Misafir Kalem
Pozitivizm Avrupa’da Can Çekişiyor, İnsanlar Maneviyatı Arıyor
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün yazısı
1-Dinsiz Felsefe ve Pozitivizmin En Önemli Hedefi İslam Alemi ve Türkiye Olmuş ve Bediüzzaman Bu Sinsi Düşmana Karşı Mücadele Etmiştir.
Evvela şunu ifade etmeliyim ki, dini afyon olarak gören ve manevi değerleri reddeden dinsiz felsefe, yani diğer adıyla Pozitivizm, ilim adına dini ve manevi değerleri reddetmiş; 20. Asrın başından itibaren komünizm yahut pozitivizm yahut aydınlanma adı altında bütün dünyaya bir asır boyu zehir saçmıştır. Bunu Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’de de uygulandığını görüyoruz. Mesela Kazım Karabekir’in kızından dinlediğime göre, Mustafa Kemal başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunda, Kemalizm’in altı ilkesinin Kur’an ayetleri arasına Türkçe tercümesinin yerleştirilmesi; zaten 40-50 sene sonra din diye bir şey kalmayacağı gündem konusu yapılınca, Kazım Karabekir o ekipten tamamen ayrılmıştır.
Bediüzzaman bütün Risale-i Nur Külliyatını, bu dinsiz felsefeyle mücadele etmek için kaleme almıştır. Bazı örnekler vereceğim:
Evvela bu dinsiz felsefeyi kökünden reddetmektedir ve bu yüzden 28 sene hapis ve sürgün cezalarına maruz kalmıştır: Diyor ki, “Kat'iyyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikata dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna' eden Kur'an ile bir musalaha veya tâbi' olabilir. O vakit dörtyüz milyon ehl-i Kur'ana kılınç çekemez.” Emirdağ Lahikası-2 (72)
İkinci olarak bize okullarda öğretilen ve dinsiz felsefenin temelini teşkil eden şu safsatayı kökünden yıkmıştır: “Yok var olamaz; vardan yok olamaz.” Bu safsata ile hedefleri, hem Allah’a imanı kökünden sarsmak ve hem de Ahiret imanı inkar eylemektir. Bunun safsata olduğunu Bediüzzaman ayrıntılı olarak açıklamaktadır: “…firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi i'dam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi, hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinden hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: "Yoktan var olmaz, var da yok olmaz" deyip, bu bâtıl ve hata düsturu, Kadîr-i Mutlak'a teşmil etmek istiyorlar.” Asa-yı Musa (176)
Şunu müjde olarak ifade edelim ki, korona döneminden beri, Bediüzzaman’ın Allah’a iman ve haşir konusundaki ikna edici açıklamalarını Hollanda’daki Papazlara, devlet adamlarına ve yüksek tahsillilere nakledince, dinsiz felsefenin hücumu ve yayılması karşılığında Hristiyanlığın yeteri kadar cevap veremediğini açıkça ifade ederek, 50’den fazla insan Müslüman olmuşlardır. Haşir ile alakalı bir makaleyi 4.600.000 kişi okumuştur. Hristiyan din adamlarını açıkça söyledikleri şudur: Asırlardır Müslüman Hristiyan çatışması devam etti. Ancak bu dehşetli dinsizlik cereyanı karşısın ittifak edip İslam’ın esaslarından ve özellikle Risale-i Nur Külliyatından yararlanmamız şarttı. Bunun için Rotterdam İslam Üniversite dört ana kitabı ve çok sayıda küçük Risaleleri Hollandacaya tercüme etmiş bulunmaktadır. Bediüzzaman konuyu bağlıyor:
“Evet dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir...” Sözler (132)
“…dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edebsiz edib ve feylesofların fikir ve ideolojileri; gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu.” Tarihçe-i Hayat (154)
Risale-i Nuru okuyanların hatırlayacağı üzere, Risale-i Nur’un iki ana hedefinden biri şudur:
ʻʻHıristiyan dînini mağlûb eden ve anarşiliği yetiştiren, şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanının bu vatanı mânevî istilâsına mukabil Risale-in Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî vazifesini görebilir.’’[1] Eğer Türkiye, bütün dünyayı inim inim inleten ve milyonların hayatına mal olan komünizm belasından kurtuldu veya az yaralar ile bu belayı savuşturduysa, bunda Risale-i Nur adlı eserlerin payları elbette ki büyüktür. (Mektubat, Lahika Mektubu)
2. Dinsiz Felsefenin Silahlarından Biri de “Din-Bilim Çatışması”dır
Ne acıdır ki, Avrupa’da hatta dindar Hristiyanlar arasında bile şu kanaat hakimdir: Dinin olduğu yerde bilimden bahsedilemez. Hatta Papazlar “biz de bu düşüncedeyiz; bu sebeple Haşir ve Kader meselesi sorulduğunda mahcup mahcup susuyoruz” diyorlar. Bediüzzaman bu çürük anlayışı da kökünden çözmektedir.
