Müfit YÜKSEL
Osmanlı Hanedanı ve bugünü
Geçen gün Osmanlı hanedan mensuplarından Fatma Neslişah Sultan vefat etti. Kendisi aynı zamanda hanedanın,1924'te yurt dışına çıkarılmasından/kovulmasından evvel doğmuş son ferdi idi.
Neslişah Sultanın vefatı, 622-623 yıl kadar hüküm süren Osmanoğulları Hanedanının 20. Yüzyılda yaşadığı trajediyi/travmayı bize yeniden hatırlattı.
19. yüzyılda dağılma sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu, en sonunda 20. Yüzyılda İnkıraz buldu. Birinci Cihan Harbi'nin sonucu, hanedanın sonunu getirdi. 19. Yüzyıldaki batılılaşmanın etkisi ile oluşan, önce Genç Osmanlılar, ardından Jön Türkler ve İttihat-Terakki kadroları, bu hanedanın temsil ettiği devletin çöküşünün son adımlarını hazırladı.
Bediüzzaman'ın ifadesi ile 1324/1908'de Meşrutiyet'in ilânı "Mâlum komitenin Hürriyet perdesi altında hilâfet-i İslâmiyyeyi kaldırma teşebbüsünün tarihi" dir (Rumuzât-ı Semaniye).
İstiklâl Harbini 9 Eylül'de İzmir'in Yunanlılardan istirdadı ile kazanan Ankara Hükümeti, Kasım ayında aldığı bir kararla, zaten iki yılı aşkındır İngiliz işgali altında olan İstanbul'daki saltanatı kaldırır. Sultan Vahîduddin'in 17 Kasım'da bir gemiye binerek ülkeyi terk etmesi üzerine, 19 Kasımda Veliahd Abdülmecid Efendi TBMM Hükümeti tarafından halife ilan edilir.
1923'te Lozan Antlaşması ve 29 Ekim'de Cumhuriyetin ilanının ardından, 3 Mart 1924'te bir dizi İslam karşıtı reformlarına başlangıç olarak hilâfet de kaldırılır. Halife Abdülmecid ve 115 kişilik hanedan mensubunun tamamı, kadınlar dahil, bir daha ülkeye girmemek üzere yurt dışına çıkarılır. Artık, Osmanlı Hanedan mensupları için yurt dışında zorlu ve çileli bir hayat başlar. Yolculuk Saraydan Sürgünedir artık...
Avrupa, Mısır, Suriye, Lübnan gibi ülkelerde çok zorlu ve acımasız bir hayat onları beklemektedir. Önce, Malta'ya, sonra Hicaz'a giden Sultan Vahideddin ardından San Remo'ya yerleşir. Mayıs 1926'da bir yığın borç ve zaruret içinde vefat eder. Bu yüzden tabutu aylarca haciz kalır. Sultan Abdülhamid'in oğullarından Şehzade Abdürrahim Efendi'nin hayatı ise intiharla neticelenir. Çok ağır sıkıntılarla karşılaşırlar. Londra'da yaşayıp son yıllarda vefat etmiş olan Fethi Sami Bey evsiz kalır, parklarda sabahlar
"Hanedan mensuplarının birçoğu sürgün yıllarında hayatını son derece zor şartlar altında sürdürmüştür. Yabancı Müslüman hanedanlara mensup prenslerle evlenen birkaç sultan dışında erkeklerin hemen hepsi hayatlarını çalışarak kazandılar ve başka kralların maiyetlerinde görev yapmaktan ev ev dolaşıp sabun satmaktan mezar bekçiliğine kadar her işte çalıştılar.... Sabun da sattılar, mezar da beklediler ... Osmanlı Hanedanının bir önceki reisi olan Şehzade Mehmed Orhan Osmanoğlu'nun cenazesi Nice'deki bir karma mezarlığa 14 Mart 1994 günü böyle defnedildi. Cenazede Sultan Abdülhamid soyundan Bülent Osman ve Sultan Abdülmecid'in torunları Melike ve Emire Hanım Sultanlarla eşleri de vardı, namazını ise dört Tunuslu kıldı.. Halife Abdülmecid Efendi'yle Sultan Vahideddin'in torunu olan ve şimdi İstanbul'da yaşayan 'Büyük' Neslişah Sultan ise, sürgünü iki defa tattı. Önce üç yaşındayken ailesiyle beraber Türkiye'den çıkartıldı; sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşa soyundan olan Mısır Kral Naibi Prens Muhammed Abdulmunim'le evli olduğu için 1952'deki Nasır darbesiyle Mısır'dan sınırdışı edildi. 700. yıl kutlamalarına katılması için Ankara'dan resmî davet alan ilk Osmanlı, Neslişah Osmanoğlu'ydu. "(Murat Bardakçı, Bir Hanedanın Dramı)
Bütün bu travmaları ve acıları yaşayan hanedan mensuplarının kadınlarına 16 Mart 1952'de Menderes Hükümetince çıkarılan bir kanunla Türkiye'ye giriş izni ve vatandaşlık hakları verilir. Bu hak, 1974'te Bülent Ecevit'in başbakanlığındaki CHP-MSP koalisyon hükümeti'nce hanedan mensuplarının erkeklerine de tanınır. Birçoğu vatandaşlığa geçse de; Fransa, İngiltere, Mısır, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde kurulu düzenleri olduğundan oralarda yaşamaya devam ederler. Sultan Abdülhamid'in torunlarından Şehzade Harun Efendi gibi Türkiye'ye gelenleri ise, ciddi maddi sıkıntılarla karşılaşırlar. Harun Efendi'nin oğulları 1980'li yıllarda Topkapı dışında işporta tezgahlarında çorap satarlar.
