Mustafa ORAL
Peygamber Şairi Sezai Karakoç Sevgili’ye (sav) kavuştu
Gül Devri’nden Lale Devrine: Yoksulluk İçimizde
Lale ve Allah kelimelerinin ebcet hesabındaki sayı değeri aynı olduğundan lale Allah ile anılır. Bazen Allah kelimesi lale gibi yazılır. Lale tek tohumdan yalnızca bir dal ve bir çiçek verir. Bu da Allah’ın birliğinin işaretidir. Allah esma ile, kul lale ile eserine mühür vurur. Cami, çeşme ve mezar taşı süslemelerinde lale resminin kullanılması bundandır.
Medeniyetimiz Gül Medeniyetiydi. Zamanla gülün ruhundan uzaklaştık. Dünyanın dalında gül gibi kuruduk. Gül goncaları gibi sağa sola savrulduk. Ah ki dünyanın zevki sefasına kapıldık. Göğsümüzde taşıdığımız gülleri söküp attık. Başkalarının dünyasına heves eder olduk.
Lale Devri’nde Padişahlar dünyanın değişik ülkelerinden getirttikleri lalelerle İstanbul’da Lale Bahçeleri kurarlar. Dün Gül-ü Muhammedi’nin (sav) namını yaymak için yüreklerine taktıkları güllerle Avrupa’ya fethe koşan Padişahlar bu sefer aynı ülkelerden laleler getirterek saray hayatına gömülürler. Yüreklerindeki gülleri çıkarırlar; kaftanlarına, gömleklerine, miğferlerine, saraylarına hatta at başlıklarına bile lale motifleri işlerler. İsraf koca İmparatorluğu yıkar. Gül-ü Muhammedide (sav) bir gonca daha solar.
Geçmişten alınacak ne çok ders var. Gül Devri’nden çiçek ihalelerinde bile yolsuzluk yapan Lale Devrine doğru kayıyoruz. Bir zamanlar zikrediyor diye çiçeği koparmaktan korkan nesilden çiçek gibi çocukların, kadınların, ihtiyarların, adamların kalbini kıran bir nesle dönüşüyoruz. Hiçbir şeyin kadrü kıymetini bilmiyoruz. Kadrü kıymetini bilmediğimiz insanlardan birisi, Peygamber aşığı, derviş, şair ve düşünce adamı Sezai Karakoç hayata veda etti. Gül-ü Muhammedi’de bir gonca daha soluverdi. Aşkı göğsünde bir çiçek gibi değil, bir kurşun gibi yaşayan Sezai Karakoç toprağa düştü. Tarih onu dünyaya, makama, mevkie, şana, şöhrete peş para ehemmiyet vermeyen ihlâs ve samimiyetin kendisinde vücut bulduğu soylu, onurlu bir mümin ve derviş şair olarak anacak. İbrahim peygamber çağında tek başına ümmetti. Sezai Karakoç da tek başına bir ülkeydi. İnsanlığın zirvesindeydi. Eserleri ve yaşantısıyla Bediüzzaman’dan sonra en çok ses getiren insandı. Bunda Bediüzzaman’ı çok iyi okumuş olmasının da payı vardı.
Zamanın Diyanet İşleri Başkanı bir gün güller şairi Sezai Karakoç’u ziyaret eder.
“Diyanet olarak sizi hacca davet ediyoruz” der.
Gül-ü Muhammedi (sav) aşığı Sezai’nin kalbi Sevgili’nin (sav) kokusuyla kavrulmaktadır. Ne var ki yoksulluk yıllarca elini kolunu bağlamış, bir türlü Ravza’ya varamamıştır. Açlıktan nefesi kokarken, fakat kalbi aşkla yanarken hepimize aşk bahşeden Sevgili (sav) şiirlerini yazmıştır. Başkanın davetini sakince reddeder.
“Bana hac henüz farz olmadı. Farz olduğu zaman giderim inşallah.”
Diyanet İşleri Başkan atılır. “Diyanet olarak sizi biz götürmek istiyoruz.”
Sezai’nin cevabı tek kelimeyle yürek titretici, ‘titre ve kendine dön’ deyicidir.
“Ben milletin parasıyla hacca gitmem...”
O ki Sezai Karakoç’tur. O ki sultan sofrasına oturmayan, dünyaya el uzatmayan derviş şairlerin soyundandır. Belli ki bazıları Sezai’nin dünyasının çok çok uzağındadır. Başkan toparlamaya çalışır.
“Bu ümmeti bir Arafat manifestosundan niçin mahrum ediyorsunuz?”
Sezai’nin sesi bu sefer hepimizi oturup ağlatacak cinstendir.
“Hoca! Arafat'a manifesto yazılmaya gidilmez, Vakfe'ye durmaya gidilir.”
Sezai, Güllerin Efendisi’yle (sav) aynı çağda yaşayamadığı için kendini dünyada sürgün bilmiştir. Ondandır ki hiçbir zaman han, hanım, at, avrat ve yat hayali kurmamıştır. (Varsın zamane hacıları, hocaları, şairleri yat, kat hayaliyle yatıp kalksın.) Öyle olsaydı Gül-ü Muhammedi (sav) özlemi tüten “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiirini yazabilir miydi?
Sezai Karakoç dünyasını değiştirdi. Artık din adamlarına bile hakikati haykıran derviş şair aramızda yok. İsmet Özel’in ifadesiyle,
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız neyh-i ani'l-münker?
Ey yeşil sarıklı gülden anlamaz ulu hocalar
Şimdilerde biz Gül Devri’nin Dervişlerini körü körüne okuyoruz, görmüyoruz. Sağır kulakla dinliyoruz, duymuyoruz. Dünyanın kirini dilimize, dinimize bulaştırıyoruz. Çiçekler bulunduğu ortama huzur verir, bizse kötü kokular yayıyoruz. Etrafımızdakilere eskisi gibi rahat vermiyoruz. Çiçek ruhlu insanları hayatımızdan kovuyoruz. Çiçekleri balkonlara, çiçek ruhlu insanları gönül zindanlarına hapsediyoruz.
Gül Devri’ni yaşayan ve yaşatan Hüdayileri, Yunusları, Mevlanaları, Bediüzzamanları, Sezai Karakoçları Lale Devri kafasıyla okuyoruz. Şu dünyaya Gül Devri Dervişleri gibi bir bakışımız olmalı. Şimdilerde sarıçiçeği şeyh edinen Yunus’un, sümbülleri soldurmaktansa ölmeyi tercih eden Hüdayi’nin, fesleğenleri Pir edinen Bediüzzaman’ın, en çok da Monaroza (bir gül) şairi Sezai Karakoç’un dünyasına ne kadar da uzağız. Ey yeşil sarıklı ulu hocalar, hacılar, insanlar bu çiçek kalpli Gül Devri’nin Dervişlerini “Peygamber çiçeğinin aydınlığında” arayalım. Peygamber çiçeklerini soldurmayalım:
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
Sezai Karakoç Peygamber Çiçeğinin aydınlığında, Peygamberimize (asm) yakışır tertemiz bir hayat yaşayarak uğruna onca şiir yazdığı Sevgililer Sevgilisi Hz. Mustafa’ya kavuştu. Rabbim merhametiyle muamele eylesin. Peygamberimize komşu eylesin. Rabbim bizlere de onun gibi tertemiz bir hayat yaşamayı nasip etsin. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.