Diyor ki, “Akıl ve nakil taâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.” Muhakemat (12)
Bunu bütün İslam tefekkür tarihinde haykıran ve konuyla alakalı eser yazan üç allame vardır: İmam Gazali, İbn-i Teymiye ve Bediüzzaman.
Hollandalı bir pilot, bilgisayar ve elektronik mühendisi ve dahi gibi olan bir zat bize geldi. Dedi ki, “Kızmazsanız bazı aykırı sorular soracağım.” Bunların başında “Din-Bilim ilişkisi geliyordu. Biz kendisine evvela şu hakikati Bediüzzaman’dan özetledik:
“Kur'an'da mu'cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle; beşerin istikbalde terakki edeceğini ve o mu'cizatın nazireleri istikbalde vücuda geleceğini beşere ders verip teşvik ediyor:
"Haydi çalış, bu mu'cizatın numunelerini göster. Süleyman Aleyhisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! İsa Aleyhisselâm gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalış! Hazret-i Musa'nın asâsı gibi taştan âb-ı hayatı çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim Aleyhisselâm gibi ateş seni yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı enbiyalar gibi şark ve garbda en uzak sesleri işit, suretleri gör! Davud Aleyhisselâm gibi demiri hamur gibi yumuşat, beşerin bütün san'atına medar olmak için demiri balmumu gibi yap! Yusuf Aleyhisselâm ve Nuh Aleyhisselâm'ın birer mu'cizesi olan saat ve gemiden nasıl çok istifade ediyorsunuz. Öyle de, sair enbiyanın size ders verdiği mu'cizelerden dahi o saat ve sefine gibi istifade ediniz, taklidlerini yapınız." Hutbe-i Şamiye (33)
Sonra da Bediüzzaman’ın Sözler eserinden 20. Sözün İkinci Makamını verdik. Okuyup geldi ve Küçük Sözlerden sonra Burak adını alarak Müslüman oldu. Elon Musk onu ısrarla SpaceX projesine istemektedir. Daha da ileri giderek Harward Üniversitesinin daveti üzerine “Din-Bilim İlişkisi” hakkında konferans verdi.
Bediüzzaman’a göre, 21. asırda “Tamamıyla Akıl ve İlim Hükmedecek; Hâkim, Hükümlerini Akla ve İlme Tesbit Ettiren Kur’an olacaktır.”
Bediüzzaman, 1911 yılında aralarında 100’den fazla alimin de bulunduğu Emeviye Camisindeki 10.000 kişinin üzerindeki cemaate şu müjdeyi vermektedir: “…akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek.” [2]
3-Dinsiz Felsefe ve Pozitivizmin Zehirleri, Ancak Hristiyanlığın Kendisini Yenilemesi ve İslamiyet’e Katılması ile Mümkündür
Bize gelen ve isimleri yanımızda mahfuz olan çok sayıda papazlar şunu itiraf ediyorlar: “Dinsiz felsefe ve pozitivizmin karşısında Hristiyanlık aciz durumdadır. Hatta aramızda 5-10 sene içinde Hristiyanlık tamamen yok olacak diye korkuyoruz. Mevcut Hristiyanlar ya siyasi Hristiyan’dırlar ya da ismen Hristiyan’dırlar. Bize yardım ediniz.” Bunu deyince hemen Bediüzzaman’ın şu tesbitini aktardık:
“Nasraniyet, ya intifa ya ıstıfa bulacak. İslâm'a karşı teslim olup terk-i silâh edecek.
