerindendir. Recep Uysal İneboluludur. Isparta’da Bediüzzaman’ı ziyaret eder. Bediüzzaman ”Kardeşlerim benim hiçbir meziyetim yok, her meziyet Risale-i Nur’a aittir“ der.
Rafet Kavukcu 1930 Erzincan doğumlu. 1956’da bir arkadaşının tavsiyesi ile eserleri tanır. 1959’da Üstad’ı ziyaret eder. Risale-i Nurdan vecizeli tablolar çizer, tevafuklu Kur’an, Cevşen yazar.
1958’de Üstadla ilgili iftira beyanlar yayınlanır. Tahsin Tola Abi, Bekir Berk Abi’yi davanın vekaletini üzerine almaya davet eder. Bekir Abi bunu Erzincan’a geldiğinde anlatır. ”Ağabeylere sizi mi müdafaa edeyim yoksa davanızı mı?” Onlar da “davayı” derler. Bekir Ağabey “ben eserleri bir okuyayım” der ve altı ay içinde bitirir. Bundan sonra “efsane avukat” olarak eserleri, Bediüzzaman’ı ve dindarları savunur.
Üstad 1959 senesinin Kasım, Aralık aylarında Konya’da Hz. Mevlana’yı, Ankara’da Hacı Bayram’ı, İstanbul’da Eyüp Sultan Hazretlerini ziyaret eder.
Bu sırada Bakanlar Kurulu Bediüzzaman’a seyahat yasağı getirir. Üstadı Ankara yolunda durdururlar karar kendisine tebliğ edilir. Bediüzzaman “Bu karar yanlış ben de vatandaşım, benim de seyahat hürriyetim var. Ben emniyetin manevi bekçiliğini yapıyorum. Binlerce talebem beni Ankara’ya davet etmiş, ben de onların davetine icabet ediyorum“ der.
Bediüzzaman Hazretleri Erzincan’a 1896 yılında 21 yaşlarında iken teşrif eder. Üç ay müddetle Erzincan’da kalıyor. Bediüzzaman Osman Fevzi Topçu isminde bir şeyhin tekkesinde kalır tam üç ay. Beldeleri, köyleri geziyor.
Said Gecegezen Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra üç ayda Isparta’ya gidip, Üstad’ı ziyaret eder. Üstad’a hakarete tahammül edemez, bütün büyük makamlara mektuplar yazar telgraflar çeker. Bu yüzden Yeni İstanbul gazetesi toplattırılır.
Şükrü Altıntabak 1943’de Isparta’da doğmuştur. Üstad’ın Menderes’e yazdığı mektup onun evinden gönderilmiştir. Tevfik Demirel, Barla doğumludur. 1953 yazında Barla’da Üstad’ı görür. daha sonra 1956’da ona mülaki olur.
Vahdettin Akyıl Vanlıdır. 1958 yılında Üstad’ı Isparta’da ziyaret eder. Üstad karyolada oturmaktadır. Sesi kısık olduğundan biri konuşulanları tercüme eder.
Said Yaşar Kul Ahmet Feyzi Kul’un oğludur. Emirdağ Lahikasında Said olarak anılan çocuk odur.
Zekeriya Kitapçı, Isparta’da Bediüzzaman yanında onun hizmetlerinde bulunan, elinde Bediüzzaman’la ilgili bir çok metrukat bulunan önemli bir kişidir, öğretim üyesidir. Isparta Yalvaç doğumludur. Dinsiz olur korkusu ile babası onu okula vermemiştir. Daha sonra okumuş tam bir alim, entelektüel ve nur talebesi olmuştur. Arapça, Farsca, Urduca bilmektedir. Türklerin İslam’a yaptığı hizmetleri anlatan pek çok kitabı vardır.
1958’in Nisan’ından 1959‘un Ekim ayına kadar, Bediüzzaman ile aynı evde kalmış bilfiil hizmetlerinde bulunmuştur. Isparta’da imam hatip okulunda okur. Bediüzzaman’ı ilk ziyaretinde yeis ve bitkinlik içindedir. Bir kış günü Üstad’ın evine gider, Bediüzzaman ona ”gel kardaşım” der. Yanına varınca elini alnına koyar ve başını okşar. Risale-i Nur’un kısaca temalarını anlatır. Kitapçı’dan yeis ve bedbinlik gider. Kitapçı Bediüzzaman’a gidip gelince emniyetin dikkatini çeker kendisine sıkıntı verirler. Okul ödevi olarak Bediüzzaman’la röportaj yapar ve sınıfta okur, Bediüzzaman’a karşı olan öğretmen bir şey demez.
Üstadın yemeğini anlatır. Küçük bir sefertası. Dibine iki parmak su konur, fındık kadar tereyağı ilave edilir ve kızartılmaz. Yarım avuç yıldız şehriye atılır, azıcık yoğurt bazen bir yumurta, işte yemek bu. Bütün hayatı boyunca eazıman sadeliğinden ayrılmamış bir büyük zat. Açlık yok da hücreleri çalışsın diye. Bir gün şehriyeler yere dökülür, odaya girdiğinde Bediüzzaman onları toplamaktadır. Üstadın “Sen benim Jön Türkümsün” dediği Kitapçı kahraman bir insandır. Bediüzzaman’ın Türk milletine ve Türklerin İslam’a yaptığı hizmetlerin önemini bilir ve bu uğurda yıllarca akademisyen olarak çalışır. Tarihçe-i Hayat’ı Üstadla beraber okurlar. Bediüzzaman onu üniversiteye hoca tayin ettirir ve vaka böyle gerçekleşir. 3 Ocak 1960’ta İstanbul’da Bediüzzaman bulunur ve Kitapçı orada arabanın yanındadır. Onda Bediüzzaman’ın hırkası ve seccadesi vardır. Ömer Özcan bu beyaz hırkayı giymiştir, o mutluluğu yaşamıştır, darısı başımıza.
Kitabı kısmen anlattım. İnsanları bu büyük romanı okumaya davet ediyorum. Ömer Özcan’ın bütün eserleri her biri birkaç roman olacak büyük vakalarla, çarpıcı olaylarla dolu. Sanatçı olmak önemli. Troyat Dostoyevski ve Tolstoy’un biyografilerini yazmış, onlarda bu kadar kabarık vaka yok. İnşallah gelecekte böyle insanlar olacaktır. Nazım‘ın hayatının birçok tiyatrosu var, daha başkaları. Zveik Balzac’ın biyografisine yirmi beş yıl çalışmış, darısı bizimkilerin başına.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.