PKK ve Hizbullah’a Nurcular set oldu

PKK ve Hizbullah’a Nurcular set oldu

Diyarbakırlı din alimi Fevzi Güzelsoy, PKK ve Hizbullah'ın cirit attığı bölgede Nur talebelerinin rolünü anlattı.



Kemal Benek'in röportajı:


Diyarbakır’ın sevilen din alimlerinden Feyzi Güzelsoy:



PKK ve Hizbullah’a Nurcular set oldu



Doğuda uzun yıllardır devam eden kargaşanın temelinde yatan sebep nedir?

 
Gaziantep’te bana, “Doğu insanı dindardır. Nasıl oluyor da dinden uzak bir partiyi, insanları seçiyor” diye soru sordular. Ben de onlara olayları ve sonuçlarını şöyle anlattım: Bu olaylara zemin hazırlandı. Örgüt bu zemini kullandı. Türkiye menfi milliyetçilik üzerine tesis edildiği için başka milletleri kışkırtmak gibi icraatlar yapılıyordu. Turgut Özal zamanına kadar Kürtçe konuşmak yasaktı. Eskiden anlatırlardı. Köyden Diyarbakır’a gidenlere Kürtçe soruyorlarmış “sofi tu kute” yani “sofi nereden geliyorsun.” Kürtçe cevap verse birkaç kuruş hemen ceza kesiliyor. Tuzağa düşürmek için Kürtçe soruyor hem de ceza kesiyor. Ulu Cami’nin önünde Mevlid-i Şerif, Ahmed-i Hani’nin Nubahar eseri yasaktı. Cezalandırırlar diye gizli okuyordum. Buralardan geldik.

Terör örgütü de bunları mı kullandı?


PKK bir hamle yaptı. Bir taraftan dağ komandosunu oluşturdu bir taraftan halkın içine milislerini tesis ettirdi. Hükümetler aciz kaldı. Halk gece dışarı çıkamaz hale geldi. Birileri “ne yapalım bunu” diye toplandı. “Güneydoğu gidiyor. Halk bile elimizden gitti. Rastgele öldürmek de olmaz ne yapalım şimdi. Mahkemeye sevk ediyoruz, mahkemede beraat ediyor. Mahkeme yoluyla, demokrasiyle bu çözülmez. Adamları tespit edelim. Onları evlerinden alalım, sokak infazı yapalım, cenazesini atalım” diye düşündüler. Binlerce kişi bu mantıkla her evden, aileden gitmiş. Benim abim Molla Mensur dünyaya bedel bir alimdi. Şarkın en büyük alimlerindendi. Gazetelerde beyanatları çıkmıştı. Çok harika bir ilim ve zekası vardı. Hiçbir alim ilmiyle onun yanında başa çıkamazdı. O da bu yöntemle gitti. Her bir ailenin bir ismi bu yöntemle gitmiş. Aile yaralanmış. Şimdi sizin takdirinize havale ediyorum. Sizin ağabeyiniz, babanız asker, jandarma veyahut başka bir güç tarafından evden çıkarılıp götürülse ve daha sonra cenazesini sokakta görsen sen ve sülalen tarih boyunca o devlete dost olur musunuz? Dost olmak mümkün değil. Belki dağa çıkamaz ama her türlü fırsatta mesela ona rakip olanları destekler. Dünyanın en dinsizlerini de getirseler aday gösterseler o insanlar kazanırlar.

Bir nevi intikam hissi mi taşınıyor?


