Caner KUTLU
Onüçüncü Rica'm
Van kalesi yekpare taştandır. İsa heykeli gibi, şehri tepeden seyretmektedir. Mücerreddir. Temiz ve yükseltilmiştir. Horhor suyuyla birlikte, bitmeyen acıların zikirlerine karıştığını duyarsın. Velûddur. Etekleri yeşillendirilmiştir.
Söğüt gölgesinde havariler gibi talebelerin ders alırlar, dinlenirler, suyu seyrederler, eğilip içerler, birbirlerine eski zaman hikayeleri anlatırlar. Yıkık gölgeliklerinde kadınlar yün yıkarlar, çocuklar ip atlarlar, salıncak kurarlar...
Yeni yetmeler ders notlarını temize çekerken; kimileri de, hafızasına aşırı güvenenler, gözleriyle fotoğrafını çekerler.
Aşağıdan yukarıya gizli yollar vardır. Çoğuna malumdur da, cesaret çok bulunur şey olmadığından, nadiren çabuk çıkılır.
Güvenlik peşindekiler 'etrafına câmi...' olacaklardır. Genç kadınlar, yanakları kızarmış kız çocukları, çenesi düşük oğlanlarla karşılaşıp kalenin üzerine ancak varılır.
Kalenin güçlü kollarına yapıştığında ise seni hemen kendine çekiverecektir.
Eski kral mezarları denen iki tane üst üste kapı göreceksin. Üsttekinde üç oda bir salon şeklinde bir mağara, içinde kitaplar, ulûmu diniye ve fenne mahsus olmak üzere.. kokuları sinmiş, serince bir havaya karışmış olarak bulacaksın. Ateş konulan bölmelerde, isten kararmış ellerin bıraktığı, terkedilmişlik ile dolacaksın.
Kendini tekrar girişe attığında ayağın kayıp da yekpare aşağı düşmeyi beklerken alttaki açık kapıya bir emirle çekilir gibi çekilmeyi hayal edersin. Gavs' tan medet, davadan düşmenin acısını duymak istersin. Neyse ki, artık güvenlik ölümden değerlidir, demirden korkuluklar seni düşmeden tutacaklardır.
Sonra kalenin üstüne, heykelin başına çıkarsın. Yemeden, içmeden, eşten, çocuktan, babadan mücerred olarak...
Zirveye çekilmiş bir Fetih Camii, bekler müminleri...
Halil'in beklediği gibi...
Ölmeden önce ölmüş olmak, yukarıya alınmak, dünyadan mücerred kalmak, minaresinin hemen ucunda görünen Güneş gibi bir başına yanmak, yakılmak, sessiz, celladının ellerinden alınıp da gökte asılı duran kandil gibi, zamanını bekleyen Mesih gibi... bir işaretle, bir Cuma namazında inecek ve cemaate katılacaktır... Meryem'in büyüttüğü saçlarını, Van denizinde yıkayarak, rüzgarında tarayarak...
Sarığınn altından kıvrılarak çıkan uzun saçların akşam ışığında beyazlatılmaktadır... Ömer-ul Faruk'tan kalan bir mirastır, saçında beyaz olan herkes ihtiyardır.
Kalenin aşağısını gören küçük bir kayaya oturmuş olarak düşünürsün. Ölümün bir sevgilisi de ihtiyarlıktır. O da mücerred bir aşktır. Düğün öncesi beyaz kıllarla süslenmektedir. (Kalenin en güzel ihtiyarı elbette taleben Selahaddin'dir).
Meryem'in büyüttüğü saçların göğün bir katında hep savrulması gibi savrulursun. Dostları ararsın. Van kalesi sinema perdesi gibi olan biteni göstermektedir.
"İnsanlar ölmek için doğarlar, sonra sağlam binalar yaparlar"... Heyhat ki, binalar da insanlar gibidir, yıkılırlar.
İşte o sahne.. Rus'un ateşiyle Van'ı yakarlar... eski medreseyi yıkarlar, mahallenden geriye yarım bir minare bırakırlar.. Eski derslikler yeşillenmiştir, otlar arasında yıkıntıları görünmektedir. Eski evlerin, çarşının temelleri kabartı halinde bellidir ama yolların üzerindeki çeşmeler sularını alıp çoktan gitmişlerdir...
Hüsrevpaşa Camii eskiden kalma bir ümittir; temeli Kabe gibi, Süleymaniye ve Ayasofya gibi sağlamdır. Alta küçük taşlar dizilmiş, üzeri çok iri kayalarla muhkemleştirildikten sonra aralar yine küçük taşlarla doldurulmuştur. İnsanlar ölümlüdür, bazı mabedler kalıcıdır, çünkü temel yapmayı İbrahim Peygamberden öğrenmişlerdir.
Hemen dışındaki medresesi yenilenmiş, süslenmiştir; duvarları boyanmıştır. Şarkın en zeki talebelerini ve en namlı hocalarını çağırıp ders başı yapmak için hazır beklemektedir.
Burayı terkettiğinde, dostların bir süre arkandan ağıtlar yakmışlardır. Sonra sessizce dağılmışlar, bir daha da görünmemişlerdir. Kimi şehit olmuş, hâlâ yeraltında kendine siper kazmaktadır, kimi muhacir olmuş terketmişlerdir.
Hüzünlenir, kuş uçuşuyla Erek dağına çekilirsin. Ereğin suyunu, elmasını, (Atâ'sını), fedakâr talebelerini, ecinnilerini, el yapımı havuzunu, manastırını.. sonra Curavanis köyünü, camii, dersleri, çayları, küçük lokumları, sohbetlerini anarsın.
Akşam olmaktadır, güneş minareye neredeyse yapışacaktır. Bırakmak istememektedir.
Osman'ın dilinden 'onüçüncü rica' seslenmektedir. Ayrılıktan gelen hüzünlerin, Mesih'in gözyaşları, Meryem'in elinde okşadığı saçları dalgalanmaktadır.
En çok yüreğini yakan, Yavuz Selim'in de yüreğini dağlayan, ümmetin ihtilafu tefrika ağıtları yeni şehirden yükselmektedir.
İnanan insan, yıkılan binaların altından beyaz elini çıkarır ki, ümit olsun. Ağıtlar yerini şükürlere bıraksın. Masumların ağlamaları sevinç şarkıları, ihtiyarların vaveylaları düğün halaylarına dönüşsün.
Van'da akşam, Mesih'in acıları zikirlerine ağız olur; ayrılıklar biter, arkasından ezan okunur.. Güneş minareden aşağı tutunacak yer bulamaz, Şahap'ın alnından ufûle kayar.
Yine gelecektir. Yine geleceksindir. Onüçüncü rica da bitecektir, ancak Horhor'un suyuna bahar çiçeğini, Enes bırakıp da gidecektir.
"Jibirnakem kelha Vani,
hatâ sagbim li Dûnyaî
Bese jidestîte ey Dûnya,
Decergim de agir berdâi"
"Dünyada sağ kaldıkça ben,
Van kalesini unutamam,
Yeter ey dünya!
(Üstad'ın) firakından ciğerlerimde ateş yandı".
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.