Mükerreren yırtıldı, purutluğa tâ geldi, purutlukta görmedi ona salah verecek.
Perde yine yırtıldı, mutlak dalale düştü. Bir kısmı lâkin, bazı yakınlaştı tevhide; onda felâh görecek.
Hazırlanır şimdiden yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet bulup İslâm'a mal olacak.
Bu bir sırr-ı azîmdir, ona remz u işaret; Fahr-i Rusül demiştir: "İsa, Şer'im ile amel edip ümmetimden olacak." Sözler (703)
Bu tesbitten sonra, Bediüzzaman’ın Hz. İsa’nın nüzulünü ikiye ayırdığını ve genel ve önemli olan inişinin manevi inişi olduğunu onun dilinden anlattık ve ayrıca konuyla alakalı meşhur bir Hadis-i Şerifi de naklettik:
“O cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur'ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi' ve İslâmiyet metbu' makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey'in va'dine istinad ederek haber vermiştir.” Mektubat (57)
Bunun üzerine Papazlar, Hristiyanlığın yeniden canlanmasının ancak Hz. Peygamberin anlattığı şekilde ve Bediüzzaman’ın ayrıntılı olarak çizdiği plan çerçevesinde olacağını kabul ettiler. Bizden bu konuda yol rehberi olmak üzere bir kitapçık hazırlamamamızı istediler. Biz de 150 sayfalık bir eseri hazırladık. Şu anda arkadaşlar içini dolduruyorlar.
Zaten bundan 10 sene evvel Kiliseler Birliği Genel Sekreterinin bize hediye ettiği ve Bediüzzaman’ın bu müjdelerini çoğunu kabul ettiklerini açıkladıkları metni “Çandan Minareye Büyük İtiraf” adlı kitabımızda anlattık.
Bediüzzaman, bugün batı âleminin korkulu rüyası haline gelen İslami terör ve benzeri yanlış anlaşılan mefhumların kökünü kesecek şekilde, bir Müslümanın özellikle de Müslüman birey olarak sorumlu olduğu müsbet hareketin temel esasını şöyle belirlemektedir:
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” [3]
Müslümanların özellikle de Türkiye gibi idaresi laik olan memleketlerde ve en önemlisi de birey olarak maddi cihada müsaade edilmemesi sebebiyle yaşadığı bütün memleketlerde, sadece ve sadece manevi cihad yani Kur’an ve İslam’ın meselelerini tebliğ ile ve bilim yoluyla neşretmek olduğunu açıkça haykırmaktadır:
“Evet mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. "Bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes'ul olamaz." İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlahiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz."
Ben de Celaleddin-i Harzemşah gibi, "Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir." deyip ihlas ile hareket etmeyi Kur'andan ders almışım.
Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.” [4]
Bediüzzaman’ın bu tutumunu, laik rejimi veya İslam’a aykırı devlet idarelerini benimsiyor şeklinde yorumlamak doğru değildir. O bunlara olan muhalefetini her zemin ve zamanda ifade etmekle beraber, beraber yaşamanın birinci şartı olan emniyet ve asayişi esas aldığını kendisi ifade etmektedir. Laik rejime karşı mısınız? şeklindeki soruya verdiği cevap, laikler ve diğer insanlarla münasebetlerde hangi düsturları esas aldığını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, lâik mânası, bîtaraf kalmak, yâni hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. On senedir -şimdi yirmi sene oluyor- ki, hayât-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El'iyâzübillâh, eğer dinsizlik hesabına îmânına ve âhiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilân ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, îmana ve âhiretime fedâ etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapın!” [5]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.