Evet. İntikam peşindedirler. “Belediye bize hizmet edecek.” Diyarbakır bunun peşinde değil ki. Yapılsın, yapılmasın umurunda değil. Bir rakip arıyor. Güneydoğu, şark sadece bu gibi felaket ve helaketlere maruz kalmamış. Aynı zamanda maddi bir terakkiyat da onlara verilmemiş. İş imkanları da açılmamış. PKK altınla, gümüşle onlar kandırmıyor. Bir adam az bir bahaneyle bile bunları dağa çıkarır. Şu anda geçici olarak kontrol altına alındılar. Bitti denemez. Burada kayboldu mu başka yerlerde kendini gösterir. Türkiye büyük bir devlet olduğu halde bu zihniyet onu ne hale getirdi. Fakat lillahilhamd Nur talebeleri yine şayanı tebrik hareketleriyle, okuma programlarıyla, batıdan doğuya, doğudan batıya, kuzeyden güneye güneyden kuzeye Kürtleri, Türkleri, Arapları birbirine kucaklattırarak, muhabbetle yaklaşmaları PKK’dan yüzde 50 civarında bir insan koparmaya vesile oldular. Dini hissiyat yine kendini gösterebilir. Fakat sadık olmak lazım. Samimi olmak lazım. Gaziantep’teki cemaate böyle söyleyince oradakiler dedi ki, “vallahi biz şimdi anladık. Hakikat budur. Artık inşallah bunlar aklı selimle çözülür.”

Halk ne istiyor?


Kimse Türkiye’yi bölmek istemez ancak Türkiye gibi büyük bir devlet bu millete kucağını açsın. Oyalamakla, aldatmakla değil samimane yapsın. Risale-i Nur da bütün bu şartlara rağmen hizmetini sürdürüyor. O da olmasaydı Türkiye Irak’ı, Lübnan’ı, Afganistan’ı geride bırakacak derecede bir iç savaş olacaktı. Bu manevi boyutudur. Maddi boyutlar da olması lazım. Gerçi şu anda GAP projesine hız veriliyor. Bu biterse bir de samimi bir yaklaşım içerisinde olunursa netice alınır. Bir taraftan askeri operasyonlar yapılsın. Fakat o son çare. Esas işi bitiren o değil.

İntikam hissinde bir azalma olmuyor mu?


Faili meçhul cinayetler bitti. İntikam bitmiyor, o devam ediyor. Çünkü yanlışlar devam ediyor.

Ne gibi…


Birkaç sene evvel köyümüze yakın bir yerde bir cenaze çıktı. O kadar muhtar var “gözaltına alınırım” korkusuyla kimse askere haber veremiyor. Ben çok vicdan azabı çektim. Gittim. Bir petrolün arkasına atılmış şişmiş cenazeyi gördüm. Karakola haber verdim. Bana “sen niye bize haber veriyorsun merkeze söyle” dediler. “Burası merkeze bağlı değil sizin mıntıkanızdadır. Sen gelmek istemiyorsun, o gelmek istemiyor bu cenaze böyle olmaz ki. Bu bir vatandaştır” dedim. Karakol komutanı geldi cenazeyi gördü. Adamın başına kurşun sıkılmış. Komutan küfür etti, bir şeyler söyledi. Askerler de bizim etrafımızda. Güneşin batmasına az kalmış. Komutan neredeyse bana kızacak; “Siz hocalar olarak vazifenizi yapmıyorsunuz. Bu memleket ne hale geldi.”

Sizi mi suçladı?


Evet, beni de suçladı. Ben de durdum biraz. Baktım hissi davranıyor. O anda uzaktan iki kişi geldi. Bana dediler “hocam ölen filanın oğludur.” “Peki kim öldürmüş” dedim. Komutan da bize bakıyor. “Korucular öldürmüş” dediler. Bu sefer komutan ne kadar hiddet etmiş ise ben hiddet ettim. Komutana döndüm; “komutanım siz demin bana bir şey söylediniz. Siz hoca olarak görevinizi yapmıyorsunuz dediniz. Nasıl görevimi yapacağım. Ben hutbede PKK teröristtir, hep kan döküyor, her türlü terörizm böyledir falan diyorum. Bak bu adamın babası benimle birlikte namaz kılıyordu. Bana diyecek hoca efendi böyle saptırıyorsun sen. Her türlü terörizme lanet getirmen lazım, tek taraflı terörizm olmaz. Bak devletin korucuları tarafından öldürülmüş. O zaman ben devlet teröristtir diyebilir miyim. Şimdi beni mazur görün. Hz. Ömer’in adaleti yoktur ki ona dayanarak konuşalım. Bu çelişki karşısında cami içinde bizi sustururlar. O zaman benim konuşmam beş para etmez. Siz benden beklediğiniz o tesiri de bulamazsınız. İşte biz bu tavır karşısında hayret içerisinde suskunluğumuzu muhafaza etmekten başka çare yok” dedim. Beni dinledikten sonra,  “hocam tebrik ederim, anlıyorum” dedi. Bu sefer o düşünmeye başladı.

