Paslanmış bir elmas, parlak camdan üstündür
Günlük Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi, bir temsille beyan edeceğim.
Felekzede, perişan, fakat asîl bir aşiretten bir cesur adamla, talihi yaver, feleği müsait, diğer bir aşiretten bir korkakla bir yerde rastgelirler. Müfahare, münazara başlar.
Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür. Eyvah, o vakit "Neme lâzım, işte ben, işte ef'âlim" gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip veya asılsızlık gösterip, başka aşirete intisap eder.
İkinci adam başını kaldırdıkça aşiretinin mefahiri gözünü kamaştırır, hiss-i gururunu kabartır. Nefsine bakar, gevşek görür. İşte o vakit, hiss-i fedakârî fikr-i milliyet uyanır! "Aşiretime kurban olayım" der.
Eğer bu temsilin remzini anladınsa, şu müsabaka ve mücadele meydanı olan bu cihan-ı ibrette, bir müslim, meselâ bir Hıristiyan veya bir Kürt, bir Rum ile mânen hissiyatları mübareze-i hamiyette mukabele ve muvazeneyle tezahür etse, temsilin sırrını göreceksin. Lâkin şu tefavüt, herkesin zannettiği gibi değildir. Belki zahirperestlik ve sathîlik ve galat-ı histen gelmiştir.
Ey Müslüman, aldanma, başını indirme! Paslanmış bîhemtâ bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyetin zaafı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Halbuki şu medeniyet suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir.
Suret değişirse, kaziye bilâkis olur. Nasıl şimdiye kadar bidayetinde söylenildiği gibi, nerede Müslüman varsa, Hıristiyana nispeten bedevî, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ıstırap çeker, suret değişse başkalaşır. (Sünuhat Sh 86)
"Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır." İnşirah Sûresi: 94:6. "Her gelecek şey yakındır." İbni Mâce, Mukaddeme:7. (Sünuhat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
MÜSTAİD : Kabiliyetli kimse. Zeki ve akıllı.
VELED : Çocuk, evlât, erkek çocuk.
MEKTEB-İ İDÂDÎ : Osmanlılarda lise mektebi.
MAHDÛM : Evlât, oğul. Kendisine hizmet edilen. Efendi.
MEKTEB-İ MÜLKİYE : Siyasal bilgiler fakültesi.
BAHADIR : Kahraman, cesur, yiğit.
MEKTEB-İ HARBİYE : Harb okulu.
ASİLZÂDE : Sülâlesi ve âilesi şerefli, temiz ve asil olan.
ŞEHÂDETNÂME : İzin kağıdı. Diploma.
PEDER : Baba.
ÂFÂK-I KEMÂLÂT : Olgunluk, mükemmellik ufukları, dereceleri.
TEMEVVÜC : Dalgalanma.
FELEK : Gök, gök katı, dünya, âlem.
İNAD : Israr, muannidlik, ayak direme, dediğinden vazgeçmeme.
NEV'-İ BEŞER : İnsanlar, beşer nev'i.
HİKMET-İ EZELİYE : Kur\'ân-ı Kerim\'in verdiği ilim, bilgi.
SIRR : Gizli hakikat.
HÂLET-İ RUHİYE : İnsanın ruh hâleti, manevi ve iç durumu.
NEFSÎ NEFSÎ : "Benim nefsim", "nefsim nefsim" mânâsına yalnız kendini düşünmeyi ve kendisiyle olan alâkayı ifâde eden bir tâbir.
FELEKZEDE : f. Feleğin kahrına uğramış, tâlihsiz.
TÂLİ\'İ YAVER : Bahtlı, kısmetli
MÜSÂİD : Uygun. İzin veren.
AŞÎRET : Kabîle, oymak, göçebe hâlinde yaşayan çoğunlukla bir soydan gelen insanlar.
ZELİL : Hor, hakir, alçak. Aşağı tutulan.
İZZET-İ NEFİS : Şahsiyet, izzet ve namus sahibi kimselerin mizâcında, karakterinde bulunan tavizsiz duygu.
EVVEL : İlk. Önceki
EF\'ÂL : Fiiller, hareketler.
ŞAHSİYÂT : Kişinin kendine ait sözleri, düşünceleri.
FERYÂD : Bağırıp çağırmak, yüksek sesle medet istemek.
ASL : Temel, esas, kök.
İNTİSAB : Bağlanma, emrine girme, mâiyetine girme.
MEFÂHİR : İftihar edilecek, övünülecek şeyler.
HİSS-İ GURUR : Gurur duygusu.
HİSS-İ FEDAKARİ : Fedakarlık duygusu.
FİKR-İ MİLLİYET : Milliyetçilik fikri, düşüncesi.
REMZ : İşâret, işâret etmek.
MÜSÂBAKA : Yarışma.
CİHAN-I İBRET : İbret dünyası.
MÜBÂREZE-İ HAYAT : Hamiyet yarışı, gayret yarışı.
MUKABELE : Karşılık, karşılamak.
MUVÂZENE : Ölçülülük, dengeli olma; tartma, ölçme, düşünme, karşılaştırma.
TEZÂHÜR : Görünme, belirme, ortaya çıkma.
TEFÂVÜT : Farklılık, iki şey arasındaki fark. Uygunsuzluk.
ZÂHİRPEREST : Dış görünüşe ehemmiyet veren.
SATHÎ : Yüzeysel Derinliğine dalmadan, görünüşe göre, üst kısım, satıhta.
GALAT-I HİS : His yanılması, yanlış duygu.
BÎHEMTA : Eşsiz, dengi olmayan, benzersiz.
MÜCELLÂ : Parlak, parıldayan, cilalı,
MÜRECCAH : Daha üstün kabul edilen, tercih edilen.
HULÛL : Geçmek, nüfuz etmek, girmek, dahil olmak.
KAZİYE : Hüküm, karar, fikir.
BİDÂYET : Başlangıç, baş.
MÜSTENKİF : Geri duran, çekinen, kaçınan.