Olayın en anlaşılmaz ve çelişkili tarafı ise; Türkiye'de yıllardır Osmanlıcılık yapıp, 'Şanlı tarihimiz' ve 'Viyana Önleri' gibi söylemleri ile hamaseti elden bırakmayan, birçok imkana sahip birtakım dindar/muhafazakar cemaat, grup, dernek ve vakıfların hemen hiçbirinin zor durumdaki hanedan mensuplarına başından beri tümüyle ilgisiz kalmaları ve el uzatmamalarıdır. Elbette ki, bunda, hanedan mensuplarını kontrol altında tutup, dindar çevrelerle bağ kurmasına engel olmaya çalışan derin devlet odaklarının rolü de sözkonusudur.
Hanedan mensupları ise, 19. Yüzyılda başlayan, Dolmabahçe Sarayı'na da yansıyan batılılaşma macerası, 20. Yüzyılda Avrupa'daki sürgün hayatları neticesinde asırlarca, nesiller boyu hilâfet makamını ellerinde bulundurmuş bir hanedan/sülale olmalarına karşın İslamdan tamamen uzak batılılaşmış-modern, hatta batılı-sosyetik bir yaşam tarzını benimsemiş durumdadırlar..
Bundan birkaç yıl önce bir dostum bana: " Hanedan mensupları içerisinde müslüman olduklarına şehadet edebileceğim birkaç kişi dışında kimse yok demişti."
Gazâ geleneğinden gelen bir ruhla kurulan, aynı ruhla fetihler yapan, İslâm'a pek çok hizmetlerde bulunmuş bir imparatorlukla, İslam'ın ve medeniyetimizin Batıya uzanan ucunu temsil etmiş, üstelik İslam aleminin en üst siyasi/idari makamı olan Hilâfet'i elinde bulundurmuşken; hanedan sülalesinin İslam ile ilişkisinin bu hallere gelmiş olması oldukça yaralayıcı ve hatta utanç vericidir. Son yüzyılda yaşadıkları acı ve travma dolu serüveni gayet iyi anlıyoruz. Ancak, tüm bunlar Müslümanlıkla/İslam ile bağlarını adeta kesmiş olmalarını asla meşrulaştıramaz.
Osmanlı Hanedan üyeleri, asırlarca hilâfet gibi yüce-mukaddes bir makamı elinde bulundurma vasfıyla, yaşadıkları travma ve kopuş ne olursa olsun, Müslümanlıkla, şeâir-i İslâmiyye ile, dindar Müslümanlarla barışık ve bağdaşık olmak zorundadır. Bu, onlar için her bakımdan vazgeçemeyecekleri bir zorunluluktur. Hele ki, en temel şeâir-i İslâmiyye olan namaz, oruç, tesettür gibi ibadet ve kurallara riâyet etmeleri kaçınılmazdır.
Kaldı ki, bu hanedanı iktidardan, ülkelerinden uzaklaştırıp birçok acı ve çilelere mahküm edenler dindar Müslümanlar değildi. Ülkeyi batılı tarzda jakoben bir sisteme mahküm edip, halkına zulmeden, kaba pozitivist, militan-sekülarist kadrolardı. Asırlarca, Avrupa içlerine kadar İslam'ın sadâsını götürmüş ve üç kıt'ada âlem-i İslâm'a hilâfet makamı ile hükmetmiş bu ailenin/hanedanın asalet, izzet ve şerefi ancak İslâmiyetle, İslâm'a bağlılıkla kâim'dir.
Birkaç yıl evvel vefat etmiş olan Şehzâde Osman Selahaddin'in ve Fatma Neslişah Sultan'ın cenaze merasimlerinde tabutun üzerine Kâbe-i Muazzama örtüsü örtülmesi bu hususta ümit verici bir durumdur. Bu vesile ile Fatma Neslişah Sultan'a Cenab-ı Hakk'dan Rahmet-i bîpâyân niyaz eder, hanedan mensuplarına taziyelerimi sunarım.
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.