Emekli genelkurmay başkanlarının açıklamaları nasıl karşılık görüyor?


Halk böyle bir samimiyet görmemiş ve inanmamıştır. Askere güneydoğu değil batı da güvenmiyor. En son cumhurbaşkanlığı seçiminde gördünüz. Asker hangi konuda karşı çıkıyorsa millet tersini yapıyor. Nerede bu memleketin göz bebekleri? Nerede ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim inancı? Nerede bu kahramanlar? Halk neredeyse başka bir gözle onlara bakar. Onlar kendini toparlasınlar. Yoksa sadece güneydoğu ve şarkın insanları değil batı da onlara güvenmiyor.

Askerler bizim içimizden çıkmıyor mu? Niye farklı düşünüyorlar? Onları değiştiren nedir?


Türkiye ve dünyada içimizden çıkıyorsa da başa çıkanlar daima başka mecrada gösteriyorlar. Sadece Türkiye’de değil alemi İslamın her tarafında baştakiler halkın ruhunu, hissiyatını temsil etmiyorlar. Yabancı insanlar gibi görünüyorlar. Millet ile baştakiler arasında bir kopma var. Zaten terörizmin ilk ruhu buradan gelir; Devlete güvenmemek. Baştakilere güvenmemek. Kendilerinden biri kabul etmemek. Şu anda şark insanı da, batıda ki de hükümet ile devlet arasında kopukluk görüyor. Yüzde 50 aynı partinin oy alması da beni tasdik ediyor. Köyde yaşıyorum, taziyelere gidiyorum milletin hissiyatı böyledir tahmin ediyorum.

Halka neler anlatıyorsunuz?


Bana sorduklarında onlara, “kardeşlerim Nur Talebelerinin hedefi Kürdistan, Türkistan, Arabistan değil. Her bir adam Kürdistan, Türkistan, Arabistan kadar bir baki mülk saltanatı iman karşısında ihzar edilmiştir. Bediüzzaman’ın nazarı, dikkati başka alemdedir. Dünya savaşı umurunda olmayan bir insan böyle küçük muharebelerle uğraşmaz. İşte Nur Talebeleri de böyledir. Biz Türklerin, Kürtlerin, Arapların ebedi hayatlarını kurtarmaya çalışıyoruz. Şefkatimiz budur. Şu anda Risale-i Nurun orijinalini muhafaza etmeye çalışarak Kürtçeye tercüme etmeye çalışıyorum. Tabirler nasıl Arapçadan muhafaza edilerek Türkçeye çevriliyorsa öyle yapıyorum. Bazı tercümeleri köylerde okudum. Dinlediler, “bu Kürtçeyi biz de okuyacağız” dediler. Risale-i Nur yanlış imajları da bu memleketten siler.

Bu konuda eğitim aldınız mı?


İlk okul okumadım. Türkçeyi askere gidince öğrendim. Bir senedir Farsça çalışıyorum. Halk benden tercüme etmemi istiyor. Ben de bunun üzerine çok çalışıyorum. Düşünerek, kelime yakışır mı yakışmaz mı dikkat ediyorum.

Güneydoğuda Said Nursi nasıl algılanıyor?


Şu anda zirveye çıkmış. Artık medreseler de yönlendiler. Bismil’de arkadaşım bir çok alimi bir arada toplamış. Beni de çağırdı. Gittim. Risale-i Nur’un Kur’an’ın icazıyla alakalı ilmi meselelerini onların yanında okudum. Emin olunuz dersi okuduktan sonra hepsi oybirliği ile Üstad’ı tebrik ettiler. Orada bizi dinleyen çok genç de vardı. Çok faydalı oldu. Nur talebeleri Güneydoğuda yeni bir takdirname kazandı. O da şu: Birkaç sene faili meçhul cinayet oldu. Hizbullah adı altında örgütler çıktı. Ehli din ve diyanet hepsi karanlık güçlere teslim olmadı. Bazı bilmeyen kişi arkalarından gitti. Bazı tarikat ve sınıflardan arkalarından giden oldu. Ama tek bir Nur Talebesi aralarında bulunmadı ve bu hareketi de tasvip etmedi. Şu anda herkes kendi çocukları için Risale-i Nur talebelerini tahassüngah olarak kabul ederler. Biz utanmadan, çekinmeden her yerde Nur Talebesi diyebiliriz. Takdir ederler. Millet anladı ki bu memlekete hıyanet niyetleri yoktur. Onun için Nur Talebeleri Güneydoğuda çok büyük hizmet ediyor. Sadece burada değil yurt dışında da hizmetler devam ediyor.

Örnek verebilir misiniz?


Risale-i Nur’un bu memlekete kazandırdığı bir fayda da Türkiye’nin itibarını yükseltme hususudur. Amerika bütçesi gibi bir bütçe olsaydı Risale-i Nur kadar itibar kazandırmazdı. Mekke’ye, Medine’ye gittim seyyidler cemaatiyle buluştum. Onlara dedim ki, “ben Türk değilim. Ana dilim Kürtçedir. 20 yaşına kadar Türkçe bilmezdim. Hayatım Arapçayla devam etmiştir. Bir adam Türkçe kitap verse okuyamıyordum. Fakat Risale-i Nur’un Türkçesinin öyle harika bir lezzeti var ki bir hususiyet kesbetmiş. Benim şehadetim makbuldür. Çünkü ben Türk değilim.” Böyle söyleyince dediler ki, “biz Türkçe bilmiyoruz ama Risale-i Nur’lar yanımızda Türkçe okunduğu zaman biz de o lezzeti hissediyoruz. Türkçenin içinde bir zevk var.” Büyük oğulları bana, “Türkiye’ye gelirsem ne kadar sürede Türkçe öğrenirim” dedi. “5 ay hiçbir Arap arkadaşın olmayacak. 5 ay sonra bülbül gibi Türkçe konuşur, gidersin” dedim. İşte Araplardan birilerinin gelip burada Türkçe öğrenmek istemesi Amerikan bütçesi kadar olsa bile itibar kazandıramaz dediğimin delili budur. Bir diğer örnek Nebil Bas. “Risale-i Nur’u Arap alemine tanıttıracağım Allahın izniyle” diyen İslam Bakanlığında bulunan büyük bir zattır. Kaza geçirmişti, hastanede ziyaretine gittim. Araplara şöyle dedi: “Kardeşim ben siz bir şey söyleyeyim. Kelamımı Mübalağa görmeyin. Vaktiyle aktarı alemden herkes Hicaz kıtasına gelerek dini mubini öğrenirdi. Kaderi ilahinin fetvasıyla, Resul-i Ekrem’i (asm) temsilen Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur var. Bunu kabul etmemiz gerekir. Ne yapalım Resul-i Ekremin vekaletinde olduğu için bunu kabul etmemiz gerekir.”

Halk yöneticilerde hangi vasıfları arıyor? Gaffar Okkan’ı sevdiren neydi?


Gaffar Okkan’ın samimiyetini gördüler. Gaffar Okkan sporla çok ilgiliydi. Eğer çok zengin hissiyatlı biri gelirse ne hale gelecek kıyas edilsin. Bir spor sevgisi böyle yapıyorsa diğerlerini anlayın. Tefessüh etmemiş bir Kürt kesinlikle bölünme taraftarı değildir. Çünkü birbiriyle evlenmişler, birbirinin içine girmiş. Bu uhuvvet kopmaz artık. Fakat bu memlekete hem maddi hem manevi hem siyasi yönden şefkatkarane el uzatmak lazım. Bölmemek için her türlü tedbiri alsınlar. Dış mihrakların ve bazı sinsi kişilerin bahanelerine zemin olmasın diye aklı selimle bu insanları kucaklasınlar. Bir daha yanlışlar olmasın. Annelerin ağlamaları olmasın bir daha. Türk arkadaşlarla oturup kalkıyoruz. Hissiyatlarımız birbirinin içine girmiş. Kabili tefrik olamaz.